Hatırlandıkça Yüzleri Gülen MAHRUM İNSANLAR ÜLKESİNDE…

İsmail GÜNDAY

Afrika’da olmak…

Bütün beyazların Hıristiyan olduğunu zanneden zâhirde siyah, ama içleri pırıl pırıl parlayan Müslüman kardeşlerle beraber olmak… Bugüne kadar genellikle beyaz Hıristiyanlar gitmiş Afrika’ya… «Beyaz adam»ın sadece Hıristiyan olduğu kanaati yerleşmiş o Müslüman kardeşlerimizin zihninde. Hep almak, hep sömürmek için gitmiş bu beyaz adamlar. Verir gibi görünürken de, kaşıkla verip sapıyla göz çıkarmaya gitmiş…

Bu yıl Aziz Mahmud Hüdâyî Vakfının yurtdışı kurban organizasyonu ile Afrika’nın güzel beldesi; «Dürüst İnsanlar» anlamına gelen Burkina Faso’daydık. Âdeta bütün dünyayı dolaşan bir hayır-hasenat nehri olan Hüdâyî hizmetlerinin buraya kadar ulaştığını görmek bizi ziyadesiyle memnun etti.

Önceden et dağıtımının yapılacağı fakirlerin tespit edildiği, et alabilmeleri için kartların dağıtıldığı tam altı ayrı merkezde kurban ibadeti yerine getirildi. Biz bunlardan biri olan, Hüdâyî Vakfının desteği ile açılmış yatılı İmam-Hatip Lisesinin bahçesindeki kesim mahallindeydik.

Bayram namazı bütün şehrin bir alanda toplanmasıyla kılınıyor. Daha kesim başlamadan et alacak kişilerin kesim mahalline geldiklerini görüyoruz. Belli ki namazlarını kılar kılmaz gelmişler oraya. Kesimlere başlıyoruz. Büyük bir bahçede yapıyoruz kesim işini. Bahçe duvarlarında dizilmiş büyük bir kalabalık bizi izliyor. Belki hayatlarında ilk kez beyaz bir Müslüman görmek için, belki bir parça et de bize düşer mi diye…

Türkiye’de kesilen kurbanların ilgilenen çıkmadığı için atılan birçok parçası burada özenle değerlendiriliyor. Gözüm bir ara deride kalan etleri sıyıran birine ilişiyor. Mahcup olmasın diye gördüğümü fark ettirmiyorum ama buna bile muhtaç olduklarını, hâlbuki memleketimde nicelerinin israf edildiğini düşünmeden de edemiyorum.

Kurban kesim mahallinde açılan büyük bir çukurun başında sakatat temizleyen gençler görüyoruz. Kurbandan arta kalan en değersiz parçaları bile israf etmiyorlar. Bir arkadaş dalgın nazarlarla onlara bakarak; “Türkiye’de bunlar, özellikle de kurban bayramlarında atılır, çöp konteynırları bunlarla dolar.” diyor. Biz tam bunları konuşurken, bir genç elinden küçük bir parçayı o çukura düşürüyor. Eğilip almak istiyor başaramıyor. Bu sefer yere yatarak uzanıyor o ufacık parçayı almak için. Arkadaşım bunun üzerine; “Buralarda bunlara bile ihtiyacı olanlar varken bugüne kadar attıklarımdan utanıyorum!” diyor.

Bir tarafta kesim devam ederken bir tarafta da gelenleri bekletmemek için dağıtıma başlıyoruz. Okul kapısından içeri alınıyor kart sahipleri. İsteyen olmanın ezikliğini yaşayarak dağıtım alanına kadar mahcup bir edayla, çekingen çekingen yürüyorlar. Arkadaşlardan birinin; «Alan el değil de veren el olmaktan dolayı ne kadar şükretsek azdır. Elhamdülillâh, Elhamdülillâh!..» diye ağladığını görünce bizi de sarıyor gözyaşı seli….

İlk gelenler âdeta şok yaşıyorlar:

“Alan değil veren bir beyaz!..”

Hem de minnet ve eziyetten uzak, büyüklerinden gördüğü, dinlediği bir Hüdâyîli nezaketi, zarafeti ve rikkati ile; «Lütfen kabul buyurunuz.» sıcaklığında veren bir beyaz… Bir beyaz Müslüman!..

Sonra içeri nasıl girmişse kartı olmayan biri geliyor karşımıza. Organizede yardımcı olan arkadaşlar, kart soruyor. Kadın Hıristiyan olduğu için kart verilmediğini ama et almak istediğini söylüyor; “Siz Müslümanların kurbanlarından biz yiyemez miyiz?” diyor. Arkadaşlar kartsız birine et verirsek diğer insanların da geleceğini, oluşacak kargaşayı engelleyemeyeceğimizi söylüyorlar ve et vermeden gönderiyorlar zavallıyı. Fakat dayanamıyoruz onun boynu bükük ve mahzun gidişine. Geri çağırıyoruz, önce bir yedek kart veriyor arkadaşlar, sonra da et. Öyle bir sevinerek gidiyor ki!.. Arkadaşlar dua ediyor peşinden; “Bu hâdise hidayetine vesile olur inşâallah.” diye.

Sabahın erken saatlerinden beri bekleyen insanlar hayal kırıklığına uğramasın, ikramımız kalabalık aileleri bir defa da olsa ete doyursun diye imkânlar ölçüsünde bol bol et vermeyi istiyoruz. Kemikli etler biraz daha çok görünüyor poşette. Ama nasıl olduysa kemiksiz olduğundan az görünen bir et poşeti düşüyor bir kadıncağızın eline. Öyle hüzünle bakıyor ki bize. Ne biraz daha et isteyebiliyor, ne de gidebiliyor. Donuk bakışlarla bekliyor sadece… Arkadaşlara soruyorum kelle, ciğer, işkembe… hiçbir şey kalmamış. Bir parça et daha koyuyorum çantasına. Dil yine söylemiyor ama dille ifade edilemeyecek bir şükran duygusuyla öyle bakıyor ki… Yüz ifadesinden bugüne kadar almadığımız duaları aldığımızı anlıyoruz.

Yaşlı bir kadının kartını çocuğuna veya torununa vererek dağıtım masasına kendisinin gelemediğini fark ediyorum. Bütün yoksulluğuna rağmen, bir mahcubiyetle geri duruyor. Biraz konuşayım istiyorum. Arkadaş; “Zaten mahcup bir de sen giderek hepten üzme.” diyor ve beni engelliyor.

Organizasyon sonunda gözümüz arkada kalmadan ayrılıyoruz. Yapılan hizmetleri devam ettirecek yeni bir neslin inşası için atılmış bir adım olarak gördüğümüz İmam Hatip Lisesi öğrencilerinin; “Merak etmeyin, buralar bize emanet!” diyen sıcak bakışlarıyla uğurlanıyoruz.

Bizler de mırıldanıyoruz:

«Buralar bize emanet!»