Şarap Parası İçin Hacca Giden HACI BURHAN

Ahmet ZİYLAN

Hac, pek çok ilâhî hâdisenin ve imtihanın yaşandığı bir ziyaret… Haccın çok kerâmetleri, çok hikmetleri var. Lâkin insan; o kalabalıkta, hercümerç içinde, kendisine nasip olan büyük nimetin farkına yeterince varamıyor. Bu da haccın apayrı bir imtihanı… Milyonlarca yüreğin orada nice duaları, nice dilekleri ve nice niyetleri var. Herkesin bu yolda yaşadığı hikmetli hâdiseler var. Benim de hac ile ilgili enteresan hâtıralarım ve şahidi olduğum fevkalâde hâdiseler var. Faydası olur ümidiyle anlatmayı arzu ediyorum.

Yıllar önce o zaman Kayseri müftüsü olan Necmettin NURSAÇAN Hocanın kafile başkanlığında hacca gitmiştik. Necmettin NURSAÇAN Hoca sonradan televizyonlara, radyolara çıkan meşhur bir hatip oldu. Fakat o tarihte pek tanınmıyordu. Her konuda anlatacağı kıssalar, fıkralar; ezberinden okuyuvereceği beyitler, kıt’alar; yerinde, tesirli, güzel dualar… Yani adam müthiş bir cevher, şair ruhlu bir hatip…

Fakat bizim kafilenin ekseriyeti mübarek topraklara ilk kez gelen hem de makam, mevki vesaire açısından üst kesimden kişiler olduğundan hocanın kıymetini bilemiyorlardı. Hoca çok güzel sohbetler, vaazlar yapıyor fakat kafilenin doğru dürüst dinlediği bile yok. Ama hoca yılmıyor, yine anlatıyor, gayret ediyor. Ben ondaki cevheri fark edince hocaya daha yakın durmaya çalıştım. Bir yandan da arkadaşlara;

“Arkadaşlar, bakın, size ne kadar güzel ve mühim şeyler anlatılıyor. Fakat kulak vermiyor, tam olarak dinlemiyorsunuz. Aslında bilmiyorsunuz. Her şeye itiraz ediyorsunuz. Fakat hacdan döneceksiniz, bir müddet sonra buranın kıymetini o kadar anlayacaksınız ki, göğsünüze bir ateş düşecek; «O hâller tekrar olsaydı, o zorluklar yine yaşansaydı ama hep orada kalsaydık, iki-üç katı fazla sıkıntı çekseydik de hep orada bulunsaydık» diyeceksiniz. Onun için şu mübarek beldelerin, şu kıymetli vakitlerin ve şu değerli hocamızın kıymetini bilin. Pişman olacaksınız diye kesin bir dille söylüyorum, çünkü ben konuşmuyorum, tecrübe konuşuyor.”

Sonra arkadaşların hamlığından, ilgisizliğinden dolayı hocayı da teselli edeyim dedim:

“–Hocam size çok enteresan bir hikâye anlatayım.”.

“–Anlatın, Ahmet Bey!” dedi. Başladım anlatmaya:

Bizim mahallede Burhan isimli bir adam vardı. Babası da kendisi de maalesef gece-gündüz içen adamlardı.

Fakat aralarında bir fark vardı:

Babası ağzı lâf yapan, tekerlemeler söyleyen, millete kendisini sevdirmiş bir nalbant. İçse de kimseye pek zararı dokunmayan biri. Bir gün kendisine;

“Hacca gitsene.” demişler, o da:

“Gündüz şarap, gece kumar; deli gönül cennet umar!” demiş.

Fakat oğlu içti mi, eline bir bıçak alıp, taşa-duvara çalan; «Var mı bana yan bakan!» nâralarıyla dayılanan, sağa-sola dehşet saçan biri… Ayıldı mı kimseye bir şey etmez ya, sarhoş iken yapacağını yapar. Evine de sarhoş olmadan geldiği vâkî değil. Hattâ bir gün eve gelirken, babası sarhoş olduğu hâlde:

«Oğlum ayıp!» diye bıçağı elinden almak isterken, didişiyorlar. O vaziyette aldım-alacağım derken, bıçak oğlanın burnuna geliyor, burnu kesiliyor. Burnu «yirik» kalıyor. Antep’te yırtığa «yirik» derler. Burhan’ın adı «Yirik Burhan» kalmış o yüzden.

Bu Yirik Burhan’ın köyde az-çok malı-mülkü olan bir babaannesi varmış. Yaşlanmış, zaman geçiyor, hacca gitmeye can atıyor, ama götürecek kimse yok. Oğlu sarhoş, torunu sarhoş… Günün birinde demek içinde bir ümit beliriyor ki, Burhan’a meseleyi açıyor:

“–Burhan oğlum, sana bir şey söyleyeceğim.”

“–Ne söyleyeceksin nene?”

“–Beni hacca götürsene…” Oğlan gülüyor:

“–Nene, benim hâlimi bilmiyor musun? Ben kiiim, hac kim?”

“–«Sen kim, hac kim?» var mı oğlum? Allâh’ın tevbe kapısı herkese açık. Hem beni götürürsen yol paranı, masrafını karşıladığım gibi, dönünce şu kadar para da üstüne veririm.”

Teklif ettiği para iyi para… Burhan:

“–Nene ne yapıyorsun, benim hâlim ne?” filân dese de, parayı duyunca teklife içi ısınıyor, başlıyor düşünmeye:

«Yahu ben bu kadar parayla iki senelik şarap paramı çıkarırım, hem bu hâlimle gidersem kıyâmet mi kopar? Götürürüm, getiririm neneyi; paramı da alırım, bir sene hiç değilse rahat rahat şarabımı alır içerim.»

Neyse kabul ediyor, yazılıyorlar, yola koyulup mübarek topraklara varıyorlar. İki hafta Mekke’de oraya-buraya gidiyorlar, Yirik Burhan’ın niyeti hâlâ şarap parasını çıkarmak. Tavaf ediyor, namaz kılıyor ama yapmacık. Pek etkilenmiyor. Aklı-fikri dönünce alacağı parada.

Fakat takdirin de başka bir hesabı var. Nene orada 15 gün sonra ânî bir şekilde Hakk’ın rahmetine kavuşuyor. O mübarek yere gözü yaşlı torununun elleriyle defnediliyor. Bizim Burhan meydanda kalakalıyor. Şu ölüm hâdisesine bak! Kafaya dank ediyor:

“Ölüm var.”

“Bu kadar insan ağlaya ağlaya «Allah» diyor. Günahlarına tevbe ediyor. Akın akın insan… Kâbe, Arafat, Ravza… Hep tevbe, istiğfar mekânları… Kim getirdi beni buraya? Hangi tasarruf? Bu ikazdan sonra dönüp de o mel’anetler içine bir daha girilir mi?”

Yirik Burhan orada bir nasuh tövbe ediyor, öyle bir istiğfar ediyor ki, Yirik Burhan gidiyor, yerine Hacı Burhan geliyor. Memlekete bir dönüyor ki, ne şarap, ne rakı, ne içki, ne kumar… Eski hayatından menfî hiçbir şey bırakmıyor. Camiden eve, evden işe, işten camiye, camiden eve… Eski yaptıklarından ötürü de kimsenin yüzüne bakamıyor. Yolda giderken sadece ayağının ucuna bakıp gidiyor, ayağının ucuna bakıp geliyor. Karşıdan birisi gelse tanımıyor.

Bu, Allâh’ın bir nasibi değil de nedir?

Bu, Allâh’ın takdiri değil de nedir?

Adamın o mübarek yollara koyulurken bile tevbe etmeye niyeti yok. Sadece bir hacca gidene, nenesine hürmet ediyor ve hizmetini görüyor. Gerçi onu da şarap parası alacağım, diye yapıyor. Ama Cenâb-ı Allah nasip ediyor işte. Demek ki, onun da içinde bir çekirdek vardı. Her ekinin yeşereceği bir toprak var.

Hacı Burhan’ın hikâyesini anlattıktan sonra Necmettin Hocaya dedim ki:

“Hocam, sen bu kafilemizdeki arkadaşlara kızma. Bunlar şimdi böyle nimetin farkına varamasalar da yarın yüreklerine bir ateş düşer, bu güzel mekânların muhabbeti, hasreti gönüllerine düşer. Hacı Burhan gibi âşık olurlar. Bunların yaptıklarını sen hoş göresin diye anlattım.”

Zaten hoca da kızacak karakterde birisi değildi ya hemen arkadaşlara hitaben:

“Arkadaşlar, size bir hikâye anlatacağım.” dedi. Başladı Hacı Burhan’ın hikâyesini anlatmaya. Mahsus anlatıyor. Anlattı bitirdi:

“Nasıl anlatabildim mi?” dedi. Ben de:

“İyi almışsın, hocam, daha güzel anlattın!” dedim. Allah kendisinden râzı olsun.

Şu mübarek günlerde haccını îfâ eden kardeşlerimizin haclarının mebrur ve makbul olmasını, bu güzel ibadetin üzerlerindeki tesirinin de Hacı Burhan gibi müspet ve kalıcı olmasını dilerim.