HİCRAN DEMLERİ

“Musa TOPBAŞ Hazretlerinin vefatının üçüncü sene-i devriyesi münasebetiyle (16.07.1999)”

Mustafa Necati BURSALI

Söyle ey can bülbülü; gam, keder kime düştü?
Ben nice yanayım ki, hicran içime düştü!

Bitmek nedir bilmiyor arkası hiç hicranın,
Bu âlemde nasibi, inlemek artık, cânın!

Sen var iken ey Pîrim! Gün hoştu, gece hoştu,
Tatmayan hiç bilmez ki, bu sevda nice hoştu!

Zaman geçtikçe kadrin daha çok artmaktadır,
Hasretin yolcuları gönlüme kurdu çadır!

Ne gündü o günler ki? Aziz idi su gibi,
Sarardı yürekleri cennet kokusu gibi!

Hak’tan gafil etmedi, «sîm»ler, «zeheb»ler seni,
Fakire ve düşküne hep açardın keseni!

Herkesin kârı değil «Sâhib-i Vefâ» olmak,
Muhammedî sevdada her gün, her defa olmak!

Gönlün gibi yüzün de zülfün de bembeyazdı,
Ay başını okşardı, alnından öpen yazdı!

Açardı sînesini: Menekşe, zambak, mine,
Ceylânlar süt verirdi duluna, yetimine!

Bütün devlet onundu kime etsem bir nazar,
Şimdi payıma düşen, hep hicran, hep intizar!

Hızır’ı aramada sen Musa, ben Nûn* oldum,
Gittiğin günden beri artık bir mecnûn oldum!

Bulutlar su verirdi gönlümün sebzesine,
Ferhat’ın ve Şirin’in benim derdim nesine!

Nasıl ki, çöl lâlesi baygın düşerse kuma,
Bir zarı bile delmek nasip olmaz «ok»uma!

Nağmeler düzmek kolay, bu sevdayı çekmek zor,
Aşktan söz edenlerin çoğu bunu bilmiyor!

Bir bahar faslı gibi geçiverir nasıl bu?
Ey Pîr, ey Sâhib-Vefâ! Beni yakan asıl bu!
Zamanın kılıçları yara açtı yarada,
Yollar yokuşa vurdu, denizde ve karada!

Şu ihtiyar dünyanın derdi arttı daha çok,
Gönüller hep gecedir, eyvah ki, sabaha çok!

Kanatsız kuş gibiyim, yüreğim değil metin,
Çoğaldıkça çoğaldı, çünkü derdi ümmetin!

Demirin gönlünde pas, taşın gözünde yaş var,
Îmanı taşımak zor, hep mazluma savaş var!

İsyanımız çoğaldı, kaç yerinden fay kırık,
Âdem’in evlâdına güneş küskün, ay kırık!

Eğer ki, âriflerin erişmezse nazarı,
Korkarım bütün beşer arayacak mezarı!

Bu sırrı, bu hikmeti aklı almaz nicenin,
Hâlbuki sahibi var, gündüzün ve gecenin!

Hicranım hiç çekilmez, o düşler de olmasa,
Kerbelâ günü gibi gönül bürünür yasa!

İnsan cihan bağında hep zevk, hep safa ister,
Ancak erler, kâmiller, coşar Mustafa ister!

Dönüşümüz Allâh’a, dünyada kalmak muhâl,
Tâ Âdem’den bugüne hiç değişmedi bu hâl!

Cennet ve dîdârına etmededir Yâr davet,
Gül yüzlü nebîlere, velîlere var davet!

Vuslata ermek için ecel bir köprü bize,
Böyle kavuşuyoruz, dosta, sevgilimize!

Allah sevdiği kula taç giydirir, şan verir,
Cennetlerin fevkinde nice bin nişan verir!

Kanatlı kuşlar gibi bu âlemden var gidiş,
Herkese nasip değil, fakat bahtiyar gidiş!

Yüzün bir güleç bahçe, elin cömert bir eldi,
Hayatın ne kadar hoş, ölümün ne güzeldi!

Belki bine katladın az ömrü ve az günü,
Çünkü her günün şükür her günün niyaz günü!

Melekler gıpta eder, velî kulu Rab sever,
Hızır arkadaş olur, Acem ve Arap sever!
Öyle bir devlettir ki, akıl almaz nasıl bu?
Gerisi hep efsâne, insan için asıl bu!

Ona müjdeler olsun, Allah kime yâr olur,
Onun can toprağında hep sevdalar var olur!

Kim Muhammed’e tutkun, kim Allâh’a müştaktır;
İki âlem bağında onun velîsi Hak’tır!

Evet:

Her nefes ve her lâhza istemek Allâh’ı aşk,
Mecnun-Leylâ bahane, bir budur vallâhi aşk!

* Hızır -aleyhisselâm-’ı bulmak için yaptıkları yolculukta Hazret-i Musa’ya hizmet eden Yuşâ bin Nûn’a işaret