Vasiyet ve Hikmet

Dr. Âdem AKIN – Muhammed YETİM
ademakin@yuzaki.com muyetim@yuzaki.com

MUHYİDDÎN-İ ARABÎ’DEN VASİYETLER

Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri, öncelikle Kur’ân ve sünnetten süzdüğü bilgilerin, sonra da kendisinden önce yaşayan ulemâ ve evliyânın eserlerinin ve başta Fütûhât-ı Mekkiyye’si olmak üzere bütün kendi kitaplarının özünü 201 vasiyette toplamıştır.

VASIYET 13

Ey kardeş, hasta ziyaret etmeyi üstüne bir vecibe bil. Zira hasta ziyaretinde hem ibret hem de acziyetini hatırlama vardır. Allah Teâlâ insanı zaaftan ve acziyetten yaratmıştır. (Hasta ziyaret etmen senin kendi aslını ziyaret etmen gibidir.) Kendi aslını ziyaret ettirmekle Allah Teâlâ sana zaaf ve acziyetini ihtar ederek ibadet edebilmeni sağlayan kuvvetin O’nun tarafından verildiğini gösterir.

Kul hastalandığında Allah onun yanındadır. Görmez misin, hasta kişiler ancak Allah’tan yardım ister ve ancak Allah’ı hatırında tutar. Hak Teâlâ, devamlı hastanın yalvaran dilinde ve sığınak arayan kalbindedir. Hasta kişi her ne kadar tıbbî tedavi görse ve kendisinde şifâ bulunan tabiî yollara teşebbüs etse de esas itibariyle Allah’la beraberdir ve hiçbir an O’ndan gâfil olmaz. Zira Allah Teâlâ devamlı hasta kulunun yanındadır.

“Allah Teâlâ kıyâmet günü der ki: «Ey âdemoğlu! Hastalandım da beni ziyarete gelmedin.» Kul sorar: «Yâ Rab, ben Sen’in ziyaretine nasıl geleyim. Sen ki Âlemlerin Rabbi sin.» Allah Teâlâ buyurur: «Bilmez misin, falan kulum hastalanmıştı da sen onu ziyaret etmemiştin. Şayet ziyaret etseydin Ben’i o kulumun yanında bulacaktın.»”

Bu, hadîs-i kudsîdir ve sahihtir. “Ben’i o kulumun yanında bulacaktın.” sözü, hastanın hem kalbinde hem de alenî hâletinde Allah’ı zikretmesi demektir.

Aynı şekilde, Allah’ın kullarından bir kişi senden yiyecek veya içecek talep ettiğinde bulduklarınla onu yedir ve içir. Sen şeref ve derece olarak hiç bir şeye (itibara) sahip değilsen bile yiyecek veya içecek talebinde bulunan kişi seni, kullarını devamlı yedirip içiren Hak Teâlâ menzilesinde görmüştür. Bu, pek az kişinin ibret aldığı bir bakış açısıdır.

Dilenen kişiye baksana, dilenirken sesini nasıl da yükseltip: “Ey Allah’ım, bana ver!” diyor. Bu hâl içerisinde Allah onu sadece kendi isminin zikriyle konuşturmaktadır. O da sesini sırf kendisine (sadaka) veresin diye sana duyurmak için yükseltmekte ve seni Allah’ın ismiyle tesmiye edip Allah’a olan ilticâsı ile sana ilticâ etmektedir. Seni efendisi menzilesine koyan kişiye senden istediği şeyi derhâl vermen ve onu bundan mahrum etmemen gerekir.

Kulun hastalığı hakkında az evvel zikrettiğimiz hadis şöyle devam eder: “Allah buyurur ki: «Ey âdemoğlu! Senden yemek istedim ama sen bana yemek yedirmedin.» Kul ise şöyle der: «Yâ Rab, ben sana nasıl yemek yedireyim? Sen Âlemlerin Rabbi olan Allah’sın…» Allah Teâlâ buyurur: «Bilmedin mi? Falanca kulum senden yemek istemişti de sen onu doyurmamıştın. Şayet ona yemek ikram etseydin aynısını Ben’im katımda bulacaktın.» Allah Teâlâ tekrar buyurur: «Ey âdemoğlu! Senden su istedim fakat sen bana su Teâlâ tekrar buyurur: «Ey âdemoğlu! Senden su istedim fakat sen bana su vermedin.» Kul sorar: «Yâ Rab, ben sana nasıl su vereyim? Sen ki Âlemlerin Rabbi olan Allah’sın…» Allah Teâlâ tekrar buyurur: «Bilme din mi? Falanca kulum senden su istemişti de sen ona su vermemiştin. Şayet ona su verseydin aynısını Ben’im katımda bulacaktın.»”

Muhammed b. Hâtem, Behez, Hammâd b. Seleme, Sâbit, Ebû Râfi’, Ebû Hureyre -radıyâllâhu anhüm- tarîkıyla Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-‘den rivâyet edilen bu hadîs-i kudsîyi Müslim, kitabında tahric etmiştir. Bu hadîs-i kudsîde Allah Teâlâ kendi zâtını, kulu menzilesine koymaktadır. Her an Allah’ı zikredip kendisini (hadîs-i kudsîde anlatılan) bu hâl üzere O’nun huzurunda hisseden kişi, kendisinden yemek veya su talebinde bulunan kişilerde Hakk’ı görür ve onların talebini yerine getirmede kendisi de ihtiyacı sebebiyle yemek veya su talep eden kişinin durumuna düşecek ve Allah Teâlâ da onu bu ameli sebebiyle mükâfatlandıracaktır. “Aynısını Ben’im katımda bulacaktın.” sözü: “Ben bu yiyecek ve içeceği yüceltir ve artırırdım; kıyâmet günü sen bana gelince de bunları, olduğundan daha güzel, daha temiz ve daha fazla olarak sana verirdim.” demektir.

Şayet Allah’ın seni kendisine halîfe kıldığını ve senden su isteyen kişinin de, seni hâcetlerin yerine getirilmesi kudret elinde bulunan Allah Teâlâ menzilesine koyduğunu anlayacak himmete sahip değilsen, hiç olmazsa ticarî kâr niyetiyle, yaptığın hasenenin kat kat artıp bereketlenmesini talep et de, senden bir şey isteyen kişinin ihtiyacını gör.

Böyle bir hadîs-i kudsîyi duyduğun ve Allah’ın seni halîfe/vekil kıldığı şeyi senden istediğini gördüğün hâlde nasıl (infak etmeden) durabilirsin? Muhakkak ki her şey Allah’ındır ve Allah Teâlâ da sana halîfesi/vekili kılındığın şeyleri infak etmeni emretmiştir. Buyurmuştur ki: “Sizi halîfe kıldığı (tasarrufunu size verdiği) şeylerden infak edin.” Allah’ın, sana bu amelle vereceği ecir pek büyüktür.

İnfak ettiğin zaman hiçbir talep sahibini geri çevirme. Velev ki güzel bir sözle de olsa infakta bulun. Onu sevinçli bir şekilde ve güleryüzle karşıla. Zira, (bil ki) sen aslında Allah’ı karşılamaktasın.

Hasan, bir rivâyete göre de Hüseyin -radıyallâhu anhümâ- için anlatılır: Birisi ondan bir şey istediği zaman süratle ona ihsanda bulunma ya teşebbüs eder ve: “Âhiret azığımın taşıyıcısına selâm olsun! Hoş geldin!..” derdi. Çünkü o kişinin yükü kendinden aldığını ve böylece kendisinin yük taşıyıcısı olduğunu görüyordu.

EL-HİKEMÜ’L-ATÂİYYE’DEN HİKMETLER

Ahmed Bin Muhammed İbn Atâullah el İskenderî’nin eşsiz ve ölümsüz eseri olan el Hikemü’l-Atâiyye 264 veciz hikmetten oluşmaktadır. Bu hikmetlerin muhtevası üç kısımda toplanır:

1. Arı duru Allah inancı, yani tevhid,

2. Güzel ahlâk,

3.Nefsi her türlü kötülükten temizleyerek Allah yoluna girmek.

HİKMETLER -XIII-

Hikmet 109

Duana icabet edilmesi gecikti diye Rabb’inle hesaplaşmaya kalkma. Bilâkis, edepte geciktiğin için kendi nefsini hesaba çek.

Hikmet 110

Allah Teâlâ seni zâhirde O’nun emrine uyan ve bâtınî (kalbî, iç) âlemde de O’nun kahredici kuvvetine teslim olan bir kul yaparsa sana olan nîmetini pek büyük tutmuş demektir.

Hikmet 111

(Kerâmet göstermesiyle) hususîliği sâbit olan her kişinin ihlâsı (ve istikâmeti) tam olmayabilir.

Hikmet 112

Zikri/virdi ancak pek câhil kimseler hafife alır. Vird esnasında gelen ilhamlar âhiret yurdunda bulunan şeylerdendir. Vird ise bu dünyanın katlanıp yok olmasıyla dürülüp gidecektir. İtina gösterilmeye en lâyık olan şey, varlığı tersine döndürülmeyendir (yani yok olma yandır). Vird/zikir, Allah’ın senden istediği şeydir. Virdle gelen (ilhamlar) ise senin O’ndan istediklerindir. O’nun senden istediği nerede, senin O’ndan istediğin nerede?.. (O senden sadece bu dünya hayatında O’nu zikretmeni istiyor. Sen ise O’ndan ebedî bir hayat ve kurtuluş istiyorsun.)

Hikmet 113

İlâhî yardım ve ilhamın gelişi kulun istidâdına göredir. İlâhî nurların parıldayışı da (kalpteki) esrarın saflığı nispetincedir.

Hikmet 114

Gâfil kişi sabah olduğunda ne yapacağını düşünür. Akıl sahibi kişi ise Allah’ın onun vasıtasıyla ne yapacağını düşünür.

Hikmet 115

İbadet ve zühd ehli kimselerin her şeye karşı yabancılık çekmesi Allah’ın her varlıkta onlara perdelenmiş olmasındandır. Şayet her şeyde Allah’ı müşahede etmiş olsalardı hiçbir şeye karşı yabancılık çekmezlerdi.

Hikmet 116

Allah Teâlâ sana bu dünyada varlıklar üzerinde düşünmeni emretmiştir. Böylece bu âlemde kendi zât-ı ilâhiyesinin kemâlini sana keşfettirecektir.

Hikmet 117

Allah Teâlâ, senin, O’nu müşahede etmeye sabredemeyeceğini bildiğinden, O’ndan zuhura gelen (âlem)i sana müşahede ettirmiştir.

Hikmet 118

Allah Teâlâ sendeki usanmanın mevcudiyetini bildiğinden ibadetleri çeşitlendirmiştir. (Diğer taraftan) sendeki hırsın varlığını bildiği için de bazı vakitlerde ibadeti sana yasaklamıştır. Çünkü senin himmet ve gayretin, namazın bizzat varlığı için değil hakkıyla îfâsı için olsun istemiştir. Her namaz kılan kişi onu hakkıyla îfâ edici değildir.