HİRA DAĞI’NDAN DOĞAN NÛR

Âdem SARAÇ
Dünya yorgun düşmüştü…

Bütün âlem, her şey ve herkes yorgun düşmüştü… Her türlü çirkinliğin başını alıp yürüdüğü ortam, bütün güzellikleri alıp götürmüştü…

Öyle ki, bütün her tarafta sivri dikenler türemiş, eller-ayaklar, yüzler-özler ve yürekler fena hâlde kanatılır olmuştu…
Her şey ve herkes, bundan son derece rahatsızdı, huzursuzdu, perişandı, bîtaptı…

Karanlıklar istilâ etmişti her tarafı. Karanlıklar karartmıştı her şeyi. Karanlıklar içinde yüzler de kararmıştı, Aydın gözler de; sözler de kararmıştı, özler de…

Karanlıkların korkunç istilâsı neticesinde, karanlık düşünceler, aydınlık hayatı da karartmış, kapkara etmişti.

Nerede ise, her şey bitme noktasına gelmişti. Çareler, çözümler ve ümitler bitmişti. Bitenler ve bitirenler çoktu çünkü…

Ama her şeye rağmen, dimdik ayakta durmayı başaranlar da vardı. Ümitlerini hiçbir zaman yitirmeyenler de vardı. Ve onlar büyük bir ümitle bekleşmedelerdi…

Bir kandil, bir ışık, bir Nûr bekleniyordu artık…

Bekleyiş uzun sürmedi…

Hira Dağı’ndan doğdu Nûr…

Muhammedü’l-Emîn -sallâllâhu aleyhi ve sellem- peygamber olarak vazifelendirildi…

Doğmuştu işte…

Bütün âlemi aydınlatacak Nûr doğmuştu…

Gelmişti işte… O gelmişti, O…

İnsanlığın kurtarıcısı gelmişti…

O’nun gelişi, Nûr’un doğuşuydu.

Nûr, sonsuza değin bir defa daha O’nunla doğmuştu…

O’nun gelişi Nûr’un doğuşu olacak ve karanlıklar zâil olacaktı…

Hira Dağı, Hira Nûr Dağı olmuştu artık.

Çünkü Hira Dağı’ndan, Nûr doğmuştu…

“Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir alekadan yarattı. Oku! Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. Ki O, kalemle (yazı yazmayı) öğretendir. İnsana bilmediği şeyleri O öğretti!” (Alâk, 96/1-5)

Ramazan ayının 17’si… Milâdî 610 yılıydı…

Hira Dağı’ndan Nûr Doğmuştu…

Karanlıklar aydınlık, aydınlıklar pür-nûr olacaktı artık… Nûr doğmuştu çünkü, Nûr…

Ve O, Peygamber olarak vazifelendirilmişti…

O, O’ydu işte… Habîbullah’tı O… Rasûlullah’tı…

Âlemlere Rahmet olarak gönderilen Kâinatın Efendisi, bütün her tarafa aydınlık götürecek olan İki Cihan Güneşi, varlıkların en şereflisi, Peygamberler Sultanı Hazret-i Ahmed ü Mahmûd u Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem-…

Vahyin gelişi ile, Hira Dağı Nûr’la aydınlanmış; Hira, Hira Nûr olmuştu…

Hira Dağı’ndan doğan Nûr ile, bundan böyle semâ ile yer arasında kopmaz bir bağ kurulmuş oluyordu…

Tâbir yerinde ise, Nûr’un sahibi, Nûr’unu göndermişti yine dünyaya. Bir nevî elini uzatmıştı. “Buna sımsıkı tutunun, yapışın, sımsıkı sarılın; sakın terk etmeyin” demişti.

Hira Dağı’ndan doğan Nûr, önce herhangi bir Hira olan bu dağı, Hira-Nûr olarak aydınlatıp nurlandırmış ve onurlandırmıştı. Oradan da bütün âlemi nurlandırıp onurlandıracaktı…

Değişim başlamış, Nûr ile aydınlanma sürecine girilmişti…

Nûr doğmuştu çünkü…

Aslında, ilk insan ve aynı zamanda ilk peygamberden beri, var olan bir Nûr’du bu. Fakat bu ihsân-ı ilâhî, zamanla unutulmuş; sözlerden, yüzlerden, gözlerden, özlerden ve nihayet bütün hayattan çıkarılmıştı.

Nihayetsiz izzet ve ikrâm sahibi olan Rabbimiz, yeniden rahmet elini uzatmıştı sevgili kullarına. Vahiy, aynı zamanda O’nun kudret, ihsan ve ikrâm eliydi çünkü.

“Oku!” emr-i ilâhîsi ile doğan Nûr, “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” diye devam ediyordu. Her şeyin başında Yaratan Rabbimiz’i hatırlamak ve O’nun adıyla okumak…

Öncelikle ilâhî vahyi okumak. Sonra da bütün varlıkları okumak. Yaratan Rabbimiz’in adıyla okumak…

İnsanın önünde duran her varlık, Yaratıcı’sını anlatan birer âyet olarak arz-ı endâm ediyor, şuurlu bir varlık olan insanın, bunları okuması isteniyordu.

Kur’ân-ı Kerîm’e dikkatli bir şekilde baktığımızda, “âyet”
İfadele rinin belki % 80’den fazlasının, bu türlü okumadan bahsettiği görülecektir. Burada, insanı Allah’a ulaştıran delillerin, sadece «sûreler»i meydana getiren cümlelerden ibaret (âyetler) olmadığı, aynı zamanda en küçüğünden en büyüğüne kadar, varlıkları meydana getiren unsurlar olduğu, akla gelmektedir…

Okuyacağız öyleyse…

Öncelikle ve özellikle Kur’ân okuyacağız. Hadîs okuyacağız. Kendimizi okuyacağız. Aile efradımızı okuyacağız. Çevremizi okuyacağız. Varlıkları okuyacağız. Bütün kâinatı okumaya çalışacağız…

“Oku” diye buyurdu çünkü Rabbimiz! O’nun emriyle ve O’nun adıyla okuyacağız.

Nurla nurlanmanın yoluydu okumak. Karanlıklardan aydınlığa geçişti…

Öyleyse haydi nurlanmaya…

Haydi aydınlanmaya…

O’nun sonsuzluk güneşinde…

-Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-