İSLÂM’IN BUGÜNKÜ MESELELERİ

Hayrettin DURMUŞ

Hani bir söz vardır. Deveye: “Neden boynun eğri?” diye sormuşlar. O da: “Nerem doğru ki?” cevabını vermiş. Gündelik hayatımızda kime, bir dokunsanız bin ah işitiyorsunuz. Dert bir değil elvan elvan. Kiminle konuşsanız bir şeylerden şikâyet ediyor ve herkes birbirine: “Ne olacak bu memleketin hâli?” diye soruyor.

Neler mi konuşuyoruz? Çocuklarımızın eğitiminden, daha doğrusu çocuklarımızı istediğimiz gibi eğitememekten, televizyon kanallarının yaptığı aile yapımızı mahveden yayınlardan, hayat pahalılığından, medenî olduğunu söyleyen dünyanın gözleri önünde milletlerin yok edilmeye sürüklenişinden tutun da, aklımızı kurcalayıp vicdanlarımızı sızlatan ıstırapların en ince ayrıntısına varıncaya kadar her konuyu konuşuyoruz.

Şikâyetlerimizin ardı arkası kesilmiyor ve fert olarak, millet olarak: “Nerede yanlış yapıyoruz?” diye kendimizi sorgulamaktan alıkoyamıyoruz. Allah Kur’ân’da Müslümanlara zafer ve mutluluk yollarını gösterdiği hâlde neden İslâm ülkeleri hâlâ geri kalmış ülkelerin katarında yer alıyor? Müslümanların üzerine ölü toprağı mı serpildi? Horul horul uyuyan İslâm dünyası nasıl uyandırılabilir? Maddî ve mânevî potansiyeli nasıl harekete geçirilebilir?

Kısacası İslâm dünyasının karşı karşıya olduğu problemler nelerdir? Bu problemleri nasıl aşabiliriz? Yeni bir medeniyetin kurucuları arasında nasıl yer alacağız? Son derece önemli olan hayatî soruları cevaplandırmamız gerekiyor.

İşte bu konulara kafa yoran çok değerli ilim adamlarımızdan birisi de rahmetli Prof. Dr. Erol GÜNGÖR… 1983 yılında Selçuk Üniversitesi 1983 yılında Selçuk Üniversitesi rektörü iken rahmet-i Rahmân’a kavuşmuş bulunan Erol GÜNGÖR, bu fânî âlemden birbirinden önemli eserlere imza atarak gitmeyi başarabilmiş bahtiyârlardandır.

«Türk Kültürü ve Milliyetçilik», «Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik», «İslâm Tasavvufunun Meseleleri», «Tarihte Türkler», «Ahlâk Psikolojisi» ve «İslâm’ın Bugünkü Meseleleri», eserlerinin en önemlileri arasında yer almaktadır.

Düşünce ufkumuza yeni pencereler açan «İSLÂM’IN BUGÜNKÜ MESELELERI» isimli kitap Ötüken Yayınları tarafından basılmış ve 11 baskı yapmış. Kitap 264 sayfadan oluşuyor ve akıcı bir üslûba sahip.

Prof. Dr. Erol GÜNGÖR’e göre İslâm dünyasının günümüzdeki meseleleri nelerdir? İsterseniz hep birlikte yazarın kaleminden okuyalım:

İSLÂM’IN UYANIŞI

“Eğer İslâm bir hayat tarzı ise, onu bazılarının istediği gibi vicdanların gizli köşelerine hapsetmekten kaçınmalıyız. İslâm’ı hayata açmak isteyenler onun her meselesini gün ışığına çıkarmak zorundadırlar.” (s, 7)

“İslâm dâvâsının öncelikle siyasî bir dâvâ olduğuna inanmıyoruz. Müslümanlar yeni bir medeniyet kurarak varlıklarını korumak ve yüceltmek mecburiyetinde bulunuyorlar.” (s, 13)

“İslâm ülkelerinde kurulan batı tarzındaki hükûmetler bu ülkelerin problemlerini çözememiş, fiilî birer oligarşi veya diktatörlük hâline dönüşmüşlerdir. Bunların karşısında bir taraftan Marksist, bir taraftan İslâmî sistemlere ilgi artmaktadır.” (s, 22)

Kitabın 1981 yılında kaleme alındığını hatırlatmakta fayda görüyoruz. Aradan geçen 20 yıl zarfında Marksist sistemler de çökmüş ve umut olma özelliğini yitirmişlerdir.

“Türkiye gibi sanayileşme yolunda hayli ilerlemiş bir İslâm ülkesinde köylerden şehirlere büyük bir akın vardır. Her yıl yüz binlerce insan köylerden kopup büyük şehirlerin kenarında yeni yerleşme bölgeleri meydana getiriyorlar. Bu bölgelerde bir taraftan mahrumiyetler içinde çırpınırken, bir taraftan da sosyal çevre değiştirmenin verdiği ıstıraplara katlanmaktadırlar. Bunlar şehrin kendilerine yabancı, kozmopolit atmosferi içinde kendilerini kaybetmemek için bir kültür çevresi meydana getirmek ve o çevre içinde kendilerine belli bir hüviyet bulmak gayreti içindedirler.” (s, 26)

“İslâm’ın bugün uyanışından söz etmek, onun yakın zamanlara kadar derin bir uykuda bulunduğunu kabul etmek demektir.” (s, 29)

“İslâmiyet; Peygamber ve ilk dört halîfe zamanında özellikle mânevî kıymet sistemi olarak büyük bir gelişme ve yayılma gösterdi; sonra Emevî ve Abbasî İmparatorlukları zamanında daha çok siyasî ve dünyevî kudrete önem verildi. Ama bu sırada Müslümanlar ilim ve sanatta da çok büyük ilerlemeler göstererek dünyaya örnek bir medeniyet kurdular. Arkasından Haçlı Seferleri ve Moğol İstilâsı İslâm dünyasını derin bir şekilde sarstı. Türklerin hâkimiyet devri, çöküşü engelleyerek siyasî varlığı korudu, ama on altıncı yüzyıldan itibaren İslâm dünyası her sahada bir duraklama ve ardından gerileme dönemine girdi. Nihayet Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasıyla tam bir esâret devri başladı.” (s, 30)

NEDEN GERİ KALDIK?

“Eğer geçmiş devirlerde ümmetin mes’ûliyet mevkiinde bulunanlar İslâm’ın emir ve yasaklarına tam uysalardı kötü neticelerle karşılaşılmazdı. İslâmiyet birlik ve kardeşliği emrettiği hâlde Müslümanlar birbirleriyle ihtilâfa düşmüşlerdir; İslâmiyet ilmi teşvik ettiği hâlde Müslümanlar cehâlet içinde kalmışlardır; İslâmiyet adâleti emrettiği hâlde Müslümanlar birbirlerine zulüm ve tasaddî etmişlerdir; İslâmiyet sadelik ve kanaatkârlığı emrettiği hâlde Müslümanlar lüks ve israfa meyletmişlerdir.” (s, 30)

“Gerileme dönemlerinde karakteristik vasfın dinden uzaklaşmak olmadığı pekâlâ söylenebilir… Nitekim büyük sosyal sarsıntı zamanlarında, eğer henüz bir çözülme olmamışsa, insanların zühd ve takvâ hayatına fazla önem verdikleri, daha önceki fenalıkların kendi sapıklıklarına karşı ilâhî ceza mâhiyetinde olduğunu düşündükleri görülmektedir.” (s, 32)

Kitapta: “Bir medeniyeti ancak dinî bir mayanın canlı tutabileceği” anlatılmakta ve medeniyetlerin çöküşü konusu irdelenirken, Avrupa’daki Hıristiyanlığın durumu ve İslâm’la olan münasebetleri de anlatılmaktadır. Batı’nın İslâm’a bakışının değerlendirildiği bölümde şu cümleler dikkatimizi çekmektedir:

“Gerek Rusya’da, gerekse Çin’de komünistlerin hâkim olmasından sonra İslâmiyet’in zayıflatılması ve tamamen ortadan kaldırılması için çok şiddetli ve sistemli baskılar yapıldı. Din, resmen yasak edildi. Rusya 60 yıldır bu politikayı bütün şiddetiyle uygulamaktadır…

Gerek Batı’dan aktarılan ideolojiler, gerekse Batılılaşma esasına dayanan yerli doktrinlerin hiç biri İslâm ülkelerinde başarı kazanamadı. M. Radinson’un Le Monde’da yayınlanan iki makalesinde, bütün bu doktrin ve ideolojilerin İslâm’ın yerine geçmek üzere ortaya çıktığı, fakat İslâm’a mağlûp oldukları belirtilmektedir…

Dinin yerine geçecek başka bir sistem bulunmuş değildir. Bugüne kadarki tecrübemiz dinin ancak başka bir dinle yer değiştirebileceğini gösteriyor.” (s, 49)

İSLÂM HUKUKUNUN MESELELERİ

“Bugün İslâm dünyasının en önemli meselelerinden biri de hem İslâm’a, hem de modern hayata uygun bir hukuk sisteminin kurulmasıdır. Bir din sadece insanla tanrı arasındaki münasebetleri değil, aynı zamanda insanlar arasındaki müna sebetleri de düzenlediğine göre, o dinin mensupları en azından kendi aralarında inandıkları dinin prensiplerinin geçerli olmasını isteyeceklerdir.” (s, 79)

“İslâm hukuku denince bir din hukuku akla gelir; din hukukunun ise o dine ait kutsî metinlere dayanması beklenir. İslâm’ın kutsal kitabı Kur’ân’dır. Müslümanlar bir mesele hakkında dinin hükmünü öğrenebilmek için her şeyden önce Kur’ân’a başvururlar… Orada açık bir hükme rastlanmazsa hadislere başvurulur. Kıyas denilen kaynak, fıkıh denilen hukuk ilminde otorite sayılan âlimlerin yorumlarını ifade eder. Kıyasta esas olan, hukukçunun verdiği hükme bir şer’î delil göstermesidir.” (s,81)

“Bağımsız İslâm devletlerine Avrupa hukukunun girişi ise ilk olarak Osmanlı İmparatorluğu’nda 1850 tarihli Ticaret Kanunu’nun ve 1858 tarihli Ceza Kanunu’nun konması ile başlar. Her iki kanun da Fransız hukukunun tesiri altında tertiplenmiştir… Müslümanlar üzerinde Batı kanunlarının tatbiki ilk defa İngiliz işgalindeki Hindistan’da görülmüştür.” (s, 84)

“İslâm hukukunun yetersizliği hakkındaki iddiaların yanlış olduğunu kolayca söyleyebiliriz. İslâm hukuku modern (yeni) hayatın gereklerine uyma imkânlarından özü itibariyle mahrum değildir; onun dayandığı esaslardan bugünkü hayat için hüküm çıkarmanın imkânsız olduğu söylenemez. Nitekim bunun en güzel örneğini 1876 tarihli Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye vermiş bulunuyor.” (s, 88)

EDEBİYAT VE DİN

“Hıristiyan dünyasında yazılan eserlerin başlıca referansı Kutsal Kitap idi.” (s, 97)

“Hıristiyan olmayan ülkelerde, okuyucuların büyük çoğunluğu Tolstoy’un, Dostoyevski’nin romanlarını büyük zevkle okurken çok defa bu romanların birer Hıristiyan romanı olduğunu bilmez.” (s, 99)

“İslâm edebiyatı denince çok kimsenin aklına İslâm tarihinin olaylarını ele alan edebiyat eserleri veya din konularında eğitici, öğretici eserler gelmektedir. Hiç şüphesiz, Peygamber’imizin veya bir din ulu’sunun hayatını anlatan bir roman da İslâmi edebiyat içine girer; ancak İslâmiyet kitaplarda okunan değil, yaşanan bir hakikat olduğu ölçüde kıymet kazanacaktır. Biz onu bir sahâbenin, bir velînin veya geçmİşte ki herhangi bir kahramanın hayatın dan ziyade kendi hayatımızda görmeliyiz. Bugünün insanı, bugünün problemleri karşısında İslâm’la yüz yüze gelmelidir.” (s, 103)

Kitapta İslâm dünyasının birçok problemi incelenmektedir. Yazar zaman zaman da ilginç tarihî belgeleri zikrederek dikkatlerimizi çekmektedir. İslâm diyarında oynanan oyunlara örnek olması bakımından şu cümleleri sizlere aktarmak istiyorum:

“Cezayir kurtuluşunun lideri ve ilk Cezayir Başkanı Ben Bellâ ana dili olan Arapçayı bilmiyor, Fransızca konuşuyordu. Belki de Cezayirli kurtuluş liderlerinin nutukçu birer sosyalist olarak yetişmelerinde Fransız sol geleneğinin büyük tesiri olmuştur.” (s, 123)

Kitapta, medeniyet tarihçisi Toynbee’nin bir tasnifine de yer veriliyor:

“Batının ezici tesiri, İslâm dünyasında iki tipin doğmasına yol açmıştır. Bunlardan birincisi «zeolat» denilen tiptir ki, dış baskı karşısında bir çeşit arkaizme sığınır; değişmeye mukavemet eder, kendi medeniyetinin üstünlüğünü iddia eder ve bu medeniyetin geçmişteki başarıları ile öğünür. Diğeri «herodian» tiptir. Bu da aynı çeşit baskılar karşısında kozmopolit bir tavır takınır; kendi eski medeniyetini büsbütün bir yana bırakır… Mitralyöze mızrakla hücum eden zeolat kadar İşte böyle akıntı içinde at değiştiren herodian da tehlikeli bir oyun oynamaktadır.” (s, 193 )

İslâm ülkelerindeki aydın problemi, İslâm felsefesi, İslâm dünyasında ortaya çıkan grupların durumu İslâm’ın ekonomik görüşü ve İslâm’ın insana bakışı gibi son derece önemli konuların incelendiği kitabı her Türk aydınının okumasının faydalı olacağı düşüncesindeyim. Siz ne dersiniz?

Ne mutlu kafalarını milletin ıstırabıyla yoranlara… Çağ, üzerimize yürüdüğü zaman sıradağlar gibi dimdik durmak gerekmez mi?.. Soylu bir sevdanın ateşiyle ölü kalpler dirilmez mi?..