Mürüvvete Dair

Prof. Dr. Ahmet SEVGİ

“Mürüvvet nedir?” sorusunu ister halkımıza yöneltin, ister aydınlarımıza, alacağınız cevap aşağı yukarı aynı olacaktır: Ebeveynin, çocuklarının evlendiğini görme bahtiyarlığı… Oysa bizim kültürümüzde mürüvvet çok daha geniş ve önemli mânâlar ifade etmektedir.

Hüseyin Kâzım KADRİ’nin «Türk Lügati»nde mürüvvete şu anlamlar veriliyor: «Mertlik, insanlık, âdemiyet; insanlık şânına yakışan iyiliklerde bulunmak…» Ömer Nasuhi BİLMEN’in «Dinî ve Felsefî Ahlâk Lügatçesi» nde ise mürüvvet meâlen şöyle tanımlanmaktadır: «İnsanlığa uygun olanı yapmak, güzel olan şeyleri alıp, kişiyi hakir ve zelil düşürecek hâllerden kaçınmak…»

Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere mürüvvet, öncelikle insan olmak demektir. Malûm, insan doğmak başka, insan olmak başkadır. Diğer bir ifade ile insanı insan yapan «sûret» değil, «Sîret»tir. Yani insan; doğruluk, hakkâniyet, digergâmlık, hasbîlik, ilh. insanî hasletlere sahip olduğu ölçüde insandır. Şair doğru söylüyor:

Birâder âdemi insân eden pâkî-i sîrettir
Beşerde sanma kim matlûb olan bu cism ü sûrettir. (Nazım Paşa)

Mürüvvetli insan doğru insandır. “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!..” hükmüne sımsıkı bağlıdır. Kırılır ama eğilmez. Onun doğruluğu kesbî (sonradan) değil, vehbîdir. Yani doğruluk onun genlerine ebeveyninden geçmiştir.

Rivâyet ederler ki; İmâm-ı Âzam’ın babası Sâbit, bir gün bahçe sularken arktan yuvarlanıp gelen bir elmayı alır ve gayriihtiyârî ısırır, fakat derhâl pişman olur. «Ya sahibi helâl etmezse…» diye düşünür. Hemen elmanın sahibini aramaya çıkar, bulur ve helâllik ister. Sâbit’in takvâsını ölçmek isteyen elma sahibi ise:

“-Benim bir kızım var; gözleri görmez, kulakları duymaz, dilsiz ve ayakları kırık. Onu zevceliğe kabul edersen elmayı helâl ederim. Aksi hâlde yarın hesap günü hakkımı isterim.” der. Sâbit:

“-Yarın sıkıntıya düşmektense bugün çileye katlanmak herhâlde daha uygun olur.” diyerek gönülsüz de olsa teklifi kabul eder. Nikâh kıyılır, Sâbit nikâhlısının yanına girer. Bir de ne görsün, hiçbir kusuru olmayan güzel mi güzel bir gelin… Damat:

“-Yanlışlık oldu herhâlde.” diye tereddüt geçirirken gelin hanım:

“-Nikâhlın benim, babamın sana söyledikleri bir sırdı. Müsaade edersen açıklayayım.” diyerek söze başlar ve şunları söyler:

“-Harama bakmam, mâlâyânî sözler dinlemem, yalan söylemem ve uygunsuz yerlere gitmem. Bundan dolayı babam benim için «kör, sağır, dilsiz ve ayakları kırık» dedi.”

Söz konusu evlilikten doğan «Nûman» ı İmâm-ı Âzam (en büyük imam) yapan en büyük sebeplerden biri de bu müttakî ailenin genleri değil midir?

Mürüvvetli insan, diğergamdır. Kendinden ziyade başkalarını düşünür. Onun hayatına Hazret-i Ebû Bekir’in şu sözü yön vermiştir: “Yâ Rabbi, vücudumu o kadar büyüt ki tek başıma cehennemi doldurayım da oraya başka kimse girmesin.”

Şunu hemen vurgulamalıyız ki; diğergamlıkta esas olan, başkalarının menfaatini kendi menfaatine tercih etmektir. Şairin çok güzel ifade ettiği üzere, insanlar sadece kendi arzu ve heveslerinden vazgeçmekle diğergam olamazlar:

Âmmenin nef’ini te’mîne şitâb eylemeyen
Kendi âmâlini terk ile diğergam olamaz.
(Nasûhî)

Mürüvvetli kişinin en bâriz vasfı hasbîliktir. O ne yaparsa garazsız, ivazsız yapar. Öyle ki muhatabını minnet altında bırakmamak için sağ elinin verdiğini sol elinden gizler.

Maalesef bu ve benzeri daha nice hasletlerimiz sahipsizlik yüzünden kaybolup gitti. Keşke yüzyıllar önce yapı lan uyarılardan ders alabilmiş olsaydık:

Kanı bir dost âlemde garazsız
Bir işi ola ücretsiz ıvazsız

[…]

Gel imdi ettiğin Allah için et
Ki zâyî olmaya li’llah için et

Cihân hod verdiğini yine alır
Kişiye ettiği ihsânı kalır.
(Lâtifî)

Kısacası, dünya çok değişti. Ne muhabbet kaldı ortada, ne de himmet ve mürüvvet. Oysa bizim geleneğimizde insanın kıymeti bunlarla ölçülürdü. Peki, bu güzel hasletlerimizi niçin kaybettik?.. Sualin cevabı sanırım Seyyid Vehbl’nin şu beytinde saklı:

İnsâf kanda gitti mürüvvet ne yerdedir
Yârân-ı asr münkir-i ruz-ı ceza mıdır?