Kerküklü Faiz’den Nükteler

Doç. Dr. Nihat ÖZTOPRAK

Şair Faiz, hikmetli sözler sandığı gibidir. Kapağı açıldıkça ortaya inciler saçılır.

SANTURA GEL

Kerküklü genç şairlerden Fâiz (öl. 1897) bir gün bir kahvehanenin önünden geçerken kulağına santur sesi çalınır. Nereye gideceğini ne yapacağını unutmuş bir hâlde gayriihtiyarî oturup dinlemeye başlar. İlmi ve takvâsıyla tanınmış şeyhlerden Halis Efendi’nin oğlu oluşu dolayısıyla onun bu hareketi kulağı paslı, müzikten bînasip olanlar tarafından kınanır ve durum babasına iletilir. Babası kendine nakledilenlerden etkilenerek üzülür ve oğlunu uyarmak zorunda kalır.

Fâiz, çok sevdiği babasına şairane bir yaklaşımla durumu açıklayan ve düşüncelerine tercüman olan şöyle bir beyit söyler:

Mazhar-ı lutf-ı ilâhî olmak istersen eğer
Bî-tekellüf bas kadem Mûsâ gibi sen Tûr’a gel

Mânâsı şöyledir: “İlâhî lütfa mazhar olmak istersen eğer Musa gibi gel sen de teklifsiz Tur Dağı’na ayak bas.”

Beyitte «Sen Tur» kelimeleri birleştirilirse «santur» şeklinde okunur. Esasen şairin asıl kastı da tevriye yoluyla bu olsa gerek. Böylece babasına «santur» dinlemenin kötü olmadığını edebî bir yolla anlatmıştır.

Beyitte Hazret-i Musa’nın Allah ile Tur Dağı’nda konuşmasına ve Allah ‘ ın isteği üzerine nalınlarını çıkarıp, yalın ayak basmasına telmih vardır. Bilindiği gibi Hazret-i Musa Tur Dağı’nda Allah ile konuşmuş, O’nun sesini yani ilâhî sesi duymuş bahtiyar peygamberlerdendir. Şair bu konuyu beytinde işlemekle santur sesinde ilâhî bir hususiyet olduğunu vurgulamaya çalışmış olabilir. Allah ile konuşmasından dolayı Hazret-i Musa Türk edebiyatında da «Kelîmullah» sıfatıyla anılmıştır.

Aldığı terbiye gereği babasına karşı gelmemesi gerektiğini bilen Fâiz, doğru bildiği ve en azından yanlış olmadığına inandığı bir konuyu babası da olsa açıklama gereği duymuş ve bunu şiirin büyülü gücünden istifade ederek bir beyitle başarmıştır.

KEMÂL EHLİNİN MAL EHLİNDEN FARK!

Şair Fâiz, yukarıdaki kıssadan da anlaşılacağı üzere, hikmetli sözler sandığı gibidir. Kapağı açıldıkça ortaya inciler saçılır. Onun bu inci sandığından dökülen bir inci de kemâl ehlinin mal ehline 20 pâye üstün oluşunu dile getirdiği sözüdür. Konuyu ele aldığı inci beyti şöyledir:

Kıyâs olmaz kemâl ehline sâhib-mâl rif’atte
Yiğirmi pâye efzûndur kemâlin kadri mâl üzre

Mânâsı şöyledir: “Mertebe bakımından mal ehli kemâl ehli ile kıyaslanamaz zira «kemâl» in derecesi «mal» üzre yirmi pâye daha fazladır.”

Neye göre «kemâl» in derecesi «mal» a 20 derece üstündür? Beyitte buna dair bir işaret bulunmaz. Ancak eski Türk kültüründen ve edebiyat kültüründen az çok haberdar olanlar bilirler ki işin içinde sayı varsa hemen akla ebced hesabı gelmelidir. Kemâl kelimesinin ebcede göre harf değeri doksan bir (=20+40+ 1 +30); mal kelimesinin ise yetmiş bir (=40+1+30)’dir. Buna göre kemâl ile mal arasındaki fark yirmidir.

Kemâl ehlinin mal ehlinden daha yüksek bir mertebede olduğunu ve santur dinlemenin yanlış olmadığını hoş nüktelerle dile getirmesini bilen Fâiz, Kerkük ve havalisi başta olmak üzere çevre kültür muhitlerinde de keskin dili, müstehcenlik karışmış hiciv ve mizahî şiirleri ile şöhret bulmuştur. Onun şöhretini oluşturan hususlardan birisi de çağdaşı ve hemşehrisi şair Sâfî ile bir mahbub konusunda yazıştıkları şiirlerden ortaya çıkan «müşâare» leridir.

Sözünü ettiğimiz bu müşâare ve müşâarenin diğer şairi Sâfî’nin nüktelerini gelecek sayıda yazımıza konu edecek ve bu vesileyle Fâiz hakkında burada verilen bilgilerin kaynağı olan «Klâsik Türk Edebiyatında Müşâare» adlı yeni yayımlanmış önemli bir kitaptan da söz edeceğiz.