İÇİMİZDEKİ HUZURU VE ARAMIZDAKİ SEVGİYİ ARTIRAN ŞEY: SELÂM
Aynur TUTKUN
“Bugün (âhirette) cennetlikler, nimetler içinde safa sürerler. Onlar ve eşleri, gölgeler altında tahtlara kurulurlar. Orada her çeşit meyve onlar içindir. Bütün arzuları yerine getirilir. Rahîm olan Rab’lerinden onlara söz olarak SELÂM gelir.” (Yâsîn Sûresi, 55-58)
Bu âyetleri okurken Müslüman kendini cennetlikler içinde tahayyül ediverir (inşallah âhirette de durum öyle olur). Hayali bile güzeldir cennette olmanın. Eşimizle beraber gölgeler altında, nimetler içinde, çeşit çeşit meyvelerin ve her türlü arzuların ânında gerçekleştiği o yerde, cennet güzelliklerinden biri olarak Rabb’imizden de SELÂM gelir. Kimbilir o güzel söz ruhumuza ne güzellikler ne lezzetler tattıracak ki Allah Kur’ân-ı Kerîm’inde, cennette bize sanki mânevî bir ikram gibi SELÂM göndereceğini müjdeler.
Sanki selâm, selâm verilen tarafından umursandığımızın, adam yerine konulduğumuzun, kâle alındığımızın, değer verildiğimizin bir göstergesidir.
Rabb’imizin cennetliklere göndereceği selâm kadar olmasa da bu dünyada insanların birbirlerine vereceği selâm benzer bir etki yapar. Bir topluluk içinde göz göze gelen iki tanıdığın birbirine selâm vermesi; birbirlerine değer verdiklerinin, birbirlerini önemsediklerinin ve adam yerine koyduklarının bir emâresidir. Selâmı veren de alan da mutlu olur, gönlünde bir ferahlık hisseder.
Önceleri, tanışsalar da tanışmasalar da Müslümanlar birbirlerine daha sık selâm verirlerdi. Yolda birbirlerini farkettiklerinde selâm verebilmek için yarışırlardı âdeta. Fakat stresli ve koşuşturmacalı şehir hayatının gereklerinden midir bilinmez, artık insanlar öyle eskisi gibi selâmlaşmıyorlar. Karşı taraftan gelen ve selâm verilebilecek birisi diye gözünüze kestirdiğiniz kişi tam yaklaştığınız anda kafasını çeviriveriyor nedense. Neden insanlar bu kadar kederli, asık suratlı ve mutsuzlar? Neden güzel sözden mahrumlar? Bu daha çok, büyük şehirlerin problemi olsa gerek. Küçük yerlerde insanlar ağızlarıyla selâm veremeseler de el işaretleriyle, hattâ arabalarının içindeyseler korna çalarak da olsa selâm verirler! Ve o insanlar büyük şehirlerin insanlarından daha az stresli, daha huzurludurlar. Bunlar bir tesadüf mü, yoksa sebep-sonuç ilişkisi mi, net değildir elbette. Fakat güzel bir araştırmanın konusu olabilir.
Selâm verelim, gülümseyelim, tanısak da tanımasak da birbirimizi umursayalım, adam yerine koyalım, değer verelim.
Gülümsemek timus bezini harekete geçirir. Timus ise t-hücresi üretir. Thücresi her gün üretilen milyonlarca hücreden anormal olanlarını ortadan kaldırır. Artan çeşit çeşit hastalıklarımızın bir sebebi de bu mudur acaba?
Selâmlaşmama, dünyanın kendi etrafında döndüğünü sanmanın, kendi dışındaki herkesi yok saymanın bir emaresidir. Allah’ın selâmı dışındaki selâmlamaların bile yokluğu, insan insana ilişkilerde soğuk bir iletişimin başlangıcıdır. Herhangi bir probleminizi çözmek için gittiğiniz bir kurumda görevliye selâm vermeden meseleyi anlatmaya başladığımızı ya da onun bizi: «Hoşgeldiniz» gibi bir selâmla karşılaması gerekirken doğrudan konuya girdiğini varsayarsak problemimizin ne kadar çözülüp çözülemeyeceğini tahmin etmemiz hiç de zor olmaz. Güleryüz ve bir: «Merhaba» yla karşılandığımızda işimizin hâllolacağını kestirebiliriz âdeta.
Stres, koşuşturmaca ve yolunda gitmeyen işlerimiz, güleryüz ve selâmı esirgememize sebep olabilir. Fakat tersinden etki de oluşturabiliriz. Yani gün boyunca göstereceğimiz güleryüz ve vereceğimiz selâmlar kendimizi daha iyi hissetmemize, stresimizi oldukça azaltmaya sebep olacaktır. Eşlerin sabah birbirlerinden güleryüz ve selâmla ayrılması, çocukların okula güleryüz, selâm ve duayla yollanması, asansörde karşılaştığımız birinden «merhaba»nın esirgenmemesi, merdivenleri silen teyzeye kolaylıklar dilenmesi, inanın insanın kendisini daha iyi hissetmesine ve etraftakilerin de kendilerini daha iyi hissetmelerine sebep olacaktır.
Selâmlaşma Kur’ân ahlâkının tebessüsosyal ilişkilere kattığı güzelliktir. Rabb’imiz şöyle buyurmaktadır: “Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir. Rabb’inin izniyle her zaman yemişini verir.” (İbrahim Sûresi, 24)
Çok meşhur bir hikâye ise şöyledir:
Bir gün küçük bir kız, hüzünlü bir yabancıya gülümsedi. Bu gülümseme adamın kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu. Bu hava içinde yakın geçmişte kendisine yardım eden bir dosta teşekkür etmediğini hatırladı. Hemen bir not yazdı, yolladı. Arkadaşı bu teşekkürden o kadar keyiflendi ki, her öğle yemek yediği lokantada garson kıza yüklü bir bahşiş bıraktı. Garson kız ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu. Akşam eve giderken, kazandığı paranın bir kısmını her zaman köşe başında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı.
Adam öyle ama öyle minnettâr oldu ki anlatılamaz. Çünkü iki gündür boğazından aşağı lokma geçmemişti. Karnını doyurduktan sonra, bir apartman bodrumundaki tek odasının yolunu ıslık çalarak tuttu. Öyle neşeliydi ki, bir saçak altında titreyen köpek yavrusunu görünce, kucağına alıverdi. Küçük köpek, gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu. Sıcak odada sabaha kadar koşuşturdu. Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar sardı. Bir yangın başlıyordu. Dumanı koklayan köpek öyle bir havlamaya başladı ki, önce fakir adam uyandı, sonra bütün apartman halkı… Anneler, babalar dumandan boğulmak üzere olan yavrularını kucaklayıp, ölümden kurtardılar. Bütün bunların hepsi, beş kuruşluk maliyeti bile olmayan bir tebessümün sonucuydu. (Siz tebessüm yerine selâm da diyebilirsiniz).