İSLÂM’IN MÂNEVÎ ÖNDERLERİ ARTIK MESLEKLERİNİN EHLİ

Doç. Dr. Ahmet KAVAS

İslâm toplumlarının mânevî önderleri geçmişteki meslektaşlarını aratmayacak kadar yetiştiler, hattâ bazı konularda onlardan daha ehil konuma geldiler. Çok değil bundan 40-50 sene önce imam, müezzin, vaiz, müftü deyince icrâ ettikleri mesleklerinin yeterli donanımına sahip olmayan kimseler akla gelirdi. Öyle zamanlar oldu ki pek çok bölgede: “Bari cenazelerimizi yıkayacak bir kişi olsaydı…” diye serzenişler duyuldu. Mânevî önderlere gereken ilginin gösterildiği dönemlerde bu sahada yetişmek için gayret gösterenlerin sayısında artış olurken, toplumdaki itibarları sarsıldığında ise bu mesleği talep edenler azaldı.

Osmanlı Devleti’nin son döneminde, mânevî önder yetiştirme konusunda ciddî sıkıntılar çekilir hâle geldi. İmamlık başta olmak üzere birçok dinî vecibenin yerine getirilmesinde topluma rehberlik yapacak yetişmiş insan sayısı iyice azaldı. Hattâ bazı kimseler bu meslekler konusunda yok denecek kadar sınırlı bir tecrübeye sahipken camilerde görev almaya başladılar. Bunu yapmaktaki en büyük menfaatleri ise askerlikten muaf olma arzusu ve üç-beş kuruşla geçimlerini sağlama gibi basit sebeplere dayanıyordu.

XX. yüzyılın başında Menteşe Mutasarrıfı’nın livâsında bulunan kadı, müftü, tahrirat müdürü, nâfia müdürü ve diğer yetkililerle birlikte hazırlayıp Dâhiliye Nezâreti’ne sunulan bir belgede o günkü içler acısı durum bütün vahâmeti ile gözler önüne serilmekteydi. Çünkü buranın merkezinde, kazalarında ve köylerinde bulunan camilerde görev yapan imamlar ve hatipler yeterli eğitimden geçmemiş kimseler oldukları gibi bunlara verilen ücretler de çok düşük olduğundan, bu meslekler sadece askere gitmek istemeyen bazı kimselerin rağbet ettikleri mesleklere dönüşmüştü. Gerçi o dönemde bu görevleri icrâ edecek kimseler hakkındaki kanunda değişiklik yapılmış ve daha önce çok sathî bir imtihan neticesinde bu görevlerin ehline verilmesine karar verilmişti. Böylece câhil imam ve hatipler görevlerinden alınacağı gibi onların milleti dinî ve içtimaî konularda hataya sürüklemelerine müsaade edilmeyecekti. Dahası topluma yön veren imamların ve hatiplerin yerine getirecekleri görevleriyle mütenasip ilmî seviye ve irfana sahip olmaları sağlanacaktı. Yetişmiş kimselerden seçilecekleri için askerden muaf olma gibi bir duygu da taşımayacaklardı. Bu tedbirle birlikte devlet bu kimselerin şehrin mahallelerindeki ve köylerde ki önemlerinin daha iyi anlaşılarak yerine getirecekleri dinî ve içtimaî vazifelerinin dikkate alınmasını sağlayacaktı. Böylece: “Ulûm-ı dîniyye ve ictimâiyye tahsil etmiş eimme ve hutebâ yetiştirmek âti-i memleket için menâfi-i azîme teşkil edeceğinden” imamlar için bir okul açılması veyahut ıslah edilmiş mevcut medreselerde öğrencilere gerekli derslerin verilerek eğitilmeleri sağlanacak, ayrıca imamlik ve hatiplik meslekleri cazip hâle getirilerek gençlerin cami hizmetlerinde görev almaları teşvik edilecekti. Ancak her mahalle ve köyde devlet tarafından maaşlı görevlendirme yapılacak olursa bunun hazineye büyük yük getireceği açıktı. Bunun yerine mahallenin gücüne nispetle görevlinin ihtiyaçlarını karşılaması, köylerde ise hane başına güçleri nispetinde bir meblâğ vermeleri şartı aranacaktı.

Yine ülkenin her tarafında yaygın cami ve mescitlerde halkı irşat etmek adına yeteri kadar vaizler bulunmaması yüzünden kürsüleri, oralara lâyık olmayan kimseler işgal etmekteydi. Hattâ Osmanlı Devleti’nin pâyitahtı olan İstanbul’da bile Ramazan ayı boyunca camilerde, kürsülere vaaz ve sohbet etmek için çıkan bazı vaizler ve kürsü şeyhleri ahaliyi dinî konularda aydınlatmak yerine lüzumsuz ve gülünç şeylerle meşgul ediyorlardı. Bu durumdan şikâyetçi olanlar bir an evvel tedbir alınması için şeyhülislâmlık makamına yazılı olarak müracaatta bulundular. Mübârek bir ayda Müslümanları irşat etmek yerine, onlara mânâsız şeyler anlatan, güldürmek için bazı sözler sarfeden, taklit yapan, toplumun tanıdığı bazı önde gelenkimseleri kastederek rumuzlu ifadelerle onlara saldıran kimseler vardı. Meşihat tarafından tayin edilecek müfettişler ve «büyük kavuklu efendiler» camileri dolaşarak böyle vaaz eden kimseleri tespit ederek meslekten men’ edeceklerdi. Hattâ böyle davranmaya meyledenler varsa onlarda uyarılarak tedbirli olmaları istenecekti. Gerçi ahaliye olur olmaz şeyler anlatan ve onları güldürmek için uğraşanlar genelde fakir kimseler olup asıl amaçları vaaz ettikleri yerlerde daha fazla cemaat toplayıp onlardan bir miktar menfaat elde etmekti. Bu tür davranış içinde olanlar tespit edildikten sonra görevlerinden uzaklaştırıldıklarında geçimleri konusunda zor durumda kalmamaları için ellerine hazinede fakirler için oluşturulan sandıktan 10.000 kuruş verilmesi Bâbıâlî ve Maliye Nezâretı’ne bildirildi.

Bir diğer konu da dinî konularda Müslüman ahalinin çocuklarına yeterli eğitimin verilememesidir. Osmanlı Devleti’nin Rumeli ve Anadolu vilayetlerindeki Müslüman köylerinin çoğunda okul olmaması, bir kısmında ise okul olduğu hâlde eğitim ve öğretim yapılamaması, köy çocuklarının İslâm inançlarından bir nebzecik de olsa bilgi sahibi olmadan yetişmesine sebep oluyordu. Maarif Nezâreti küçük yerleşim yerlerinde ilk dinî eğitimin verilmesinin, o muhitin tebaasının yardımlarıyla hâlledilmesi yönünde karar almıştı. Gayr-i müslim tebaa bu ihtiyacını rahatça karşılarken Müslüman köylerin durumu içler acısıydı. Oysa herköyde ahalinin kendi mahsûllerinden verdiği yardımlarla vazife yapmak üzere bulundurulması zarurî olan imamların bu vazifeyi yerine getirecek seviyede yetişmemiş olmaları Müslüman çocuklarını bu ilk eğitim hakkından mahrum bırakıyordu. Her köye ayrı ayrı imam ve öğretmen (mektep hocası) tayin edilmesi zor olduğundan yeni görev verilecek olanların imamlık ve hocalık yapmaya muktedir olması şartı aranıyordu. Bunun için de imamların Dârülmuallimîn’den diploma almaları gerekecekti. Fakat birçok vilayette öğretmen yetiştirecek okul olmadığı için İstanbul’daki Dârülmuallimîn’in birer şubesinin Ankara, Kastamonu, Mâmuretülaziz (Elazığ) ve Trabzon gibi vilayetler ile Kudüs-i Şerif mutasarrıflığında açılması istendi. Sonuç itibariyle Trabzon ve Ankara’da dâimî şubelerin, diğerlerinde ise İstanbul’daki okul, yeterli öğrenci sayısına ulaşıncaya kadar geçici şube olarak açılmasına karar verildi. Böylece Müslüman ahalinin çocukları ilk eğitimlerini Darülmuallimîn mezunu köy imamlarından alma imkânına sahip oldular. (2)

Osmanlı’nın son dönemine ait bu örnekler artırılabilir. Değişen dünya şartları içinde Hıristiyan dünyasının kesintisiz ehemmiyet verdiği din adamı yetiştirme ve bunları kendi inançlarına sahip toplumlarda görevlendirme girişiminde dâima ileriye doğru bir gelişme vardı. Hattâ başka toplumları da misyonerlik vasıtasıyla bu görevliler sayesinde Hıristiyanlaştırma çabalarına giriştiler. 20’nci yüzyılda tarihlerinin hiçbir döneminde elde edemedikleri başarılara kavuştular. Farklı dinlere mensup yüzlerce milyon insanı Hıristiyanlaştırdılar. (3)

Müslüman toplumlara gelince, Türkiye Cumhuriyeti hâriç diğer bütün İslâm devletleri kısa veya uzun müddet sömürge düzeninde kaldıkları için ihtiyaç duydukları mânevî önderlerini yetiştiremediler. 1940’lı yılların sonunda bütün İslâm dünyasında yeniden açılmaya başlayan din görevlilerini yetiştirecek okulların sayısı çığ gibi artmaya başladı. Aradan geçen 50 yılda elde edilen başarı küçümsenemeyecek kadar önemlidir. Özellikle Türkiye’de açılan İmam-Hatip Liseleri, Müslüman ülkeler içinde en başarılı eğitim kurumlarındandır. Buralarda eğitim gören öğrenciler daha sonra İlâhiyat Fakülteleri’nde gördükleri öğretim sayesinde imamlık, müezzinlik, Kur’ân kursu öğreticiliği, vaizlik ve müftülük gibi diyanet sahasında, ilk ve ortaöğretim din kültürü ve ahlâk bilgisi öğretmenliği, İmam-Hatip Liseleri’nde meslek dersi öğretmeliği gibi pek çok alanda ehil olduklarını ispat etmektedirler.

Günümüzde İstanbul’un büyük camilerinin mihraplarına geçip namaz kıldıran, minberlerinde hutbe okuyan imamlar, her geçen gün mesleklerinin hakkını daha fazla vermektedirler. Kürsülerde halkı güldüren değil, düşündüren ve bilgilendiren vaizler ve bütün bu görevlilerden sorumlu müftüler artık mânevî önder olmanın gururunu kendileri yaşadıkları gibi, cemaatlerine de yaşatıyorlar. Anadolu’nun her vilayetinde artık yüksek eğitimli imamlar, müezzinler, Kur’ân kursu öğreticileri, vaizler ve müftüler bulunmaktadır. Köylerdeki imamlar dahî İlâhiyat Fakültesi mezunu olanlardan tayin ediliyor. Yurtdışındaki vatandaşlarımıza dinî konularda hizmet veren ve çoğu yabancı dil bilen görevlilerimiz de dâhil olmak üzere bugünün manevî önderleri, Osmanlı devlet adamlarının 20’nci yüzyılın başında tahayyül ettikleri seviyeyi 21’inci yüzyılın başında tam mânâsıyla yakalamış bulunuyor.

(1) Başbakanlık Osmanlı Arşivi, DH. İD., 33/54, 05 Muharrem 1332.

(2) Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Y.PRK.BŞK, 25/85, 2 Ramazan 1309.

(3) Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Y.PRK. RES., 58/24, 14.10.1309.