YÜKSELİŞ KUR’ÂN İLE…

Sami GÖKSÜN

İnsanın mâneviyat ve rûhâniyetini, yaşarken uyması hâlinde huzur bulacağı nizamı ihmal eden hiçbir beşerî sistem, insanı sâhil-i selâmete çıkaramaz. Çıkaramadığı gibi saâdet ve huzurunu da temin edemez.

Müşâhede ediyoruz ki;

Saâdet ve huzur getireceği zannedilen asrımızın teknolojik gelişmeleri, maddî imkânlar ve diğer hususlar, insanların saâdet ve huzurunu sağlayamamış, gönül huzurunu temin edememiştir.

Bu sebeple korkunç felâketlerin ve büyük ıstırapların pençesi altında kıvranan insanlık; sancılarını dindirecek, kalp ve gönül huzurunu temin edecek bir rahmete, bir nûra ve bir şifâya hasrettir. İnsanlığın hasretini çektiği bu rahmet, bu nur ve bu şifâ; hiç şüphesiz Allah kelâmı Kur’ân-ı Kerim’dir. İnsanlık, ona îmân edip ona teslim olduğu gün huzur ve saâdeti elde etmiş olacaktır. Merhameti sonsuz olan Cenâb-ı Allah, Kur’ân-ı Kerîm’i insanlığa şöyle takdim buyuruyor:

“Ey insanlar!

Rabbinizden size bir öğüt, kalplerdeki hastalıklara bir şifâ, inananlara bir rehber ve rahmet gelmiştir.” (Yûnus, 57)

Cenâb-ı Hak, başka bir âyetinde ise;

“Ey insanlar!

Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik.” (el-Nisâ, 174)

Yukarıdaki âyet-i kerîmelerde belirtildiği üzere, görüyoruz ki karanlıklar içerisinde bocalayan ve beyninde fırtınalar kopan insanlığın kurtuluşu için; bir öğüt, bir nur ve bir şifâ, ancak Kur’ân-ı Kerim’dir.

Öyleyse insanlık ve hâssaten müslümanlar olarak bizler, nûrumuzu ve şifâmızı Kur’ân-ı Kerim’de aramalıyız. Dertlerimizi, sıkıntılarımızı, meselelerimizi halletmek için Kur’ân-ı
Kerîm’e başvurmalıyız. Aramızda hakem olarak Hazret-i Kur’ân’ı ve onu tebliğ eden Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i iyi tanımalıyız. Tıpkı Peygamber Efendimiz’in yaptığı gibi; yani Kur’ân-ı Kerîm’i güzel okuyup doğru anlayarak, hayatımıza tatbik etmeliyiz. Sahâbe-i kiram efendilerimiz de aynen böyle yaptılar. Onlar; inen Kur’ân âyetlerini önce okudular, öğrendiler ve sonra hayatlarına Fahr-i Âlem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in rehberliğinde tatbik ettiler. Neticede fazîletler medeniyetini oluşturdular.

Bileceğiz ki;

Kur’ân-ı Kerim okunup anlaşılsın ve hayata tatbik edilsin diye gönderildi. Bugün uygulamadaki hâline baktığımız zaman; «Müslümanım!» dediği hâlde Kur’ân’ı çok az okuyan ve onu hayatına tatbik etmeyen, Allâh’ın emirlerini yerine getirmeyen ve yasaklarından kaçınmayan, gaflet ve günah bataklığında çırpınan bir toplum ortaya çıktı. Bizim, müslümanlar olarak bu kötü gidişâtı hayra ve güzelliğe dönüştürecek bir gayrete ihtiyacımız var. Bu kötü gidişâta fren vazifesi görecek bir îmanlı nesle ihtiyacımız var. Bu noktada fedâkârca gayret gösteren güzel insanlara eşlik etmek ve yardımcı olmak zorunluluğumuz var. Bu konuda çok çalışmalıyız. Çalışmalıyız ki Rabbimiz, karşılığını bize lutfetsin. İşte o zaman nur da bize ait olur, şifâ bizim olur.

Yüce Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

“Rabbine and olsun ki;

Aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda Sen’i hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın onu kabullenmedikçe ve boyun eğip teslim olmadıkça îmân etmiş olmazlar.” (en-Nisâ, 65)

“İnsanlar arasında Allâh’ın Sana gönderdiğine göre hükmedesin diye Hakk’ı içeren kitabı Sana indirdik; hâinlerden taraf olma!” (en-Nisâ, 105)

Bu âyetlerde de görüldüğü üzere;

Allâh’ın kānûn-i ilâhîsi olan Kur’ân-ı Kerîm’in hükümlerini kabul etmeyen, Hazret-i Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in rehberliğine ve hakemliğine râzı olmayan kimselerin îmânından söz edilemez. Bu sebeple müslüman, kayıtsız ve şartsız Kur’ân-ı Kerîm’in hükümlerine boyun eğmelidir ve hiç tereddüt göstermeden Hazret-i Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hakemliğine râzı olmalıdır.

Müslümanlar olarak şunu kesinlikle bilmeliyiz ki; insanlığın ve Müslümanlığın yeniden dirilişi, yeni bir îman heyecanı ve azimle Hazret-i Kur’ân’ın gösterdiği hak yola, doğru yola, sırât-ı müstakîme tâbî olmakla mümkündür.

Şöyle hulâsa edebiliriz:

Şüphesiz Kur’ân-ı Kerim; zaman ve mekân sınırı tanımadan her zaman ve her yerde bütün insanlığı doğruya, sadece doğruya götürür.

•Îman ve amelde doğruya götürür.

•Düşünce ve şuurda, ahlâkî ve ailevî yaşayışta doğruya götürür.

•İdârî, ticârî ve iktisâdî hayatta doğruya götürür.

•Huzur ve saâdette, sevgi ve güvende, şefkat ve merhamette, sağlık ve sıhhatte, velhâsıl; her mevzuda doğruya, güzele götürür.

Bunun böyle olduğunu da yüce Rabbimiz, İsrâ Sûresi’nin 9’uncu âyetinde şöyle beyan eder:

“Şüphesiz bu Kur’ân en doğru olana iletir; dünya ve âhiret için yararlı işler yapan mü’minlere, kendileri için büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler.” (el-İsrâ, 9)

Kur’ân’dan uzak kalan insanların meydana getirdiği cemiyetlerde huzur ve saâdet yerine; kavga vardır, yalan ve haram vardır, haset ve dedikodu vardır. İnsanlar arasında sevgi ve kardeşlik bağları kopuktur. Güven ve yardımlaşma duyguları zayıflamıştır. Kalpler gibi kılık kıyafetler de bozulmuş, edep ve hayâ damarları çatlamış, internet ve özellikle sapık sosyal medya hastalığı ve modalar, salgın hastalık hâline gelmiştir.

Hakikati, üzülerek ifade etmek gerekirse bugün cemiyetimizin manzarası kısaca budur. Bu ise aslında bir geriye gidiş, bir çöküştür.

Bu noktada Sevgili Peygamberimiz dikkatlerimizi çekerek şöyle buyurmaktadır:

“Allah Teâlâ bu Kur’ân ile (amel eden) kavimleri yükseltir. Onun izinden gitmeyenleri ise alçaltır, zelil eder.” (Müslim, Müsâfirîn, 269)

O hâlde;

Madde ve mânâda yükselmenin, ahlâklı ve fazîletli olmanın, huzur ve saâdetin kaynağı Kur’ân-ı Kerim’dir. Dünya ve âhirette kurtuluşa ermenin çaresi de Kur’ân-ı Kerim’dir. Kur’ân’a dayanmayan bütün işlerin sonu da hüsrandır.

Rabbim bizleri Kur’ân’ın yolundan ayırmasın. Onu hayatımızın nûru, şifâsı ve devâsı eylesin inşâallah.

Âmîn…