Hak Rızâsınca; SABREDENLERİ MÜJDELE!

Yunus Sami EŞMELİ yunussamiesmeli@hotmail.com

Sevdiğimiz ve benimsediğimiz şeyleri yapmak kolay gelir. Ne kadar zor dahî olsa, onları rahatlıkla yaparız, zevkle yerine getiririz.

Misal, bir dağcı… Normal şartlar altında yaptığı iş hiç de kolay değildir. Hele ki tırmanacağı dağın yüksekliği fazlaysa; oluşabilecek meşakkatler de o yönde daha fazla olacaktır. Tırmanışa başlamadan önce plânlamalar, hazırlıklar, tedarikler ve çalışmalar yapması îcap eder. Tırmanış başladığında da üst seviye bir dikkat, karşılaştığı zorlu kayalarla mücadele, rüzgâr hesaplaması ve daha pek çok husus devreye girer. Epey yorucu olmakla birlikte, birtakım ciddî risklerinin olduğu da muhakkak. Fakat hepsine rağmen bu işi seven ve benimseyen bir dağcı, bütün bunları severek ve zevkle gerçekleştirir. Sadece dağcılıkta da değil, bu her alanda böyledir.

Buradan ilhamla;

Cenâb-ı Hakk’ı seven bir mü’mine de O’ndan gelen her şey kolay gelir ve zevk verir.

Öyleyse, başımıza ne şekilde felâketler, imtihanlar, zorluklar ve sıkıntılar gelirse gelsin, bize düşen; hepsinin Âlemlerin Rabbi olan Allah’tan geldiğinin şuurunda olarak sabretmektir.

Fakat elbette her sıkıntının görünür bir sebebi de oluyor. Her şey, birileri veya bazı hâdiseler sebebiyle gerçekleşiyor. Bu noktada gaflet; sebeplerde takılı kalıp daha da sıkıntılı hâllere düşmeye sebep olsa da, her sebebin bir müsebbibi olduğu hakikatini unutmazsak hikmetleri görebilir ve asıl sebepten şaşmayız. Arkhe felsefesi olarak geçer, «ilk sebep» derler filozoflar. İşte onlar da esasında bunu ifade etmek isterler. Her sebebin bir ilk sebebi olduğunu. Her şeyin Allah’tan olduğunu.

Bu idrakle;

Hayatın iniş çıkışlarında, meşakkatlerinde ve imtihanlarında Rabbimiz’den gelen her şeye sabretmeliyiz. Hepsinden de râzı olarak. Nasıl ki tırmanmayı çok seven bir dağcının;

“Ben rüzgâr istemiyorum, bu kaya çok engebeli, bu dağ da çok yüksekmiş, niye bu kadar dik buralar, çok yorucu bu iş, zirveye çıkmasam da olur…” vb. cümleler kurması gülünç olur ve gerçekten bu işe muhabbet içinde olan biri bu cümleleri asla kurmazsa, biz de hayata daha şümullü bir şekilde ve bu bakış açısıyla bakmalıyız.

Zira ebedî saâdetin yegâne formülü ve Hak rızâsına erişmenin usûlü budur. Sevgimizin ispatı olarak rızâ gösterelim ki bizden de râzı olunsun. Kaldı ki en büyük bahtiyarlık, Cenâb-ı Hakk’ın rızâsına erişmek değil midir?

Kur’ân-ı Kerim’de dünya ve âhirete ait bütün mutluluklar sayıldıktan sonra şöyle buyurulur:

“…Allâh’ın rızâsı ise bunların hepsinden üstün, hepsinden daha büyüktür…” (et-Tevbe, 72)

İşte bu rızâya daha kolay erişebilmek için Hakk’ı ve O’ndan olan her şeyi sevmeyi, benimsemeyi ve özümsemeyi düstur edinmeliyiz.

Aksi hâlde;

Normal şartlar altında Allah Teâlâ’yı her bakımdan sonsuz, en muazzam, en muhteşem ölçüler içinde anlatsak, O’na her bakımdan hayran olsak bile, biraz canımızı yakan bir hâdise ile karşılaşınca rızâyı bırakır ve şikâyet etmeye başlarız. Alt sebeplere takılır, sürekli birilerini veya bir şeyleri suçlayarak; «Niye?.. Niye?..» der dururuz. Hep hayranlıkla anlattığımız kudrete, bu sefer -gaflet edip- üstü kapalı zâlim sıfatını verebiliriz. Elbette ki hiçbirimiz Cenâb-ı Hak üzerinden direkt öfkemizi ifade etmeyiz. Bu zaten îmânımıza da zarar verir. Ancak böylesi sıkıntılı dönemlerde sinirlerin ve hınçların «kahpe felek» diyerek çıkarıldığı vâkîdir. Hepimiz çok duymuşuzdur bu kalıbı. Hâlbuki felek, kaderin sahibi değildir.

İşte bu noktayı gözden kaçırmamalı ve her sanatına, her kudretine hayran olduğumuz, muhabbetin ve sevginin asıl merkezi olan Rabbimiz’e, O’nun takdîrine rızâda kusur etmemeliyiz. Öte yandan ilâhî iltifatlara mazhar oluşun sırrı da budur.

Bakınız; Eyyûb -aleyhisselâm-… Çektiği sıkıntılar ve uğradığı musîbetler o kadar ağırdı ki, bir insanın tâkatinin üzerinde zorluklardı. Ancak o yine de hâlinden asla şikâyetçi olmadan Rabbine olan sevgisine sarılmıştı. Nihayetinde şükür, sabır ve rızâ makamında zirveleşerek Cenâb-ı Hakk’ın;

“O ne güzel kuldu!..” (Sâd, 44)

İltifatına nâil oldu.

Hâsılı;

Cenâb-ı Hakk’ı seven bir mü’min olmanın gerekliliklerine riâyet şart. Çünkü ancak Rabbimiz’i, Peygamberimiz’i, dînimizi ve kitâbımızı sevdikçe bu dünya hayatındaki imtihanlara tâkat gücümüz ziyadeleşir. Sadece çok sevdikçe, gafletten kurtulup yüce takdîrin neticesindeki her şarta râzı olabilme seviyesine ulaşabiliriz.

Âyet-i kerîmede buyurulur:

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek imtihan ederiz. Sabredenleri müjdele!” (el-Bakara, 155)

Yani günlük hayatta pek çok sebepten ötürü karşılaştığımız sıkıntılı vaziyetlerin asıl sebebi olarak kendini ifade ediyor Rabbimiz. Kendi imtihanı olduğunu söylüyor. İmtihan, seveni ve sevmeyeni belli eder. Ancak sevenler rızâ ile sabır gösterebilir.

İşte bu yüzden;

Hak rızâsınca sabredenlere, müjde var.