KİMLER ÂMÂ, KİMLER GÖRÜYOR?

Ömer Sâmi HIDIR samihidir@gmail.com

80 yaşının üzerindeki âmâ Hâfız Ali Efendi’nin bizzat şâhit olduğu ibret dolu bir hâtıra:

Yıllar önce bir yerde yemekteler. Birden elektrikler kesilir herkes durur, yemek yiyemez olur. Fakat âmâ Ali Efendi zaten hep o hâlde olduğu için yemeğine devam eder. O sofrada oturanların içinde inancı ters, bozuk bir müteahhit vardır. Adam zengindir fakat hüsran içindedir. Bu karanlık biraz uzayınca; adam içinden geçirdiklerini tutamaz şöyle der;

–Bu ne biçim adâlet! Biz görüyoruz fakat sen göremiyorsun, seni kör yaratmış! Ne suçun vardı da seni kör yarattı?

Ali Efendi der ki;

–Öyle demeyin beyefendi! Allah bizim gibi âmâları size ibret olarak takdîr etti ki ders alasınız. Allah yolunda bu tefekküre vesile olmak emr-i bi’l-mâruftur. Ben böyle bir vazife görmüş oluyorum. Bu vazifeden dolayı ne kadar ecre nâil oluyorum. Bir de âhiretteki mükâfâtı var. O daha da büyük bir ecir olacak bizlere.

Fakat o, yanlışta ısrar eder:

–Olmaz öyle şey! Bunlar boş şeyler, hiç kendini bunlarla tesellî etme!

Ali Efendi yine der ki:

–Bakın beyefendi yanlış söylüyorsunuz. Allah âdildir, merhametlidir, bu aslında bizim için ne kadar büyük bir merhamettir.

Fakat adam anlamaz, geri adım atmaz ve isyan üzere yaşamaya devam eder…

Allah Teâlâ; kullarının bu kısa dünya hayatına değil, ebedî olan âhiret yurduna bakmalarını arzu ederek buyurur:

“Hakikatte gözler körleşmez, fakat göğüslerdeki kalpler körleşir.” (el-Hac, 46)

Adam işte bu körlüğe dûçâr olmuştur…

Aradan üç ay geçer. Ali Efendi’ye bir haber gelir, derler ki;

–Hocam, o müteahhidin bir gözünü oydular. Allah ona öyle bir hastalık verdi ki, doktorlar başka çare bulamamışlar. Mecbur kalarak bir gözünü almışlar yoksa diğerine sıçrayacakmış. Diğer göz kurtulabilsin diye bir gözünü oymuşlar!

Üç ay sonra yine gelirler ve yeni bir haber getirirler;

–Hocam, diğer gözünü de oydular müteahhidin, yoksa hastalık vücudunu bütünüyle götürecek, ölümüne sebep olacakmış. Adam, nâçar kalarak kabul etmiş.

Bu haberi alan Ali Efendi şunları söyler;

–Sakın bu adam hakkını kaybetti zannetmeyin. O bu gözlerini zaten hak etmemişti. Bizler neyi hak ederek aldık ki, hepsi bizlere lutf-i ilâhî olarak takdîr edildi.

«Adâlet, adâlet!» dedi.

Fakat adâlet, kişinin hak ettiği bir şeyin verilmesidir. Bu bedeni hak etmek için biz ne verdik ki?

Cenâb-ı Hak bize her şeyi lutfu ile verdi. O adamın hak etmediği bir şeyi istemesi adâletsizlikti. Böyle konuşması adâletsizlikti!

Aman konuşmalarımıza çok dikkat edelim! Cenâb-ı Hak dilerse bu dünyada yaşatıyor, dilerse âhirete erteliyor ama mutlaka mükâfatını da mücâzatını da adl-i ilâhî ile takdîr ediyor.

Her hâdiseye hayırlı bir gözlük ile bakmak lâzım, rahmeti görmek lâzım. O rahmeti konuşacağımız yerde bu şekilde konuşmanın fecî âkıbeti bakın nasıl oldu?!.

BÜYÜCÜ KADIN

Bursa’nın Baraköyü’nde bir kadın büyü yaparmış. Kadın; ömrünü bu işlerle geçirmiş, nihayetinde bir gün eceli gelip ölmüş. Komşuları, kadını köyün mezarlığına defnetmişler. Aynı gece, mezarlıktan gelen şiddetli köpek sesleri üzerine köylü olup bitene bakmak için mezarlığa gitmiş. Vardıklarında gördükleri karşısında hayrete düşmüşler. Çünkü köpekler, büyücü kadının mezarını ayak tarafından kazıp cesedi çıkarmışlar. Köylü ise, neredeyse paramparça olan kadını, köpeklerin dişlerinden zor kurtarmış. Sonra üzerine büyük taşlar koyarak tekrar gömmüşler.

Ömrü Allâh’ın haram kıldığı bir işi yapmakla geçen kadın, insanlarla nasıl uğraştı ise köpekler de aynı şekilde onunla uğraşmış. Haram işlerle iştigâl edenlerin âhirette azap göreceği muhakkak. O azaptan bir kırıntı, insanlara dünya gözü ile bu şekilde gösterilmiş ki yapanın yanına kâr kalıyor zannı kırılmış olsun.

HAK SİLLESİ

­­Bir adam yıllarca hasretini çektikten sonra, nihâyetinde son model bir Mercedes araba alır. Fakat araba adamın gözünde bir ulaşım vasıtası olmaktan çıkmıştır, âdeta bir put hâlindedir. Arabanın her özelliği onun için ayrı bir ehemmiyettedir. Güvenli ve sağlam oluşuna da kendisini o kadar inandırır ki en sonunda şunu söyler;

–Bunun içinde beni Allah bile öldüremez!

Hâşâ!

Günler sonra bir kaza haberi:

Otobanda seyir hâlinde ilerleyen bir araç, henüz sebebi belirlenemeyen bir şekilde kaza yapar. Kazaya karışan başka bir araç yoktur. Dışarıdan hiçbir müdahale de olmadığı hâlde; şoför araçtan öne doğru fırlar, sonrasında ise araç tepetakla gelerek şoförün üzerine pres gibi iner. Şoför arabanın altında pestil olur.

Yapılan tüm incelemelere rağmen, bu şaşırtıcı olaya sebebiyet veren bir âmil tespit edilemez. Yolda herhangi bir olumsuz hava şartı yoktur. Yapılan tüm incelemeler neticesizdir.

Geriye sadece gaflet ve hamâkatle söylenen bir sözün nelere sebep olduğu kalır.

AMELİNE GÜVENME!

Erzincan’da vazife yapmış bir Müftü Efendi, kendisine gelip hâlini arz eden bir kişiden dinlediği bir hâdiseyi şöyle anlatır:

Bizim bulunduğumuz çevrede geniş tarlalar bulunmaktadır, her sene hasat zamanı geldiğinde çiftçiyi bir telâş alır. Mahsûlünü toplayıp ambara aktarana kadar kimsenin içi rahat edemez. Çünkü uzun emeklerin ardından mahsul olgunlaşmış, toplamaya hazır hâle gelmiştir. Fakat hâlâ açık alandadır, korumasızdır.

Bu raddeden sonra yağmur yağsa ürünün kalitesi düşer, dolu yağsa ürün tarlaya dökülür, yangın çıksa bütün emekler boşa gidebilir… O sebeple bir adam da heyecan içinde, erkenden mahsûlünü toplayıp ambara nakleder. Her iş bittiğinde o civarda ürününü hasat edebilen ilk kişi o olmuştur. Ambarda dağ gibi yığılı mahsûle bakan ahmak adam ise şöyle der:

–Artık Allah bile gelse bu mahsûlü elimden alamaz!

Hâşâ!

Aradan çok bir vakit geçmeden rüzgâr hızını arttırır, uzakta beliren kara bulutlar hızla gelen bir fırtınayı haber verir. Sabaha kadar yağan yağmur ile rüzgâr ve fırtına herkesi endişelendirir.

Sabah olup hava aydınlanınca herkes tarlasına bakmaya gider. Adam da yol üzerindeki tarlaları görüp sevinir, çünkü tarladaki mahsuller sağlam görünüyordur. İçinden; «Tarlalar böyle ise ambar sapasağlamdır.» diye düşünür, fakat ambara vardığında karşılaştığı manzara karşısında donup kalır. Çünkü elleriyle hasat edip ambara koyduğu mahsûlün yerinde şimdi sadece rüzgar ile gelen çer çöp yığını durmaktadır. Mahsülü ise yel almış, sel almış bir tane bırakmamıştır.

Bütün bunları anlatan adam son olarak şunları söyler:

–Hocam, ben hatamı biliyorum, Allah beni affeylesin! Büyük bir cürüm işledim.

Siz başıma gelen bu hâdiseyi insanlara nakledin ki, onlar da söyledikleri sözlere dikkat etsinler. Gaflet edip benim gibi zor duruma düşmesinler!