SAKAL-I ŞERİFTEKİ HİKMET

Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

Allah Rasûlü’nün saç ve sakalıyla teberrük hususuna canlı bir misâli, Hikmet ATAN Bey şöyle anlatmaktadır:

“1983 senesinde Oflu Ali YÜCEL Efendi’den şu hâdiseyi dinlemiştim:

Suluova Merkez Camii’nde imam ve hatiplik yapıyordum. Civar köyden bir imam efendi bana gelip;

«–Hocam başımdan bir hâdise geçti, bir mânâ veremedim.» diyerek şöyle anlattı:

«–Bir gün bana, imamlık yaptığım köye yakın bir köyden bazı kimseler, bir kucak dolusu kitapla gelerek;

‘­–Hocam, babamız vefât etti. Onun kitapları bize kaldı. Ancak biz de bu kitapları okuyamıyoruz. Sen hocasın, bu kitaplardan ancak sen istifâde edebilirsin, kitapları sana hediye ediyoruz.’ dediler.

Kitapları aldım, onları uğurladıktan sonra gürül gürül yanan ocağın başına geçtim ve kitapları incelemeye başladım. İçlerinden, vefât eden hocaefendiye ait mektuplar, zarflar çıktı. Hususî mektuplar olduğu için toplayıp hepsini ocağa attım. O gürül gürül yanan ocak birdenbire «tısss» diye sönüverdi. Dehşete kapıldım ve korkuyla evden dışarıya kaçtım. Neden sonra korka korka ancak eve girebildim.»

Ali Efendi devam ediyor:

Ben de o hoca efendiye;

«–O zarfların içinde sakal-ı şerif vardı.» dedim.

Bir zaman sonra o imam efendiye rastladığımda bana dedi ki:

«–Hocam, o zarfların içinde sakal-ı şerif olduğunu nereden bildin? Kitapları bana hediye eden kimseler daha sonra geldiler ve;

‘–Hocam biz bilememişiz, babamızın kitapları arasındaki zarfların içinde sakal-ı şerif varmış, onu bize verir misin?’ dediler. Ben de o dehşetli ânı kendilerine naklettim.»” (Îmandan İhsâna Tasavvuf, Osman Nûri TOPBAŞ, s. 423)

MAHVİYETKÂR ŞEYH EFENDİ, DUÂYI BAŞKASINA YAPTIRDI

Nakşibendî-Müceddidî şeyhi Mehmed Emin Tokādî Hazretleri, 1664’te Tokat’ta dünyaya geldi. İlk tahsilini Tokat’ta aldı. 1689’da İstanbul’a geldi. Evvelâ hüsn-i hat dersleri aldı. Temiz ahlâkı ve kabiliyeti sayesinde cemiyette kısa zamanda tanındı ve sevildi. Devlet ricâli tarafından, Reisü’l-Küttâb makamının yazı işleri kâtipliği vazifesine tayin edildi. Devrin mûsıkî üstadlarından mûsıkî dersleri aldı. Daha sonra hac niyetiyle Mekke’ye giden Tokādî Hazretleri, Ahmed Yekdest Cüryânî’ye intisâb etti. Üç yılın sonunda icâzet aldı. İstanbul’a döndükten sonra Şehzâde Camii’nde ve Sultan Mahmud Camii’nde dersler vermeye başladı. 1710’da Habeşistan ve Kudüs üzerinden ikinci kez Mekke’ye giden Mehmed Emin Efendi, Nakşibendî-Müceddidî hilâfeti ve hadis icâzeti aldı. 1717’de İstanbul’a dönerek ilim ve irşâd ile meşgul oldu. 1743’te kendisine Ayvansaray’daki Emir Buhârî Tekkesi şeyhliği makamı teklif edilince; son derece mahviyetkâr ve mütevâzı olan Şeyh Efendi, dergâhta kalmamak şartıyla bu vazifeyi kabul etti. İki sene kadar bu vazifesine devam eden Mehmed Emin Efendi, 12 Eylül 1745 tarihinde vefât etti. Kabri, Zeyrek’te Pîrî Paşa (Soğukkuyu) Camii Kabristanlığı’ndadır.

*

Mehmed Emin Efendi’ye «Mevlid» okunmasından birkaç gün önce dergâha gelmeleri, zikirden sonra seccâde-i meşîhatta (şeyh postunda) duâ etmeleri için; dostları, talebe ve müntesiplerinden çok sayıda kimse tarafından talep ve ısrar edilir.

Tokādî Hazretleri geleceğini ama posta oturmayacağını söyler. Bu sebeple daha fazla ısrar edilmemesini rica eder. Mevlid-i şerif okunma vakti geldiğinde, dostlarından çok kimse dergâha toplanır. Mehmed Emin Efendi’nin duâ edeceğini duyunca, halktan da çok kimse orada kendisini beklemeye başlar. Tokādî Hazretleri, teşrif ettiğinde önce abdest tazeler ve tekkeye girip safların arasında bir yere oturur. Öğle namazının sünnetini kılıp etrafı seyrederken yanında bulunan bir kişi ona, bu tekkenin şeyhi olan Tokatlı Emin Efendi’nin gelip gelmediğini sorar ve onun kerâmet ehli evliyâullahtan biri olduğunu söyler. Tokādî mahviyetkâr ve sakin bir tavırla; bu zâta bahsettiği kişinin işittiği gibi birisi olmadığını söyleyerek geldiğinde kendisine göstereceğini ifade eder. Mevlid-i şerif bitince Tokādî; orada bulunan âlim zâtlardan birine haber ileterek, duâyı yapmasını rica edip, halkın bu alâkasından kurtulmak maksadıyla oradan çıkıp sessizce evine gider. (Ahmed Hasib Üsküdârî, Menâkıbnâme-i Mehmed Emin-i Tokādî, Millet Kütüphanesi, Ali Emîrî-Şer‘iyye, no: 1103, vr. 27a.)

ECDÂDIMIZIN İNSANA BAKIŞ TARZI

Germiyanoğlu Yakup Çelebi oldukça zengin bir kişiydi. Ara sıra mahalleleri dolaşır, kimseye sezdirmeden Allah rızâsı için yardımlar yapardı. O gün de yine vakit gece yarısı olmasına rağmen ışığı yanan üç ev dikkatini çekmiş, sabah namazından sonra bu hânelere ziyarette bulunmuştu. Kapılardan birini açan bir genç;

“–Buyurun, hoş geldiniz!” dedi.

“–Hoş bulduk. Dün geceden beridir evinizde kandilinizin sönmediğini gördüm, sorayım istedim. Bir müşkülünüz mü vardır?”

Mahcup genç henüz cevap veremeden içeriden bir inleme duyuldu. O zaman, Yakup Bey’in meraklı gözlerine bakarak;

“–Annem…” dedi. “Beş senedir yatalak hâlde…”

“–Hekime götürmediniz mi?” Boynu büküldü gencin ve kısık sesle mırıldandı;

“–İmkânımız elvermedi ki Bey’im…” Yakup Bey usulca bir kese akçe bırakarak karmakarışık duygularla çıkmıştı evden. Çok etkilenmişti.

«Kim bilir nice sahipsiz, nice kimsesiz insanlar çaresizlik içinde dertleriyle baş başadır.» diye mırıldandı. «Bu hasta vâlideyi hastahâneye yatırıp bütün masraflarını üstlenmemiz, daha önemlisi ecdâdımızın geleneğinde var olanı yaşatmamız lâzım.» diye aklından geçirdi. Derin düşüncelerle yürürken eve geldiğini bile fark edememişti. Olanı biteni evdekilerle paylaştı;

“–Ne yapılabilir Çelebim?” diye sordu hanımı.

“–Vakıf gelirleriyle yaşayan hastahâneler olduğu gibi, hastaları evinde tedavi ettiren ve bakan vakıflar da olmalı. Bu vakıf, fakir fukara, garip gurabâ hastalara kucak açmalı… Haydi hanım yürü, gidiyoruz.” dedi Çelebi heyecanla.

Soyu Germiyanoğlu sülâlesine dayanan Yakup Çelebi, ertesi gün Kütahya’daki konağında yorgunluk kahvesini yudumlarken çok mutluydu. Vakıf senedini Kadı Efendi’ye mühürletmişti:

“Kim hasta olursa; ona hekim götürsünler, ilâç yaptırsınlar, hekim hakkını ödesinler, hastanın bakım masraflarını karşılasınlar… Aralarında vefât eden olursa, kefen alıp defin işlerini görsünler…”

O kadar hastanın, âcizin hayır duâsını sonsuza kadar hissetmek güzel bir duygu olsa gerek… (Tarihten İlginç Vakıflar, Vakıflar Genel Müdürlüğü, s. 16)

HAYVAN ve TOHUM ISLAH EDEN VAKIF

Cıvıl cıvıl öğrencileri taşıyan gezi otobüsü, çiftliğin geniş kapısının önünde durdu. Öğrenciler çiftlikten içeri koşuşurken, öğretmenleri de onları izliyordu. Cennetten bir bahçe gibi yemyeşildi etraf. Ağaçlar, kuş sesleri, fıskiyeler göz kamaştırıyordu. Öğrenciler az sonra sevinç çığlıklarıyla birbirlerine seslenmeye başladılar. Herkes gördüğünü diğerine gösteriyordu:

“–Şu kuzulara bakın, ne kadar güzeller!”

“–Atlara bakın! Yanlarındaki taylar ne kadar sevimli kişniyor öyle.”

Bu arada kendilerini karşılayan çiftlik yetkilisini selâmladı öğretmenleri. Çocukların heyecanı yetkiliyi de sevindirmişti:

“–Çocuklar! Daha ileride buzağılar var, boğalar var…”

Yeşillikler arasında yürürken öğretmen de çocuklar da birbiri ardına sormaya başladı:

“–Bu çiftlik sadece hayvanlar için mi? Şu ilerideki koca silindir kuleler ne oluyor? Bu çiftlik kimin?” Yetkili gülümsedi ve anlatmaya başladı:

“–Bu çiftlik kimsenin değil. Bir vakfın…”

“–Vakıf mı?”

“–Evet, bu çiftlikte hayvanlar ve tohumlar ıslah ediliyor. Yani çevremizdeki en sağlıklı hayvanlar seçilip satın alınıyor. Burada bakımları yapılıyor, korunuyor ve üremeleri sağlanıyor. Böylece soyları ıslah edilmiş; koyun, inek, at gibi hayvanların sağlıklı şekilde nesillerini devam ettirmeleri sağlanmış oluyor. İleride gördüğünüz koca silindirler de depodur. İçleri buğday, arpa, yulaf, nohut, mercimek doludur. Hepsi en kaliteli tohumdur. Bunlar bu silolarda saklanır.” Öğretmen hanım sordu:

“–Bu vakıf yeni mi kuruldu?”

“–Şaşıracaksınız belki ama tam yedi asır önce Sivas’ta kurulmuş. Hattab bin Mehmed Efendi kurmuş.”

“–Biz vakıf deyince hep eski eser zannediyorduk. Demek böyle çiftlikler de vakıf olabiliyor öyle mi?”

“–Evet hocahanım… Bu güzel çiftlik de bu gördüğünüz semiz hayvanlar ve ilerideki silolarda saklanan sağlam tohumlar da vakıf geleneğimizin ne kadar zengin bir çeşitliliğe sahip olduğunu gösteriyor…” (Tarihten İlginç Vakıflar, Vakıflar Genel Müdürlüğü, s. 117) https://cdn.vgm.gov.tr/yayin/dergi/muhtelif/tarihteilgincvakiflar.pdf