EYVAH! BABALIK VE ANNELİK KALKIYOR!..

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

Ormanların kralı arslan ailesi, evlâtlarını kendileri gibi güçlü ve hükümdar edâlı olarak yetiştiriyorlardı. Böylece ormanlarda huzur ve sükûnet, normal istikrarı içinde devam edip gidiyordu.

Fakaat;

Sahtekârlık, hilekârlık ve düzenbazlıklarını keyfince gerçekleştiremeyen bazı sinsi hayvanlar gizli bir düşmanlık ittifakı içinde büyük bir hazımsızlık yaşıyorlardı. Sonunda hırs, kin ve nefretten kuduran tilkiler, çakallar, gergedanlar, leş kargaları, yılanlar ve fareler, bir araya gelip uzun uzun kafa yordular. El birliği yaptılar. Plânlar hazırladılar. İçi zehirlerle dolu cazip teklifler oluşturdular. Bin bir gece uğraştılar.

Yine olmadı.

Ormanlarda arslanların krallığı devam etti.

Durum bir türlü diğerlerinin lehine değişmiyordu.

Ama arayan Mevlâ’yı da belâyı da bulurmuş derler ya, neticede aynen öyle oldu. Düşledikleri kötü niyetlerini ve kirli emellerini gerçekleştirecek bir yolu en nihayet buldular. Hemen soluğu arslanların huzurunda aldılar. Sözü biri bıraktı, biri aldı. Hepsi de aynı şeyi değişik ifadelerle döne döne söylüyorlardı. Diyorlardı ki:

“–Ey hepimizin padişahları olan arslanlar! Sizler bu ormanların medâr-ı iftihârısınız. Huzur ve adaletisiniz. Şeref ve şânısınız. Sizler sayesinde hepimiz mutlu ve kutlu bir hayat yaşıyoruz.

Ancak;

Sizler de görüyorsunuz ki, artık devir değişti. Zaman bir acayip oldu. Âhirzaman alâmetleri, bu hür ormanları da vurdu.

Şimdi hepimizi bir korku kapladı. Günlerdir gözlerimize uyku girmiyor. Kederimizden ve ürpertimizden tir tir titriyoruz. «Âkıbet, bu güzelim ormanların hâli ne olacak?» diye endişeden çatlamak üzereyiz!

Çaresiziz. Tıkandık. O yüzden size geldik, ama saygısızlık olmasın diye söylemeye de dilimiz varmıyor, zayıf kalplerimiz tam ifadeye cesaret edemiyor.”

Baba arslan meraklandı:

“–Sağolun, hassasiyetinize teşekkür ederim. Fakat sizi bu kadar helâk eden korku nedir?”

Ötekiler güya çekindiler:

“–Efendim, belki siz de biliyorsunuzdur. Çünkü görüş ufkunuz bizden fazla. Sizin bildiğinizi size söyleyip ukalâlık yapmış olmayalım…”

Baba arslan iyice dikkat kesildi, biraz da kükreyerek seslendi:

“–Çıkarın ağzınızdaki baklayı; benim bilip bilmediğim sizi ilgilendirmez.”

Fırsatçılar hemen taşı gediğine koydular:

“–Efendim, büyük korkumuz şu ki; bahsettiğimiz zaman değişikliği dolayısıyla, sizin neslinizin artık sizler gibi yüksek şahsiyetli, çaplı, donanımlı, güçlü ve muktedir yetişmesi tehlikeye girmiş durumda. Bu hâl, yarın ormanlarda büyük boşluklara sebep olursa; o zaman ne yaparız, ne ederiz, nasıl işin içinden çıkarız? Meselâ geçenlerde yavru bir arslan bu dediklerimizi destekleyici mahiyette şöyle şöyle yaptı, fakat size bildirmeye çekindik. Çekindik ama sonunda yarınları düşünerek böyle bir yansıtmaya mecbur kaldık. Hüküm sizindir. Siz, en iyisini bilirsiniz. En doğrusunu düşünürsünüz. Neticede orman da sizin, nesil de. Bize düşen, haddimizi bilmek…”

Baba arslan şaşırdı. Karşısındakilerin makul konuşmaları ve yaltakça ifadeleri, aklını perdeler gibi olmuştu. Hafif bir endişe de içini kemirmiyor değildi. Baktı, anne arslan da aynı duygular içinde ona başını sallıyordu. Bir müddet sessiz kaldıktan sonra muhataplarına döndü:

“–İlk defa size minnettar kalıyorum. Söyledikleriniz beni de dertlendirmiyor değil. Merak etmeyin; elbet bir çare bulacağız.”

Tilki atıldı:

“–Efendim, bizler sizlere bağlılığımızı bir kez daha ispatlamak için hayli çareler düşündük. İzniniz olursa, bu meselede de size hizmetçi olmak isteriz.”

Gururları okşanan baba arslan ile anne arslan, birlikte aynı cevabı verdiler:

“–Memnuniyet duyarız. Buyurun, dinliyoruz.”

Hemen çakal devreye girdi:

“–Malûmunuz zaman ve ortamlar değişti. Dolayısıyla evlâtların, değişen şartlara hükmedebilecek şekilde yetişmeleri gerek. Bunun için de onları yetiştirmekle ilgili usûl, metot ve anlayışları yeniden düzenlemek şart görünüyor.”

Leş kargası, sözü kaptı:

“–Çünkü eski metotlar, ancak eskiyi bağlar. Meselâ pençe devri geçti. Kükreme devri bitti. Kuvvet hakkı, tarihe karıştı. Artık kötüyle de tokalaşma devri başladı. Sessizlik zamanı bu zaman. Düşmana nezaket dönemi içindeyiz. Herkesin özeli var, kimseye karışmamak gerekiyor. Hattâ yanlışlara karışmak bile büyük bir saçmalık hâline geldi.”

Konuşmalar bu minval uzadı gitti. Arslanlar arada sırada şaşkınlıkla; «Allah Allah! Neler olmuş!» diye mırıldansalar da, yarınların yanlış endişesine kapıldıkları için çaresizlik telâşıyla duyduklarına hak vermekten başka çözüm göremiyorlardı.

Hemen hemen bütün teklifleri kabul ettiler. Artık yavrularına kendi şartlarına ve gerçeklerine göre davranmayacaklardı. Güya şuurlu, modern, entelektüel, ilerici ve aydın anlayışlar içerisinde olacaklardı.

Üstelik;

Arslan yavrularının eğitiminde tilki, gönüllü dadılık yapacak ve onlara bir yavrunun yeni şartlara ve yeni yarınlara göre nasıl yetiştirileceğini güzelce öğretecekti. Böylece baba ve anne arslanların yükü de bir hayli azalacaktı. Baba ve anne arslanlar, özellikle bu plâna çok memnun kalmışlardı. Sevinçten zıplamışlardı. Büyük bir inançla;

“–Tamam.” dediler; “Bunları aynen yapmalı; biz, hepsinin arkasındayız. Gerçekten çok mânâlı ve gerekli bir rehberlikte bulundunuz. Yarınki arslan neslinin dünkü ve bugünkünden çok daha kaliteli bir nesil olacağını şimdiden hissediyor gibiyiz. Sağolun, sağolun! Ayrıca; bu meselede maddî ve mânevî her türlü imkânlarımızı seferber edeceğimizden de hiç şüpheniz olmasın. Hakikaten yeni bir dönem olacak. Yeni bir çağ başlayacak!”

Konuşmalar bitip de herkes kendi mekânına döndüğünde memnun olmayan kimse yoktu. Son plânın bu kadar kolay tutacağı kimsenin aklına gelmemişti.

Ertesi gün hemen alınan kararlar uygulanmaya başladı.

Durumdan en çok da yavru arslanlar keyifliydi. Çünkü baba ve anne arslanlar, bir şey diyecek olsa; dadı tilki, hemen devreye giriyor, yeni neslin baskı ve zorba yöntemlerle yetişmesinin onların özgüvenlerini öldüreceğini söyleyerek her türlü arslanca disiplin ve düzenlemeleri bozuyordu. Yavrulara alabildiğine tilkilik aşılıyordu. Arada bir çakalı, leş kargasını ve gergedanı da seminerlere çağırıp onların da eğitime katkılarını sağlıyordu. Çünkü yavrular, çok yönlü ve çok medenî yetişmeliydiler.

Başlangıçta her şey normaldi. Hattâ çok güzel gibiydi. Baba ve anne arslanların işleri bir hayli azalmıştı, yavru yetiştirme yükleri neredeyse tamamen paylaşılmış ve bir rahatlık meydana gelmişti.

Bu yüzden;

Onlar da, durumdan memnun vaziyette, dadı tilkinin rolünü benimsediler. Tilki ise, tilkice güzel bir dadıydı. Neticede baba arslan da öyle bir dadı oldu, anne arslan da.

Artık;

Üç dadı; yavrulara, kum gibi çok ve cilâlı prensipler kıyısında durmadan tercih değiştirerek dadılık yarışına girmiş bir hâldeydiler. Her gün başka bir cilâlı prensip etrafında yarıştılar, yarıştılar. En iyi dadı rolü hepsini de iyiden iyiye sarmıştı.

Lâkin;

Yıllar sonra, birden ipler koptu.

Ne esef ki;

Arslan yavruları, uygulamada tamamen babasız ve annesiz yetişmişlerdi. Ebeveynleri için sadece canları istedikçe sevilen bir oyuncak vazifesi görmüşlerdi. Ama şimdi büyümüşlerdi. Fiziken büyüktüler; fakat mahiyet olarak büyüklüklerini oluşturacak hususiyetler, hele ki baba özelliğinden gelmesi gerekenler, yapılarında yoktu. Anne özelliğinden gelmesi gerekenler de yoktu. Sadece tilki özelliğinden, çakal özelliğinden, leş kargası özelliğinden ve seminer aldıkları daha nice mahlûkatın özelliğinden gelen küçüklükler vardı. O küçüklükler de, soylarının yaptığı büyüklükleri yapmaya yetmiyordu.

Böyle olunca;

Ortalık kargaşaya döndü.

Yalnız cüsse itibarıyla koca koca arslanlar; kâh basit bir tilkinin pençesinde yere devriliyor, kâh bir leş kargasının önünde geri düşüyor, kâh bir farenin oyuncağı oluyor, kâh çakalın ayaklarına çakılıyordu.

Vaziyeti büyük bir üzüntüyle seyreden baba ve anne arslanlar, neye uğradıklarını anladıklarında maalesef artık bunu kendi nesillerine anlatamayacak hâldeydiler.

Derin derin âh çekebiliyorlardı sadece.

Kıssamız bu.

Gelelim hissemize:

Eğitim notlarımız içerisindeki bu mecazlarla dolu temsilimiz, aslında acı bir gerçeğin aynası. Yaşadığımız eğitim fiyaskolarının vitrini. Neslin doğru ve güçlü yetişmesinin önündeki engelleri ve sebeplerini açıkça gözler önüne seren bir tablo.

Dikkatli bakın;

Ailelere, mekteplere bakın!

Bir sürü eyvahlar duyacaksınız. Eyvahlar arttıkça da herkesin önüne yığın yığın istiflenen cilâlı tilkice prensipler göreceksiniz. Sonra da onların acayip uygulamalarını fark edeceksiniz.

Biraz daha dikkatli bakın, inceleyin; anlayacaksınız ki;

Artık çocukları eğitecek olan babalık, annelik ve öğretmenlik/hocalık iyice kalktı kalkıyor. Çocukların babaları var ama dadı özellikleri içinde; anneleri de var, ama o da dadı özellikleri içinde; öğretmenleri de hocaları da var, ama yine dadılık özellikleri içinde.

Peki, babasız ve annesiz bir hâlde, öğretmensiz ve hocasız bir hâlde ne olacak bu çocukların hâli? Ne olacak yarınların hâli?

Dadılık; insan eğitiminde hem babanın, hem annenin, hem öğretmenin, hem hocanın yerini tutar mı?

Nasıl tutsun?

Bir dadı, çocuğun yanlışına karışmaz ki! Dadının, yavrucağızı doğrularla eğitme ve büyütme derdi de olmaz. Hele ahlâkı güzelce tesis ise; dadının hiç üstlenmeyeceği, yükü ağır bir derttir. Onun tek düşüncesi; çocuğun her isteğini doğru-yanlış, olumlu-olumsuz demeden yerine getirmektir. Tek derdi; çocuğun karnının tok, kaportasının temiz olmasıdır. İçi leş gibi olmuş, ne umurunda.

Bu durumda tabiî ki olanlar, yine çocuklara oluyor. Onlara yazık ediliyor. Hem de; onlara bir şey olmasın, yazık olmasın diye.

Burada altını çizelim;

Annesizlik ve babasızlık, biyolojik mevcudiyete göre değildir. Kiminin biyolojik annesi ve babası hayatta olmaz, ama birileri ona babalık ve annelik özellikleri içinde eğitimini tam verir de o babalı ve anneli yetişmiş olur. Kimileri de tam tersi.

O hâlde anne, baba ve hoca mevcudiyeti; kendi eskimez özellikleri ve bizlik zemininde tekrar yerini almalı. Çocuk -dadılı da olursa olsun ama- biyolojik yoksa bile; mutlaka mahiyet olarak babalı, anneli ve hocalı olarak yetişsin. Eğitimde tutarlılığın ve kendi gerçeğimize göre en doğru neticeyi almanın yegâne yolu bu.

Unutmamalı ki;

İstanbul’u 21 yaşında fetheden Fatih’i; çocukluğunda girmek istediği yanlış virajdan kurtaran doğru adım, hoca duruşu ile baba duruşu olmuştur.

Unutmamalı ki;

Herkesi dadılaştıran dadı anlayışlı eğitim, insanın sadece naz ihtiyacı ânında iş görmekten başka hiçbir faydaya sahip değildir. Oysa insanın eğitilecek o kadar yönü var ki! Meselâ fiziken ameliyat edilecek bir hastalığa yakalanmış olan bir çocuk, hiç dadılıkla düzelir mi? Rûhen de aynı durum mevzubahis değil mi? Ödül ve mahrumiyet dengesini ayarlamadan çocuğu yoğurabilir misiniz? Yoğuramazsınız. Tıpkı öğütülmemiş buğdaydan ekmek yapamayacağınız gibi.

Kaldı ki, eğitimin sahası ve aşamaları çok geniş. Buna paralel oranda da mürebbî çeşidi ve ihtiyacı muhakkak.

Yani;

Anne şart, baba şart, öğretmenler ve hocalar şart, arkadaşlar şart. Daha nice vasıflı şahsiyetler, bir şekilde şart, şart, şart.

Öyleyse;

Göz kamaştırıcı birkaç hayalî serap uğruna değişmez gerçekleri bir tarafa bırakıp da onca şartlardan sadece bir tanesi, haddinden fazla öne çıkarılsa da diğerlerine ihtiyaç görülmese, bundan daha ciddî bir hata ve cinayet olmaz.

Meselâ;

Eğer annelik; kendi sınırlarını aşarak baba tesiri lâzım olan yerde de uygulanırsa, netice sadece felâket olur.

Tıpkı savaş meydanında nezaket kuralları ile hareket etmek gibi.

Düşmanlarınıza; «Affedersiniz, rica ederim, özür dilerim, ay kusura bakmayın fark etmedim.» şeklindeki yaklaşım, intihardan başka nedir?

Bu mânidar örnek, yersiz zannedilmesin;

Asla çocuklarımız düşman değil, ama onları harap etmek isteyen virüslü gelişmeler, onlara yazık etmek isteyen mikroplu kültürler, ambalâjlı zehirler; tamamen düşmanımız değil mi? Dostâne postlara bürünüyorlar diye buyur edilme hakkı kazanırlar mı?

Velhâsıl;

Artık eğitim anlayışımız; dadıcı bir mantıkla kocaman delikanlıları bile pış pışlayıcı değil, muktedir bir usta mahareti ile en sert demire bile şekil verici bir mahiyette olmalı, olabilmeli. Malûm, demire şekil vermek, onu ateşte iyice kıvama getirmeye bağlı. Yoksa soğuk demire, en ağır balyozlar bile işlemez. Kaldı ki, kimi insanlar, soğuk demirden daha katı olabilmekte.

İşte bunun için;

Evlâtlarımız; gerçek mânâda yetiştirici ve eğitici bir baba özelliği, anne özelliği, öğretmen ve hoca özelliği ile yetişmeli.

Bugün her çocuk, buna muhtaç! Hayatî derecede muhtaç!

Yarınların güneşleri, buna kesinlikle muhtaç!

Eyvah demeden uyanalım;

Çocuklarımız babasız kalmasın, annesiz kalmasın, eğitimsiz ve hocasız kalmasın!

Yoksa sabahlar, karanlığa açılır.

Uyanalım;

Nûra açılsın!