Yaşadığımız Problemlere; NEBEVÎ ÇÖZÜMLER

Prof. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com

 

 

BİR HADİS:

 

عَنْ أَب۪ي ذَرٍّ الْغِفَارِيِّ قَالَ رسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ :

 

 «إِذَا غَضِبَ أَحَدُكُمْ وَهُوَ قَائِمٌ فَلْيَجْلِسْ فَإِنْ ذَهَبَ عَنْهُ الْغَضَبُ وَإِلَّا فَلْيَضْطَجِعْ» 

 

Ebû Zer el-Ğıfârî -radıyallâhu anh-’tan rivâyet edildiğine göre Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

 

“Biriniz ayakta iken öfkelenirse hemen otursun. Öfkesi geçerse ne âlâ, geçmezse yatsın.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 4)

 

BİR MESAJ: 

“Eğer huzur istiyorsak; ümmeti olarak hep beraber O’nun ahlâkıyla ahlaklanmaya, sünnetine ittibâ etmeye çalışalım!”

“Muhakkak ki Allah Rasûlü’nde sizin için; Allâh’a ve âhirete kavuşmayı uman ve Allâh’ı çok çok zikreden kimseler için, her bakımdan uyulması gereken mükemmel bir örnek vardır.” (el-Ahzâb, 33/21)

Yaşadığımız hayatta; haksızlıklar, zulümler, adâletsizlikler ve sapkınlıklar aldı başını gidiyor. Birbirini acımasızca öldüren insanlar, yol verme veya park kavgasından dolayı mü’min kardeşine silâh doğrultanlar, etrafına öfke saçan insanlar, açıklıklar saçıklıklar… Velhâsıl insanoğlu çığırından çıkmış durumda. Câhiliyye döneminden daha kötü bir durumdayız. Câhiliyye döneminde bile insanların değer verdiği, mukaddes bildiği şeyler vardı. Gelinen noktada ne değer kaldı ne de mukaddes. Varsa yoksa haz var. İnsanoğlu acımasız bir şekilde, hem de başkalarının omuzuna basarak hazzını yaşama derdinde. Ölen mi var kalan mı var umurunda değil…

Yaşamakta olduğumuz bu ve benzeri problemlerin çözümü; fert ve cemiyet olarak «Nebevî Ahlâk» ile ahlaklanıp «Kur’ân ve Sünnet» yolundan gitmektedir. 

 

Çünkü âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, en güzel ahlâka sahiptir. Bizâtihî Cenâb-ı Hak; 

 

“Muhakkak ki Sen, pek yüce bir ahlâk üzerindesin.” (el-Kalem, 68/4) buyurarak O’nun ahlâkını methetmiştir. Zira O’nun ahlâkı Kur’ân’dı. Bir defasında ashâb-ı kiram Hazret-i Âişe Vâlidemiz’e gelip Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in ahlâkının nasıl olduğunu sormuşlar, o da şöyle demişti: 

 

“Siz hiç Kur’ân okumuyor musunuz? O’nun ahlâkı Kur’ân’dı.” (Müslim, Müsâfirîn, 139)

 

Fahr-i Kâinât Efendimiz; en güzel ahlâka sahip olduğu gibi, karşılaştığı problemler karşısında, Allah Teâlâ’nın kendisine lutfetmiş olduğu fetânet, basîret ve firâset ile davranmış ve onların üstesinden gelmiştir. Ümmeti olarak bizler de yaşadığımız hayatta, karşılaştığımız problemler karşısında O’nun gibi hareket edebilirsek, O’nun takip ettiği usûlü takip edebilirsek, kısacası O’nun ahlâkıyla ahlaklanabilirsek, fert ve cemiyet olarak problemlerimize çözüm bulabiliriz.

 

Şimdi gelin bu nebevî çözümlerden bazılarına beraber göz atalım:

 

Aşk ile Yaşanan Îman

 

Yaşadığımız hayatta bizi selâmete kavuşturacak en temel husus, aşk ile yaşanan îmandır. Îman aşk ile yaşanmayınca; Allâh’a ve âhiret gününe îmân ettiklerini iddia eden mü’minler, yolunu ve fırsatını bulunca hemen yanlış yollara girebilmekte ve nefsine boyun eğebilmektedir. İşte bu durumdan kurtulmanın birinci yolu, îmânı aşk ile yaşamaktır.

 

Zira en başta o îman sayesinde problemlere karşı bir mukavemet oluşacaktır. Gerçek mânâda îmân olursa, kıldığımız namazın şuuruna ereriz ve huzur buluruz. 

 

“Mü’minler kardeştir.” fermân-ı ilâhîsine râm oluruz da, mü’min kardeşimiz tarafından gelebilecek menfî durumlarda her dâim bu hakikatin fehvâsınca hareket ederiz.

 

Aşk ile îmânın merkezinde Allah -celle celâlühû-’dan başka otorite tanımamak, sadece ama sadece O’na kullukta bulunmak yer alır. Bu aynı zamanda dünya ve âhiret saâdetinin de sebebidir. Bir gün Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-, sevgili Peygamberimiz’e;

 

“–Kıyâmet gününde Sen’in şefaatinle en çok kim mutlu olacak?” sorusunu tevcih etmiş, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de; 

 

“–Kıyâmet günü, benim şefaatimden en çok mutlu olacak kişiler, samimî bir şekilde; «Allah’tan başka bir ilâh olmadığını» söyleyenlerdir.” buyurmuştur. (Buhârî, Rikāk, 51) 

 

Yolumuzu Aydınlatan Sabır

Cemiyette görülen en temel meselelerden biri, sabırsızlıktır. Başa gelen musîbetlerin, felâketlerin sıkıntıları ve bunalımları ile ancak sabırla başa çıkılabilir. Mü’min; başa gelen belâ ve musîbetler karşısında sabır gösterebilirse, yoluna devam eder. Ancak sabredemeyip, istenmeyen söz ve davranışlar ortaya koyarsa, en çok zararı kendisi görür.

 

Onun için Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; 

 

“Sabır ziyâdır (aydınlıktır).” (Müslim, Tahâret, l) buyurmuştur. Büyüklerimiz bunu; «Sabrın sonu selâmettir.» şeklinde atasözü hâline getirmişlerdir.

 

En Büyük Zenginlik Kanaat 

 

Çağımız insanında görülen mânevî hastalıklardan biri de kanaatsizliktir. İnsanoğlu; içinde bulunduğu nimetlerin farkında olmayıp, daha fazlasını istemektedir. Nefsi doymak bilmiyor. Sevgili Peygamberimiz’in buyurduğu gibi;

 

“İnsanoğlunun bir vâdi dolusu altını olsa, bir vâdi daha ister. Onun gözünü topraktan başka bir şey doyurmaz…” (Buhârî, Rikāk, 10) 

 

Çözüm kanaat ehli olmak. Kanaat, elindekine râzı olma, azla yetinmektir. Şeyh Sâdî Hazretleri der ki:

 

“Açgözlü, harîs birisine bütün dünyayı versen doymaz. Lâkin kanaatkâr insan, bir kuru ekmekle doyar.”

 

Güvenilir Olmak

 

Mekkeli müşrikler; daha henüz peygamberlik gelmezden önce, sel felâketinden dolayı tahrip olan Kâbe’yi yeniden inşâ etmek istediler. Ancak Haceru’l-Esved’i yerine yerleştirme konusunda, kabîle reisleri arasında ihtilaf çıktı. Hattâ kılıçlar kınlarından çıktı. Bu şekilde meseleyi çözüme kavuşturamayacaklarını anlayınca, biraz da bundan dolayı kan dökmek istemedikleri için; 

 

“Kâbe’ye gelecek ilk kişinin hakemliğini kabul etmekte” anlaştılar.

 

Sonra heyecanla Benî Şeybe kapısından girecek kişiyi beklemeye koyuldular. Acaba kim gelecekti? Kapıdan nur gibi yüzüyle; «Muhammedü’l-emîn» dedikleri Hâtemü’l-Enbiyâ Efendimiz girince derin bir oh çektiler ve; 

 

“–el-Emîn, o! Muhammed, o! O’nun aramızda vereceği hükme râzıyız.” dediler. Sonra O’na durumu arz ettiler. Sevgili Peygamberimiz de bir bez parçası istedi, onu yere serdi, başka bir rivâyete göre ridâsını yere serdi. Haceru’l-Esved’i bu örtünün ortasına koydu. Sonra da; 

 

“–Her kabîleden bir kişi bunun birer köşesinden tutsun!” buyurdu. Daha sonra kendi mübârek elleriyle Haceru’l-Esved’i alıp yerine koydu. Böylelikle çıkabilecek muhtemel bir savaş önlenmiş oldu.

 

İşte Nebevî Çözüm, işte suhûlet, firâset ve basîretle çözüm…

 

Öfkeyi Kontrol Etmek

 

Cemiyet içerisinde öldürme ve yaralama hâdiselerinin belki de en baş sebebi, öfkeyi kontrol edememektir. Hâlbuki Cenâb-ı Hak, âyet-i kerîmede şöyle buyurmaktadır: 

 

“O takvâ sahipleri, bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar, öfkelerini yutarlar ve insanların kusurlarını affederler. Allah da böyle iyilik ve ihsan sahiplerini sever.” (Âl-i İmrân, 3/134)

 

Onun için mü’min, öfkesini yutar. Aksi takdirde; “Öfke ile kalkan zararla oturur.” kelâm-ı kibârında olduğu gibi, bundan en çok zarar görecek olan yine kendisi olacaktır. 

 

Öfke karşısında mü’minin başvurabileceği en mühim tedbir, öfkesini kontrol etmektir. Peki, öfke nasıl kontrol altına alınr? Fahr-i Kâinât Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, öfke karşısında alınması gereken tedbirlerle ilgili bizlere bazı tavsiyelerde bulunmuştur. Bu mânâda öfke hâli geldiğinde Eûzü Besmele çekmemizi, abdest almamızı tavsiye etmiş serlevha hadîs-i şerîfimizde geçtiği gibi bir başka sözünde de şöyle buyurmuştur:

 

“Sizden biriniz ayakta iken öfkelenirse hemen otursun. Öfkesi geçerse ne âlâ, geçmezse yatsın.”

 

Büyüklerimiz; “Tebdîl-i mekânda ferahlık vardır.” demiştir. Pozisyon değişikliği yaparak, Euzü Besmele çekerek veya abdest alarak (ki bu, su ile terapidir) Allâh’ın izniyle biraz olsun öfke hâlinin üzerimizden gitmesi sağlanacaktır.

 

Yumuşak huyluluk demek olan hilm de öfkenin bir ilâcı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir hadîs-i şeriflerinde Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Allâh’ın sevdiği iki hususiyet olarak hilm ve teennîyi zikretmektedir. (Müslim, Îmân, 25)

 

Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz, içinde yaşadığı cemiyette; sözünde durarak, güvenilir bir şahsiyet ortaya koyarak, hakkı gözeterek haram helâl hassâsiyeti içerisinde tertemiz bir hayat yaşamış ve bize hayatın her alanında örnek olmuştur.

 

Bu bakımdan eğer huzurlu olmak istiyorsak, eğer sağlıklı ve başarılı bir hayat yaşamak istiyorsak; Sevgili Peygamber Efendimiz’in ahlâkıyla ahlaklanmamız, karşılaştığı problemler karşısında takip ettiği yöntemleri uygulamamız, bir başka deyişle O’nun güzel sünnetine ittibâ etmemiz lüzum etmektedir. 

 

Rabbimiz, fert ve cemiyet olarak hepimizi Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ahlâkı ile ahlâklandırsın! O’nun sünnet-i seniyyesine ittibâ edenlerden eylesin!

 

Âmîn…