Mânevî Cihad RAMAZAN ORUCU -3-
Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr
Rabbânî buyruk devam ediyor:
شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذ۪ٓي اُنْزِلَ ف۪يهِ الْقُرْاٰنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدٰى وَالْفُرْقَانِۚ فَمَنْ شَهِدَ مِنْكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُۜ وَمَنْ كَانَ مَر۪يضًا اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ يُر۪يدُ اللّٰهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلَا يُر۪يدُ بِكُمُ الْعُسْرَۘ وَلِتُكْمِلُوا الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُوا اللّٰهَ عَلٰى مَا هَدٰيكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ١٨٥
“O (sayılı günler), Ramazan ayıdır ki, o ayda Kur’ân indirilmiştir. Hidâyetin ve Hak-bâtıl ayırımının apaçık delilleri Furkān ve insanlara rehber olmak üzere (Kur’ân indirilmiştir).
Artık kim bu aya yetişirse (oruç tutup) onu oruçlu geçirsin.
Kim de hasta veya yolcu olursa, (özründen dolayı tutamadığı günler sayısınca) başka günlerden (güne gün kazâ edip) oruç tutsun.
Allah sizin için kolaylık diler, güçlük çekmenizi dilemez.
Bu da, sayıyı tamamlamanız ve size (hidâyete eriştirip) doğru yolu göstermesine karşılık, Allâh’ın yüceliğini (ululuğunu) tanımanız (dile getirmeniz) içindir.
Umulur ki (bütün bunlardan dolayı düşünür de) şükredersiniz.” (el-Bakara, 2/185)
Buradaki ilkeler, inanç sisteminin bütün mükellefiyetleri için geçerli küllî kaidelerdir. Bu mükellefiyetler kolaylık maksadını gözetirler, zorluk taşımazlar. Bu inanç sistemi; kendisinden haz duyan kalplere, hayatın bütün yönlerini kolay ve yumuşak tarafından almayı aşılar, müslümanın vicdanına zorlamaya ve karmaşıklığa yer vermeyen, kendine has bir sadelik, müsamahakârlık damgası basar. Bu sadelik ve kolaylık eşliğinde bütün yükümlülükler, bütün farzlar ve hayatın bütün yorucu faaliyetleri suyun akışı, ağaç fidanının büyümesi gibi rahatlık, güven ve hoşnutluk içinde yerine getirilir.
Bu farzın gayelerinden biri de budur. Yani mü’minlerin; yüce Allah tarafından kendilerine bağışlanmış olan hidâyetin (doğru yol şuurunun) değerini takdir etmeleri, bilmeleri. Mü’minler kalplerinin günah işleme düşüncesinden ve organlarının bu günahları işlemekten uzak tutulduğu, aynı zamanda müşahhas, gözle görülür derecede hidâyet şuuru ile donanmış bulundukları oruç döneminde, diğer herhangi bir dönemden daha güçlü bir şekilde bu duyguyu içlerinde hissederek, bu hidâyet bağışına karşılık Allâh’ın azametini dile getirme, O’nun bu nimetine karşılık şükretme, bu ibâdet yolu ile kalplerini O’nun dergâhına sığındırma ihtiyacını duyarlar.
İşte bedenlere ve ruhlara zor gibi gelen bu vazifenin yansıttığı ilâhî nimet böylece meydana çıkıyor, onunla güdülen eğiticilik maksadı, bu ümmetin gerçekleştirmek üzere ortaya çıkarıldığı o büyük hayata hazırlama gayesi belirginleşiyor, bu büyük hayatın takvâ güvencesi, ilâhî koruma ve vicdan duyarlılığı içinde yerine getirilmesinin yolu açılıyor.
Burada verilen âyet-i kerîme demetinin akışı içinde orucun süresi, yiyip içme ile yemekten ve içmekten kesilmenin başlangıç ve sonu ile ilgili hükümlerin ayrıntılarına geçilmeden önce, insan psikolojisinin derinliklerine ve duygular âleminin gizliliklerine şaşırtıcı bir projektör yansıtıldığını görüyoruz. Oruç tutarken çekilen sıkıntının ardından; özlenen, sevimli ve eksiksiz karşılığını, yüce Allah tarafından hüsn-i kabul görmenin göstergesi olarak, bekletilmeden gelen ödül ile karşılaşıyoruz. Söz konusu karşılığı ve ödülü yüce Allâh’ın yakınlığını kazanmakta, O’nun kulun duâsını kabul edişinde buluyoruz. Bu karşılığın ve bu ödülün müjdesini aşağıdaki neredeyse ışık saçacak derecede parıltılı ve müşfik kelimeler tasvir ediyor:
وَاِذَا سَاَلَكَ عِبَاد۪ي عَنّ۪ي فَاِنّ۪ي قَر۪يبٌۜ اُج۪يبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ اِذَا دَعَانِۙ فَلْيَسْتَج۪يبُوا ل۪ي وَلْيُؤْمِنُوا ب۪ي لَعَلَّهمْ يَرْشُدُونَ ١٨٥
“Eğer kullarım Sana, Ben’i sorarlarsa (bilsinler ki ey Rasûlüm!) Ben onlara (gerçekten) çok yakınım! Bana duâ ettiği vakit, duâ edenin dileğine (icâbet eder) karşılık veririm (kabul ederim).
O hâlde onlar (kullarım) da Benim davetime icâbet edip (itaat ve amel ile) uysunlar ve Bana inansınlar (îmanlarında sebat etsinler) ki, (irşâd olup) doğru yolu bulabilsinler.” (el-Bakara, 2/186)
Sübhânallah!
Ne büyük ve bu ne güçlü bir şefkat! Bu ne büyük bir muhabbet ve ne şaşırtıcı bir cana yakınlık!
Allâhü Ekber!
Gerek orucun ve gerekse diğer herhangi bir dînî yükümlülüğün meşakkati; bu sevginin, bu yakınlığın ve sevecenliğin gölgesi altında nerede kalır!
Yüce Allah; “Kullarım!” buyurarak, onları kendine izâfe ediyor. Ayrıca sorularına aracısız biçimde doğrudan doğruya kendisi cevap veriyor. Yani; «Onlara de ki: Ben kendilerine yakınım.» demiyor. Bunun yerine soru gelir gelmez, ona cevap vermeyi bizzat üstleniyor ve; “Yakınım.” buyuruyor. Bunların yanı sıra; «Onların duâsını işitirim.» demiyor, bunun yerine; “Bana duâ edenin duâsını duâ edince, kabul ederim.” buyurarak, duânın kabul edilmesi işlemini ön plâna çıkarıyor.
Bu âyet-i kerîme; îmân eden mü’minin kalbini, tatlı bir fedâkârlık, cana yakın bir sevgi, huzur verici bir hoşnutluk ve kesin bir güvenle dolduran, şaşırtıcı bir müjdedir. Mü’min, bu duyguların etkisiyle; hoşnutluğun yüceliğinde, fedâkârâne bir yakınlığın kucağında, güvenli bir sığınakta ve sarsılmaz bir huzur içinde yaşar.
Bu anlamlı dirliğin, bu sevgi dolu yakınlığın ve heyecan uyandırıcı hüsn-i kabulün gölgesi altında, yüce Allah, kullarını kendi çağrısına olumlu cevap vererek, O’na îmân etmeye çağırıyor. Ola ki, bu olumlu cevap ve bu îmân, onları doğru yola, hidâyete ve iyiliğe iletir.
“O hâlde onlar (kullarım) da Benim davetime icâbet edip (itaat ve amel ile) uysunlar ve Bana inansınlar (îmanlarında sebat etsinler) ki, (irşâd olup) doğru yolu bulabilsinler.”
Demek ki, yüce Allâh’ın çağrısına olumlu karşılık vermenin ve îmân etmenin nihâî meyvesi de yine kullara aittir. Bu nihâî meyve; doğru yola, hidâyete ve iyiliğe ermektir. Yüce Allâh’ın, hiçbir varlığa ihtiyacı yoktur, bunların tamamından müstağnîdir. O, her şeyi sevgili kulu için ihsân ediyor.
Gerçek hidâyete erme ve olgunluk, ancak yüce Allâh’ın çağrısına uymakla ve O’na îmân etmekle mümkün olur. Yüce Allâh’ın insanlar için seçtiği hayat tarzı, onları kurtaracak yegâne ve mükemmel bir hayat tarzıdır. Bunun dışındaki bütün hayat tarzları, hiçbir olgun vicdanın hoşlanmayacağı ve hiçbir doğru yol yolcusunun yanına yanaşmayacağı bir câhiliyye düzeni, birer akıl fukaralığıdır. Kullar, Allâh’ın çağrısına olumlu karşılık verince ve doğru yola kavuşunca, yüce Allâh’ın duâlarını kabul etmesini beklemeye hak kazanırlar. Allâh’a duâ etmeliler; ama duâlarının hemencecik kabul edilmesini beklemeleri, bu konuda aceleci davranmaları da doğru değildir. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar karara bağlamış olan Allah; onların duâlarını kabul edeceği en uygun zamanı, kendilerinden daha iyi bilir.
İşte bundan dolayıdır ki, oruçtan söz eden âyetlerin arasında duâ konusuna özellikle yer verilmektedir.
Peygamber Efendimiz ve ashâbı, bu hayatın canlı örnekleridir işte.
-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-