ÇAĞIMIZ ve EVLÂTLARIMIZ
H. Kübra ERGİN hkubraergin571@gmail.com
Diyanet TV’de bir program yayınlanıyordu. Konusu; günümüzde gençlerin mânevî durumları, bu noktada yaşadıkları zorluklar ve anne-babaların bu hususta çaresiz kalması… Görüş bildirenlerin hemen hepsi aynı gerçeği ifade etti:
“Bu konuyu sadece konuşuyoruz ama bir çözüm üretebilmiş değiliz.”
Zamanın akışı, mekâna devamlı değişim getirir. Ama âhirzamanda değişim çok daha hızlanmış, âdeta baş döndürücü bir hâl almış. Bilhassa orta yaşlardaki kuşak olarak; hiç hazırlık yapmadığımız, hattâ hiç anlamadığımız durumlarla karşı karşıya kalıveriyoruz.
Çoğumuz evlâtlarımız için kurulan tuzakların belki yüzde birinden bile haberdar değiliz. Birçok ailenin; on bir yaşındaki evlâdının eline cep telefonu verdiği zaman, onunla nelere maruz kalabileceği konusunda hiçbir fikri yok. Ancak başına çok üzücü şeyler geldikten sonra; «Ah!.. Vah!..» ediyor.
Ülkeleri idare edenlerin şunu fark etmesi gerekiyor:
Evlâtlarını muhafaza etmek konusunda, aileleri kendi başına bırakmak gibi bir seçenek yok. Çeşitli yaşlardaki, farklı sosyoekonomik seviyelerdeki milyonlarca ebeveyni eğitip de onların kendi tedbirlerini kendilerinin almalarını beklemek akıl işi değil. Bu sebeple; ülkenin emniyet ve istihbarat kurumları başta olmak üzere, bütün eğitim câmiası da dâhil, bütün yetki sahipleri seferber olmak zorunda. Hukuk sistemimiz, anayasamız, kanunlarımız yeni çağa göre yeniden yapılanmalı. Biz ebeveynler olarak; belki de teşkilâtlanarak, bunu talep etmeliyiz. Çünkü ne yazık ki, ülkemizde; aileyi ve nesilleri muhafaza hassâsiyetini anlamayan, kendi ülkesinin değerlerine yabancılaşmış bir ideolojik kesim var.
Geçtiğimiz aylarda bir oyun sitesinin yasaklanması, bir müddet bir sosyal medya mecrâsının kapatılması, bağımlılığıyla iftihar eden birtakım zavallıların isyanıyla sonuçlandı. Bazı kesimler de bunlara sözcülük etmeyi kolay oy kapısı olarak görüp, durumu siyâsî açıdan istismâr etti. Ancak bunlar bizi asla yıldırmamalı, aksine durumun vahâmetini idrâk etmemiz için uyarıcı olmalı.
Mesele gerçekten çok endişe verici. Burada felâket tellâllığı yapmak için söylemiyorum; gerçekten öyle hâdiseler yaşanıyor ki, insan dehşete kapılıyor.
Çocuk psikiyatrisi uzmanı bir doktor hanım ile konuştum. Ülkemizde -sonradan- yasaklanan bir site, fotoğrafını çekip satmak isteyenlere zemin hazırlıyormuş. Tabiî ki bu fotoğraflar; normal, giyinik fotoğraflar değil. Yani bir kız veya belki oğlan çocuğu, kendi odasında tek başına otururken çocuk pornosuna malzeme olabilir. Anne-babası onu ders çalışıyor zannederken veya en fazla; «oyun oynuyordur, komik video filân seyrediyordur…» diye düşünürken bunlar olabiliyor.
Artık anne-baba olmaya cesaret etmek için, önce üç-dört tane fakülte bitirmek ve dijital teknoloji alanında iyice uzman olmak mı gerekiyor?
İnsan şaşırıyor; ortalıkta bu kadar fotoğraf varken, neden birileri bu fotoğraflara para ödüyor? Arayanlar Deep Web denilen yasa dışı mecrâda bulabiliyordur zaten. Muhtemelen asıl hedef, direncin kırılması. Bugün öyle bir fotoğraf çekip gönderen, yarın bir buluşma yerine de gidebilir. Yani tehlike çok sinsi ve ebeveynler bunlar karşısında çok âciz.
Üstelik öyle bir nesil yetişiyor ki, zihniyet olarak tamamen ifsâd edici tesirlerin cereyanına tutulmuş vaziyette. Yani ebeveyni ona; «Yapma!.. Etme!..» deyince niye dediğini anlamaktan âciz. «Ne var bunda!..» diyebilecek hâlde. Zaten bu anne-babaların eğitim durumu ne ki; ona en doğru, en hassas şekilde anlatabilsin?
İşte bunun için, ülkemizdeki bütün anne-babalar, hangi görüşten olursa olsun, evlâtları için endişe duyan herkes, bu konuda talepkâr olmalı. Talepkâr olmalı ki, hükûmet bu konuda gerekli adımları cesaretle atabilsin.
İllâ kötü şeyler olmasını beklememeli. İllâ bizim başımıza gelmesini beklememeli. Başına kötü bir şey gelenler hakkında sû-i zan etmemeli. Hiçbir hatası, kusuru olmayan ailelerin de çocuğunun başına kötü şeyler gelebiliyor. Hattâ mizaç olarak; yumuşak huylu, nâzik, kimseyi kırmak istemeyen, «Hayır!» diyemeyen biri olduğu için bile kötü durumlara düşebiliyor. Arkadaş kurbanı olabiliyor, saflığından anlayamayabiliyor. Bu konu daha iyi anlaşılsın diye, meselenin ilmî yanından da bahsetmek istiyorum.
Bugün içinde yaşadığımız düzene ana rengini veren; özgürlükçü liberalizm anlayışı, aslında insan tabiatına uygun değil. Çünkü insan tabiatı, aslında sürü ahlâkına eğilimlidir. Yani ortalama bir insan, içinde yaşadığı grubun yanlış demediği bir şeye yanlış demez. Bu konuda, psikolojik deneyler vardır.
Öte yandan bir sürüye yön verenler; çoğu zaman aşırı cüretkâr olan bazı baskın karakterlerdir ki, bunların çoğu düşüne taşına karar vermez, anlık dürtü ve duygulara göre hareket eder. Son derece çirkin, ayıp, utanmazca şeylerin normalleşmesi, hattâ moda olması bunun açık ispatıdır.
Kur’ân-ı Kerim’de ittibâ, yani birtakım öncülere uymak ifadesi birçok âyette geçer ve insanoğlunun bu uyma eğilimine dikkat çekilir. Birçok âyette insanlar uyarılır:
“İşte o zaman kendilerine uyulan ve arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşır ve azâbı görürler. Neticede aralarındaki bağlar kopup parçalanmıştır.” (el-Bakara, 166)
Liberalizm; insanların özgür oldukları zaman akıllarını kullanıp, en doğru, en faydalı, en iyi, en güzel şeyleri seçeceği ön kabulüne dayanıyor ama insan tabiatı bunu tasdik etmiyor.
Liberalizm ve demokrasi insanları eşit kabul etmekle de yanılıyor. Hâlbuki tıptan psikolojiye, sosyal bilimlere kadar birçok bilim dalı, insanların birçok konuda farklı seviyelerde olduğunu söylüyor. Hattâ insanların arasında, başkalarının idaresine muhtaç birçok insan tipi olduğunu ortaya koyuyor. Meselâ psikiyatri ilmi, bir insanı; zekâ, duygularını yönetme, dürtülerine hâkim olma, dikkatini toplama, sosyal kaidelere uyumlu olma ve benzeri birçok alanda inceliyor. İnsanlar arasında bu sahalardan biri veya birkaçında yeterli seviyede gelişim göstermemiş olan pek çok kişi olduğunu ortaya koyuyor.
Bugün psikiyatri uzmanları, birçok kişiye teşhis koyup; bir hastalık, eksiklik veya farklılık olduğunu söylüyorlar. Bunlar eski gelenek toplumunda, büyük aile dayanışması içinde, pek fark edilmiyordu. Birinin yapamadığı işi diğeri yapıveriyordu. Herkesin, her alanda başarılı olması gerekmiyordu. Zaten büyük bir topluluğun parçası olmak, sürüye ait olmak teskin edici etki yapıyordu. Bunun yanında terbiye edici etkisi de vardı, çok kötü ve çirkin durumlar ortaya çıkmıyordu.
Günümüzde ise herkesin kendi ayağı üzerinde durması gerektiği dayatılıyor. Herkesin belli bir dalda tahsilini başarması ve iş hayatında kendini ispatlaması gerekiyor. Herkesin kendi faturalarını ödeyip, hayatını sürdürmesi gerekiyor. Bu durum zaten kırılgan olan kişilerin daha da fazla endişe yaşamasına sebep oluyor.
Bir genç; diyelim ki okul hayatında, biraz dikkat eksikliği, biraz öğrenme güçlüğü sebebiyle, işe yaramaz damgası yiyor. Zaten duygularını yönetmekte zorluk çekme temâyülü olduğu için, çektiği acıyla baş edemiyor ve biraz rahatlamak için ya internette veya çevrede kendisi gibi olanların arasına sığınıyor. Sonrası… Allah korusun…
Liberalizmin ortaya çıktığı kapitalist sistem, sermayenin kâr etmesini ve ekonomi çarkının hızlanarak dönmesini en önemli mesele olarak gördüğü için arada birkaç yüz bin gencin mahvolmasını önemsiz bir zâyiat olarak görebiliyor. Oysa bizler müslümanız ve bir tek insana bile kıyamayız. Bir tek insanın bile mahvolmasına râzı olamayız. Bu sebeple liberalizmi de bir daha gözden geçirmek zorundayız. Bizim dînimize, ahlâk sistemimize uymadığı gibi, bilime de uygun olmayan bu sistem, o kadar vazgeçilmez midir sahiden?
Evet, belki bugünden yarına her şeyi değiştirecek, düzeltecek gücümüz yok. O hâlde en azından yapabileceklerimizi düşünelim. Birinci kaidemiz, çocuklarımızla çok güçlü bağ kuralım. Onlarla ilgili her şeyden haberdar olalım. Bir de en önemlisi; ilerideki başarısını, alacağı maaşı, kazanacağı parayı değil, şimdiki ruh hâlini daha fazla düşünelim.
Unutmamamız gereken bir şey de şu; çocuklarımızın her dediğini yapmak zorunda değiliz. Onlar çocuk, biz onların ebeveyniyiz. Mesela aynı uzman doktor diyor ki:
“«Yasaklamak çözüm değil!» gibi sözlere kulak vermeyin. Her çocuğun internete ulaşan cihaza sahip olma yaşı farklı farklıdır. Çocuğunuzun durumunu göz önüne almadan eline cihaz tutuşturmayın. Bilhassa teknik bilginiz yoksa, kontrol etmeyi bilmiyorsanız, nereye girdiğini çıktığını araştırma imkânınız yoksa, mümkün olduğu kadar ağırdan alın. Eğer cihaz aldıysanız da teknik bilgisi fazla olan, güvendiğiniz kişilerden yardım isteyin.”