Mesnevî’de; MÜRŞİD-İ KÂMİL -2-

Z. Özlem ABAY o.abay@hotmail.com

 

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; 

 

“Mü’min, mü’minin aynasıdır.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 49) buyurmaktadır. 

 

Mevlânâ Hazretleri’ne göre; peygamberler ümmetlerine, mürşid-i kâmiller de müridlerine birer aynadır. Peygamberler Allah Teâlâ’nın Cebrâil -aleyhisselâm- vasıtası ile bildirdiği şerîat ve ahkâmı ümmetlerine, ümmetin mürşid-i kâmilleri ve âlimleri de müridlerine ve halka bildirirler. Mevlânâ Hazretleri, papağanın hikâyesinde bize mürşid-i kâmil ve mürîdin münasebetini anlatır: 

 

“Papağanın söz söyleyebilmesi için, papağanın karşına bir ayna konur. Papağanın arkasında, perde gerisinde, fasih konuşan bir kişi de öğreteceği sözleri konuşur. Papağan; aynada başka bir papağan var o konuşuyor zannederek, söz söylemeyi öğrenir. Söz söylemeyi öğrenir, lâkin sözün sırrından haberi yoktur.”

 

Harun Reşid’in bir papağanı varmış.

 

Başından sonuna kadar Yâsîn-i şerîfi okurmuş. Gerek papağan ve gerek konuşmasını öğrenen başka kuşlar, söylediklerinin mânâsından habersizdirler. Bu sebeple Fuzûlî:

 

Eylesen tûtîye tâlîm-i edâ-yı kelimât,

 

Sözü insân olur ammâ, özü insân olmaz.

 

demiştir.”

 

“Benlikle, noksanlarla dolu olan mürid, tıpkı bunun gibi velînin beden aynasında kendisini görür. Kendinden başka bir şey görmez.” (Mesnevî, c. 15, b. 17598, Tâhiru’l-Mevlevî) 

 

Mürid istîdâdı ve aldığı feyz nisbetinde mürşîd-i kâmilin beden aynasında kendisini görür. Bu da elbette ki kalbî kıvâmına göre olmaktadır. 

 

“Söz söylemeyi öğretir, öğretir ama, o sözleri öğreten, başka sonu olmayan sırdır. O, bu sırra âşinâ değildir. O, bir papağandır. Mahrem-i râz, yani sır dostu değildir.” (Mesnevî, c. 15, b. 17601, Tâhiru’l-Mevlevî)

 

Papağan nasıl aynada gördüğü aksinin söz söylediğini düşünürse, eksik ve noksan olup kemâlâtını tamamlamamış mürid de, mürşid-i kâmilin beden aynasında kendini görür; «Ben de bu sözleri biliyorum, söyleyebilirim.» diye düşünür. Oysaki mürşid-i kâmilin beden varlığının gerisinde Cenâb-ı Hakk’ın kudreti vardır. Mürşid-i kâmil; varlığını Hak’ta fânî ettiği için, ondan sâdır olan söz ve fiiller Hakk’ın tasarrufu ile olmaktadır. Mürid sülûk yolunda bu papağan gibidir. Mürşid-i kâmilinin söylediği sözlerin sırrına ulaşmaktan âcizdir. Bu yüzden Mevlânâ Hazretleri şöyle buyurur:

 

“Aklını başına topla da dil süpürgesiyle toz kaldırma! Gözün gibi olan mürşidine çer çöp ve toz takdim etme!” (Mesnevî, c. 6, b. 4018, Tâhiru’l-Mevlevî)

 

Bu yüzden mürşidinin sözlerine itiraz edip cedelleşme

 

Hâl böyleyken;

 

“Ey mâneviyattan hâsılı olmayanlar! Evliyâullah hazerâtının huzûrunda kalbinizi muhafaza ediniz, yani; onlara karşı inkâr fikrinde bulunmayınız.” (Mesnevî, c. 8, b. 7151, Tâhiru’l-Mevlevî)

 

Mekke fetholunmuş; Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Kâbe’yi tavâf ederken, Ebû Süfyan da Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in tavâfını seyretmektedir. O sırada kalbinden, bir ordu toplayıp Efendimiz’i ve ashâbını yenmeyi geçirmektedir. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Ebû Süfyan’ın yanına gelince; 

 

“–O adam, seni yine yener!” buyurur. Ebû Süfyan; 

 

“–Hak peygamber olduğuna şimdi inandım. Gönlümden böyle bir düşünce geçirmiştim.” der.

 

Peygamber Efendimiz -sallâl­lâhu aleyhi ve sellem-, kalplerde olana vâkıf idi. O’nun gibi; vârisi olan mürşid-i kâmiller de Allâh’ın izin verdiği kadarıyla, kalplerden geçene vâkıf olabilirler. Kalplerde olan mânevî hastalıklar onlara malûm olur.

 

“Allâh’ın doktorları olan evliyâullah; sendeki hastalığı artık sen söylemeden, nasıl olur da anlamazlar!..” (Mesnevî, c. 12, b. 14221, Tâhiru’l-Mevlevî)

 

“Ruh hekimi ve tabîb-i ilâhî olan kâmiller ise uzaktan, Sen’in adının işitmekle varlığının ta derinliklerine kadar giderler.” (Mesnevî, c. 12, b. 14224, Tâhiru’l-Mevlevî)

 

Mevlânâ Hazretleri; bu beyt-i şeriflerinde, Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri’nin Hasan Harakānî Hazretleri’nin doğumundan önce müridlerine, onun doğumunu ve kâmil bir zât olacağını bildirmesine atıfta bulunmaktadır. (Hazret-i Pîr, bu konuda 12. ciltte bir hikâyeyi bize nakletmektedir.) 

 

Hak âriflerinin görüşü, sadece dünya hayatı ile sınırlı değildir. Allâh’ın izin verdiği kadarı ile, kişinin âhiret hayatına da uzanmaktadır. Mevlânâ Hazretleri buyurur:

 

“Bu akl-ı cüz’înin ileriyi görebilmesi kabre kadardır. Hak âriflerinin görüşü ise (Sûr)un nefhine ve daha ilerisine kadardır.” (Mesnevî, c. 13, b. 15688, Tâhiru’l-Mevlevî)

 

Tasavvuf ile insanın hedefi, Allâh’a yakınlık elde edebilmek ve âhirette Rabbi ile beraber bulunabilmektir. Bu yüzden mürid, hedefini asla unutmamalıdır. Çünkü onu yolundan çevirmek isteyenler (nefsi, şeytan ve insanlar) olabilir. Çirkin ve günahın, nefsine sevimli göründüğü zamanlar olabilir. Güzel ve hoş şeylerin gönlünü kapladığı da vâkîdir. Bütün bunlar karşısında mürîdin; güzel ya da çirkin ne olursa olsun, yolunu kesmesine engel olmalıdır. Bu düşüp kalkmaların olacağı elbet bilinmektedir. Önemli olan düşmek değil, bir an önce ayağa kalkmasını bilmektir.

 

Eğer düşmeyi istemiyorsan;

 

“Her an bu düşüp kalkmayı istemiyorsan, bir insân-ı kâmilin ayak bastığı toprağı gözüne çek.” (Mesnevî, c. 13, b. 15749, Tâhiru’l-Mevlevî)

 

Bu beyitte, ayak basılan toprağı sürme gibi çekmekten maksat; onların izinden gitmek ve onların yaşadığı gibi yaşamaya gayret etmektir. Bu tâbî oluş elbette ki zor ve meşakkatlidir. Nefis elbette çok hoşlanmayacaktır. Lâkin onların yolu, Allah ve Rasûlü’nün yoludur. Bu tâbî oluş da elbette ki özünde; Allah ve Rasûlü’ne tâbî oluştur. Bu yol sırât-ı müstakîmdir. Mürid bu yola devam ederek sülûkunu tamamlayacak ve kemâlât yolunda olacaktır. Bu yolda oluşun asıl gayesi de Allâh’a vâsıl olmaktır. Hiçbir şeyin varlığı veya yokluğu, insanı Allâh’a vâsıl olmaktan alıkoymamalıdır.

 

Öyleyse;

 

“Eğer hâfız-ı hakikî olan Allah tarafına bizzat firar ve O’nun hıfzına ilticâ edemezsen, Hakk’ın hıfzını bulmuş ve onun mahfuzu olmuş insân-ı kâmile kaç!

 

Elini Pîr-i kâmil ve mükemmilden başkasına verme! Zira, Allah o elin destgîr ve hâfızı olmuştur.”
(Mesnevî, c. 14, b. 16910-11, Tâhiru’l-Mevlevî)

 

Bu sayede kötü huy ve davranışlarından kurtulabilirsin. Yol kesicilere karşı seni uyaracak bir mürşidin olması da seni bunlara karşı uyanık kılar. Böylece cehâletten ilme, tembellikten güzel kulluğa ve mâsivâdan Allâh’a kaçışı gerçekleştirebilirsin.

 

Bunun için de;

 

“Sen gözünü kapa ve mürşide teslim ol ki, o eski şehirde kendini göresin.” (Mesnevî, c. 14, b. 17273, Tâhiru’l-Mevlevî)

 

Kendini gören mürid, elbet nefsini bilecektir. Nefsini bilen de Rabbini bilir. Bu mutluluk diyarına giden yolda mürid olanlara ne mutlu! Bu yolu hakkı ile katedenlere ne mutlu! Vâsıl-ı ilâllah olanlara ne mutlu!  

 

Rabbim cümlemize nasip etsin. Allah ve Rasûlü’nün yolundan giden mürşid-i kâmilimizden ayırmasın. Âmîn… Ve bi hürmeti Tâ-Hâ ve Yâ-Sîn…