İTAAT ÖLÇÜLERİ
Sami GÖKSÜN
İtaat, kâinatta cereyan eden umûmî bir kanundur. En büyük semâvî varlıklardan en küçük zerreciklere kadar bütün varlıklar, kendilerinden pek çok kudretli ve bilgili yaratıcının koyduğu nizama tam bir itaat gösterirler.
Tabiat kanunlarının hâlikı ve nâzımı Allah, O’nun koyduğu ferdî ve sosyal kanunların bütünü de İslâm’dır. İşte varlıklar arasında özel bir yeri olan insan, ilâhî kanunlar arasında hususî bir mevkii olan İslâm’la itaate çağrılmıştır.
Mü’min; bu çağrıyı kabul ederek Allâh’a, elçisi Hazret-i Peygamber Efendimiz’e ve O’nun tebliğ ettiği hayat nizamı Kur’ân’a inanan ve itaati aslî vazife bilen insandır. İtaat îmânın gereğidir. Îmânı güçlendiren, mutluluğa erdiren biricik âmildir.
Mü’min; Allâh’a, O’ndan gelen hayat kanunlarına itaat etmek için inanan insandır. O’nun emirleri ve yasakları; ferdî, ailevî ve içtimâî hayatın geçerli düzeni olmadıkça, yani Allâh’ın emir ve yasaklarına itaat edilmedikçe inanma zayıftır.
Evet; Allah vardır, birdir, yaratandır. Ezelî ve ebedî olandır. Gören, işiten, dilediğini arzuladığı anda ve istediği şekilde yapmaya gücü yetendir. Mâzîyi, hâli, istikbâli ve yarattığı insanların hayatlarını tanzim edebilecek, kanunları en iyi bilen, emir ve yasaklar koymaya yegâne salâhiyetli olandır.
Mü’min olabilmek için, Allâh’a bütün bu ölçüler çerçevesinde inanmak gerekirken; Allâh’ı en kudretli ve bilgili Rab kabul edip de, tatbik olunması için koyduğu emirleri ve yasakları, -hâşâ- uygulanmasına gerek olmayan tavsiyeler dizisi gibi görmek veya çevremize bu tür görüşün insanı olduğumuz fikrini verebilecek hayat tarzlarının içine düşmek, fiilen O’na inanmamaktır. Gerçek mânâsıyla Allâh’a îman, ancak Allâh’a itaatle gerçekleşir. Bunun içindir ki; O’nun emir ve yasaklarına kayıtsız ve şartsız itaatle vazifeliyiz. Hazret-i Peygamber Efendimiz’e îman da O’na itaat etmek içindir. Çünkü O; yalnız inanılmak için değil, fiilen önder ve rehber edinilmek için gönderilmiştir. O’na itaat etmedikçe, gerçekten O’nu rehber tanımış olamayız. Çünkü O’na inandığımızı ifade ettiğimiz hâlde; nefsî arzularımıza tâbî olmak, toplumun olumsuz gidişini izlemek, çeşitli «-izm»lerin kurucu ve mümessillerine itaat ederek yollarından gitmek, Peygamber Efendimiz’in mukaddes önderliğine inanmamaktır.
Bunun içindir ki Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Sizden biriniz benim tebliğ ettiğim İslâm dînine (ve benim önderliğime arzuyla) tâbî olmadıkça, îmân etmiş olmaz.” (İbn-i Ebî Âsım, Sünnet, 15)
Dolayısıyla, mü’min olarak vazifemiz; Allâh’a ve elçisi Hazret-i Peygamber Efendimiz’e kayıtsız-şartsız itaat etmek, bunun için de İslâm nizamını aşkla yaşamaktır. Nizamımızın bizlere yüklediği görevleri özetleyerek deriz ki:
Beş vakit namaz kılarak, Ramazan ayında oruç tutarak, şartları gerçekleştiğinde zekât vererek, hacca giderek, böylece asgarî mecburiyetler olan vazifelerimizi yaparak, Allâh’a itaat etmeliyiz.
İlme ve ihtisâsa gönül vererek, bütün ahlâk ve fazîlet değerlerine saygı duyarak; bilgimizle, sanatımızla, memuriyet ve ticaretimizle, çeşitli sosyal faaliyetlerimizle cemiyete hizmet ederek; helâl kazançlar peşinde koşarak, afv, sabır ve tevâzu gibi ahlâkî güzelliklerle bezenmeye çalışarak, Allâh’a ve Peygamberi’ne itaat etmeliyiz.
Yüce Rabbimiz’in ve Sevgili Peygamberimiz’in bizim için ancak kötü ve çirkin olan işleri, zararlı olan davranışları yasakladığına inanarak;
•Alkol, domuz eti ve sıhhatimizi zedeleyecek her türlü maddeler gibi gıdâî haramlardan;
•İsraf, karaborsacılık, kumar ve fâiz gibi içtimâî haramlardan;
•Rüşvet, intihar, hırsızlık, yaralama, zinâ ve yalancılık gibi hukukî haramlardan;
•Gurur, kin, riyâ, haset gibi rûhî haramlardan kaçınarak Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat etmeliyiz.
Müslümanlar; İslâm nizamını yaşayarak Allâh’a ve Rasûlü’ne itaatle mükellef oldukları gibi, Rabbimiz’in kanunlarını ihtivâ eden Kur’ân’da ve Peygamber Efendimiz’in sünnetinde itaat edilmesi bildirilenlere itaat etmekle de vazifelidirler.
•Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat,
•Anaya-babaya itaat,
•Hak ve adâlet üzere icraat yapan idarecilere itaat,
•Fazîlet ölçülerinden ayrılmayan, ilmiyle âmil ilim adamlarına itaat zarûrîdir.
İslâm nizamının kanunlarına, müsbet ilim verilerine veya inanan olgun aklın güzel ve doğru bulduklarına itaati vâcip kılan dînimiz; Allâh’ın emir ve yasakları ile Sevgili Peygamberimiz’in tâlimâtı ile çatışan fikir ve tatbikate bağlılığı da Hakk’a isyanı yansıtan en büyük suç olarak vasıflandırır, Zira Sevgili Peygamberimiz’in ifadesiyle;
“İtaat ancak mâruftadır.” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 87)
“Allâh’a itaat etmeyene itaat yoktur.” (Ahmed, III/213)
“Hâlık’a isyan hususunda, hiçbir mahlûka itaat yoktur.” (Ahmed, I/129)
Müslümanlar olarak Hakk’a itaat edelim ki vicdanlarımız ve yaşantımız, Hak olmayan beşerî otorite kayıtlarından arınsın. Hak’la hür olmanın hazzını duysun.
Hakk’a bağlanalım ki, aşkla yaşayabilelim, ebedî mutluluğa erme sevdasıyla dolabilelim.
Yazımızı, anlatılan bütün hakikatleri özetleyen şu âyet-i kerîme ile sonlandıralım:
“Kim Allâh’a ve Peygamberi’ne itaat ederse, Allah onu ağaçları altından ırmaklar akan cennetlere koyar ki, orada ebedî olarak kalıcıdırlar. İşte bu en büyük kurtuluş ve saâdettir. Kim de Allah ve Peygamberi’ne isyan eder, Allâh’ın şerîatinin hükümlerini çiğneyip geçerse, onu da içinde ebedî olarak kalmak üzere ateşe koyar. Onun için rüsvay edici, hor ve hakir kılıcı bir azap vardır.” (en-Nisâ, 13-14)
Rabbim bu âyet-i kerîmeleri hakkıyla anlamaya cümlemizi muvaffak eylesin. Âmîn…