Kullukta Vasıta: MUHABBET, Netice: FAZÎLET…
M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com
İnsanlara kötülükleri ve zulümleri sevdirip de sonra;
–Bırakın herkes sevdiğini yapsın, demek nasıl bir eğitim ve kişilik mantığıdır?
Vahşeti süslü göstererek onu sevdirenler;
–Herkes sevdiği şeyi yapmakta hürdür, diye feryât ederek ne yapmış oluyorlar?
Nefsâniyetleri, şeytâniyetleri ve ahlâksızlıkları damar damar şırınga ederek rezîletleri saf dimağlara ısrarla ve şiddetle sevdirenler, sonra da;
–Sevdiği şeyleri yapmak, herkes için en normal şeydir, diye davul çalanlar, hangi besteyi icrâ etmiş oluyorlar?
Nesilleri hak yerine bâtıldan bâtıla âşık edip ruhlarını perişan edenler, sonra da;
–Yavruların masum heves ve arzularına set koyarak bir yere varılamaz. Herkesin kendi heves ve arzularına göre yaşaması, en tabiî hakkıdır, diye ufacık dimağların bile gönül nefeslerini keserek bâtılın isyan ve haksızlığına avukat kesilenler, hangi haktan dem vurmuş oluyorlar?
Terazi yok mu bu hususta?
Herkes; var, diye haykırıyor elbette.
Kimde?
Gafillerin keyfinde mi? Şeytanlık yapanlarda mı? Kötülerde mi? Düşmanlarda mı? Kâfirlerde mi? Haçlılarda mı? Saçlılarda mı? Kellerde mi? Ellerde mi?
Bunu;
Neyi sevip neyi sevmemek gerektiğinin terazisini;
Mahşer meydanına bakmadan, ibretleri ve acıları inceden inceye temâşâ etmeden, ezelden ebede yolculukta azâba yuvarlananlar ile cennete mazhar olanları berrak bir şekilde görmeden tam olarak kestirebilmek mümkün mü?
O hâlde:
Muhabbet muhabbet olmaz mahşer meydanında gerçek terazide tam puan almadan. Muhabbet muhabbet olmaz, eğer Muhammedî olmazsa. Muhabbet muhabbet olmaz, o muhabbeti yaratana ruh ile âşık, cân ile kurban olunmazsa.
Demek ki muhabbetin veçhesi iki:
•Nefsî ya da kalbî,
•Hayâlî ya da hakikî,
•Şeytânî ya da Rahmânî.
Biri Allâh’a götüren rahmet vasıtası.
Diğeri yerin dibine geçiren felâket tabutu.
Ne mutlu,
Âhirzamanın ârif insanları muhabbet kılıcını, Allâh’ın arslanları gibi kullanabilmek yolunda asr-ı saâdettekilerin ardınca koşmakta.
Ne yazık,
Âhirzamanın gafil insanları da, muhabbet kılıcını şeytanlığın emrinde kullanabilmenin ebû cehilliği yolunda devr-i cehâlettekilerin ardınca koşmakta.
Bu bakımdan;
Muhabbet ve nefret dağarcığındaki kabarmalar, hareketlilikler ve yönelişler etrafında mutlaka akla da gönle de mahşerdeki mîzandan bir ayna ve onunla aynı olabilen gerçek bir terazi kullanmalı herkes.
O terazide sormalı:
Düşmanı sevmek, muhabbet midir?
Nefsi sevmek, muhabbet midir?
İsyanları ve günahları sevmek, muhabbet midir, sevgi midir?
Ya kötülüğü ve kötüleri sevmek?
Ya zulmü ve zorbalığı sevmek?
Hele bebekleri de yaşlıları da hastaları da paramparça edip onların kanlarına bir türlü doymayan vampirler gibi vicdansız bir hunharlığı ve vahşeti sevmek? Sonra bütün şeytânî ve mel‘un öfkeleri masumların üstüne bomba gibi yağdırmak, sonra da kātilleri alkışlamak?
Sevgi mi?
Âhirzamanın çirkef ve lânet dolu çarşılarında türlü türlü mel‘anetlerin sahte câzibelerine aşk ile kapılıp da güzel bir şeyi seviyormuşçasına bir masumiyet ve bahane tuzağına hem düşerek hem düşürerek ebedî hüsranı ve sonsuz felâketi sevmek? Bunu da rahatlık ve saâdet zannetmek?
Muhabbet midir bu?
Ya da;
Onca rezâletleri, katliâmları ve mezâlimleri aymaz bir inatla ve uslanmaz bir hırs ile sevmek, ısrarla mendeburluğun, çakallığın, canavarlığın ve mikropluğun leylâsı ve mecnunu olmak da muhabbet mi? Beşere emânet edilen aşkın dağarcığında nemrutları ve hınzırları kıskandıracak aşırılıkta deverân eden hunhar tutkular, kirli iştiyaklar, aygır hevesler ve iblisçe arzular ekseninde canhıraş isteklerinden hiç vazgeçmeyen tuhaf duygunun adı da muhabbet mi, sevda mı, sevgi mi?
Zulmü, küfrü, nankörlüğü ve isyanı masum göstermeye çalışanların şer dolu lügatlerine göre, belki.
İlâhî gerçeğe göre ise asla!
Sevgi ve aşk,
Belki ifade olarak herkeste aynı malzeme. Ancak onu kullananlara nisbetle kiminde tamlığı, kiminde hamlığı gösteren bir vasıta.
Kiminde;
Hak’la buluşturan ve cennetlik eden gerçek bir rahmet.
Kiminde;
Şeytanla koşuşturan ve âkıbet cehennemle harman eden bir âfet.
Biri tam sevgi, diğeri ham sevgi.
Tam sevgilerin hepsi muhteşem ve müstesnâ. Mübârek ve mûteber.
Ham sevgilerin ise tamamı hasta. Bağrında virüsler kaynıyor! Hiçbiri makbul değil, değerli değil, çare değil. Önce doyumsuz bir serap, sonra dayanılmaz bir azap. Bu vaziyet, Hakk’ın vergisi olmasına rağmen sevginin Hak’tan ve hakikatten kopuk olması yüzünden.
Çünkü;
Sevgi, sevda, muhabbet ve aşk denilen duygu, ham hâliyle rotasızdır, hakikatsizdir, âdeta kontrolsüz bir elektrik gibidir. En ufak çalkantıda aklın da kalbin de enerji trafolarını patlatır ve neticede insanı körkütük eyler.
Yani;
Hamlığı ve rotasızlığı yüzünden haksız ve hakikatsiz sevgi, can gözü itibarıyla nûr-i ilâhîye mazhar olamaz, sadece karanlıktan karanlığa savrulur. Ondaki ten gözü en mâhir merceklerden daha mükemmel ve maharetli olsa bile, can gözü mahrumiyetinden dolayı kendisini asla en güzele değil daima en çirkine kaptırır. Çünkü en güzel ile en çirkini seçebilecek bakışlara sahip değildir. Sadece kuru bir duygu trafiğine sahiptir, onu da kim kaparsa, kim çalarsa ona ait hâle gelir. Böylece yegâne dostun hak aşkına mâlik olmak yerine yegâne düşmanın lânetlik hislerine köle olmak gibi bir aldanışın içinde güle oynaya perişan olur.
Âh sevgi!
Her şeyin özü.
Aslında ne kadar güzeldir, lâkin onu yanlış yere kaptırınca da ne kadar berbat olmakta! Çünkü onu kaptıran her şeyini kaptırmakta. Îmânını ve ahlâkını da. Şahsiyet ve rûhunu da. Dünyasını ve âhiretini de.
İbretler sayısız:
Varlığın en akıllısı olan insan, en büyük hazinesi olan sevgiyi, şayet taşa kaptırmışsa, ona tapıyor. İneğe kaptırmışsa, ona tapıyor. Ateşe kaptırmışsa, ateşperest oluyor. Paraya kaptırmışsa, ona kul köle kesiliyor. Heveslerine kaptırmışsa, mantıksız bir bencil hâline geliyor ve sadece nefsine tapıyor.
Çok yazık!
İki cihanın gerçeğinden ve tefekküründen mahrum kalanların duyguları, ebediyet çarşısında akıl ve idrak bakımından sadece müflis ve isabetsiz çalışıyor. Rastgele savrulmalar etrafında boşu boşuna cirit atıyor.
Nefsi neyi severse onun peşinde zebûn oluyor. Neyi sevmezse rûhunu da ondan mahrum eyliyor.
Göremiyor ki:
Cehennemi gören gözler, onu sevemez. Ancak cehenneme doğru gidişte onun azap ve alevlerini fark etmeyenler, yol üzerindeki yemyeşil sahte tablolara kapılmakta, sevgilerini doğru ve isabetli yönlendirememektedir. Başlangıçta kahkahalara boğularak içlerinde raks eden sevgiler, en sonunda neşeli ağızları birdenbire çaresiz eyvahlarla dolduran ve alevlerin ortasında hiç durmaksızın ağlatan en acı nefretlere dönüşmekte ve bu aldanmışlığın sonsuz azâbı ve telâfî edilemezliği, ebediyyen kahretmektedir.
Buna rağmen,
Gafil insanoğlu, sadece düz bir mantıkla, ille de kendinin / nefsinin bencilce sevdiği ve sevmediğine göre hareket ediyor.
Hak ve helâl, doğru ve isabetli olmasından daha ziyade ille de sevdiği bir iş, sevdiği bir eş, sevdiği bir mekân, sevdiği bir hayat, sevdiği bir kader ve sevdiği bir netice peşinde herkes. Harama bulaşsa da nefsini mazur görüyor bu noktada. Hak yese de mazur, yanlış olsa da mazur, isabetsiz olsa da mühim değil.
Aynı şekilde;
Sevmediği, hele nefret ettiği işten, nefret ettiği eşten, nefret ettiği ortamdan, nefret ettiği hayattan, nefret ettiği kaderden ve nefret ettiği âkıbetten ise, sürekli kaçış ve uzak duruş hâlinde.
Eğitim dünyası da, aile ve toplum da, iş dünyası da;
Âhiret mîzânına bakmadan küt bir şekilde sevdiği şeyin peşinde koşmayı, dolayısıyla küt bir şekilde sevmediği / nefret ettiği şeyden uzak durmayı, hattâ kaçmayı telkin ediyor ısrarla. Günümüz mantığı da modern çağın aklı da, fikri de, bilgi harmanları da buna göre sistemli.
«Kuru kuruya istiyor olmak» ya da «istemiyor olmak», «seviyor olmak» ya da «sevmiyor olmak», «benimsiyor olmak ya da nefret ediyor olmak», buna bakıyor herkes. Buna bakılması isteniyor.
Fakat bunun sâbitesi nedir?
İşte buna pek bakılmıyor. Lâkin sevmek ve sevmemek noktası, aynı şey etrafında günde elli kere değişiklik gösteriyor. Bu elli kere değişikliğin hangi noktası baz alınacak? Neye göre? Bu incelik, gözden kaçıyor. Oysa kaçmaması gerek. Çünkü gerçek buna bağlı. Yorulmak istemeyen eğitimci dünyanın;
«–İstemiyorsa boş ver!» mantığı, nice hazineleri ziyan ediyor.
Veya;
«–İstiyorsa mesele yok!» mantığı, gençliği özentiden başka kabiliyeti olmadığı sahalarda boş yere at oynattırarak ziyan ediyor.
Şuur devrede olmadığında neredeyse hiç dikkat edilmeyen şu ilâhî gerçeğin ehemmiyeti, dün olduğu gibi bugün de yarın da çok çok mühim:
كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَكُمْۚ وَعَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْـًٔا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ وَعَسٰٓى اَنْ تُحِبُّوا شَيْـًٔا وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ۟ ٢١٦
“•Hoşunuza gitmediği hâlde;
–Savaş size farz kılındı.
•Sizin için daha hayırlı olduğu hâlde,
–Bir şeyi sevmemeniz mümkündür.
•Sizin için daha kötü olduğu hâlde,
–Bir şeyi sevmeniz de mümkündür.
•Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (el-Bakara, 216)
Hâl böyle iken bugünün felsefesi ne?
–Doğruydu, yanlıştı, isabetliydi, değildi, deyip durma! Hepsini bir kenara bırak! Sadece istediğini yap! Sevmediğin şeyi de dünya yıkılsa yapma!
Peki neyi sevmeli?
Zorla mı sevilecek?
Yahu;
Ya farkına varılmadan cehennemi sevmek gibi bir aldanışa düşüldüyse? Olsun mu? Aslında kimse ateşi sevemez. Sevdiğini zanneder sadece. Böyle bir aldanış zannına ebediyet fedâ edilsin mi? Değer mi?
Maalesef;
Gafil olununca sadece azâbı ve cehennemi sevdiğini zannetmek gibi bir aldanışın kurbanı olabiliyor insanlar.
Gafil telkinler havada uçuşuyor:
–İstemiyorsan uzak dur! Boş ver! Yapma! Keyfine bak!
İyi de cenneti istememekse bu?
Kim istemez, kim sevmez cenneti? Baksana en âsîler bile cennet ortamlar arıyorlar yazlık diye, tatil yeri diye vesâire.
Hâl böyleyken;
Gaflet yüzünden cenneti ve rahmeti sevmediğini zannetmek gibi bir aldanışın kurbanı olabiliyor insanlar.
Bu hakikati görmeyenlerin dilleri, kalplerini şeytan inadına bağlayarak istiyor da istiyor:
–İstiyorum da istiyorum.
–İllâ şöyle olsun istiyorum!
–Neye mal olursa olsun böyle istiyorum!
–Cenneti ne yapayım burada? O orada lâzım. Şimdi burası mühim benim için. Çocukluğumdan beri içimde yaşattığım heveslerimi öldüremem. Hem benim isteklerimden başkasına ne? Günah mı bu, değil. Kim ne karışır ki!
Sadece istek!
Dıştan bakınca hiçbir kötü tarafı yok. Maskeye bakınca çok güzel, sahnesi de çok mükemmel. Sonrasına bakılmazsa hiçbir eleştirecek durum yok! İstiyorum ifadeleri, bu yüzden çok güçlü bir ses ve gürültü hâlinde. İstemiyorum ifadeleri de aynı şekilde gür, güya bir de çok özgür:
–İstemiyorum, asla istemiyorum.
–Kim ne derse desin, neye patlarsa patlasın istemiyorum.
–Çocukluğumdan beri nefret ettiğim şey bu. İnsan nefret ettiği şeyi yaparsa şahsiyeti nerede kalır? Nefret ettiği şeyi yapmaya kim mecbur tutabilir?
–Kime ne?
–Sen seviyorsun ama ben sevmiyorum.
–Köle miyim? Sevmesem de yapmaya mecbur bir köle miyim yahu?
Üç günlük dünya hayatında ebedî bir ticaret yaşandığı için gafletler de kum gibi hakikatler de kum gibi.
İmtihanlar ve ihtiyaçlar yığın yığın.
Gerçek îman ve irfan da;
Yığınla ihtiyaçlar ve ihtilâçlar sebebiyle darmadağın olan tüm sevgileri derleyip toparlayarak ancak Hazret-i Peygamber rehberliğinde sadece Allâh’a kulluk vasıtası hâline getirebilmektir. O vakit mü’minin kalbi, fazîletlerle dolu bir gönle dönüşür.
O gönülde bütün matemlere çareler vardır. O gönülde bütünzulümleri bertaraf edecek adâletler ve merhametler vardır. O gönülde geceleri gündüz edecek bir aşk vardır. O gönülde ölümsüzlük iksirini şehâdetle içen bir sevda vardır. O gönülde iki cihanı mamur eden yüce bir dâvâ vardır.
O gönülde Allâh’ın rızâsı vardır. O gönülde mazlumların yanık feryatlarına imdat vardır. O gönülde harabe kesilmiş beldeleri ve ruhları îmar ve inşâ etmek vardır.
O gönülde hem kendini ve hem insanlığı ihyâ vardır.
O gönülde yalnızca Allah rızâsı vardır.
İşte o fazîletli gönüller sayesinde;
Devranı kasıp kavuran tüm dertler dermana kavuşur. Tüm zulümler ve karanlıklar sirâc-ı münîre mazhar olur ve devr-i merhamet tecellî eder tüm harmanlarda. Tüm gaflet çölleri, hikmet pınarlarıyla cennet gülşenlerine dönüşür.
Bu itibarla bu dünyada âhirete dair en büyük hazırlık, illâ ve illâ Allâh’a ve Rasûlü’ne muhabbet etrafındadır.
Âyet-i kerîmelerde buyurulur:
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَشَدُّ حُبًّا لِلّٰهِۜ
“Îmân edenlerin Allâh’a olan sevgileri çok şiddetlidir/ en güçlü bir sevgidir.” (el-Bakara, 165)
“Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa sâlih amel işlesin ve Rabbine ibâdette kimseyi ortak koşmasın.” (el-Kehf, 110)
“(Ey Rasûlüm)
De ki:
‒Allâh’ı seviyorsanız,
–Bana tâbî olunuz!
Tâ ki;
‒Allah da sizi sevsin!
‒Günahlarınızı bağışlasın!
Allah;
Ğafûr ve Rahîm’dir / Çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Âl-i İmrân, 31)
Hadîs-i şerifte buyurulur:
“Bir bedevî Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e;
–Kıyâmet ne zaman kopacak? diye sordu.
Efendimiz sordu:
–Kıyâmet için ne hazırladın?
O da;
–Allah ve Rasûlü’nün sevgisini, dedi.
Bunun üzerine Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
–O hâlde sen, sevdiğin ile berabersin!” (Buhârî, Edeb, 96; Müslim, Birr, 161,163)
Yâ Rab,
Nasîb et!
Âmîn…