KADINLARLA TOKALAŞMANIN CEVÂZI YOKTUR!..

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

 

Kıyâmet alâmetlerinden biri de, gerçek âlimlerin vefât edip yerlerinin doldurulamamasıdır. Kötü âlimler; tıpkı Hıristiyanlığın ve Yahudiliğin tarihinde yaşananlar gibi, gevşek, bozuk fetvâlar verirler. Böylece haramlar helâl sayılmaya başlanır. Böylece dînî hükümler zayıflar.

 

Geçtiğimiz günlerde, hadisleri reddetmesiyle, âyetleri eğip bükmesiyle, salevat düşmanlığıyla, evrimi kabul edip; “Hazret-i Âdem’in babası vardır.” gibi hezeyanlarıyla bilinen Mustafa İSLAMOĞLU’nun bir başka videosu ortalığa yayıldı. 

 

Bu videoda, bu şahıs, kadınların tokalaşmak için uzattığı eli sıkmayan müslümanları, vicdansızlıkla itham ediyor; “Velev ki ateş olsun, o eli sıkmalısın!” gibi saçma tavsiyelerde bulunuyordu. 

 

Sonra görüldü ki, modern ilâhiyatçılar; kadınlarla tokalaşmaya izin veren sözde fetvâları yayınlamaya çoktan başlamışlar. Hattâ bunlar birtakım sözde ilmihâllere dahî girmiş. 

 

Bu iddiaları reddedip, doğru bilgiyi ortaya koymak bir zarûret hâlini almıştır. 

 

İddia: “Erkeklerin nâ-mahrem kadınlarla tokalaşmasını yasaklayan bir âyet veya hadis bulunmuyor.” 

 

Cevap: Gerçek âlimler, var olanı gizlemezler. Fakat başta söylediğimiz gibi, âhirzaman manipülâsyonlarıyla karşı karşıyayız. Bu hususta gerçekten delil yok mu? Buyurun okuyalım:

 

“…

 

•Gözlerin zinâsı bakmak, 

 

•Kulakların zinâsı dinlemek, 

 

•Dilin zinâsı konuşmak. 

 

•Elin zinâsı tutmak, 

 

•Ayakların zinâsı yürümektir. 

 

•Kalbe gelince o, arzu eder, ister. 

 

•Üreme uzvu ise bunu ya gerçekleştirir veya boşa çıkarır.” (Buhârî, İsti‘zân, 12, Müslim, Kader, 20-21)

 

Elin zinâsı tutmak ise; niyetler kalbe ait olup onları tespit etmekten de âciz olduğumuza göre, bütün dokunuşlardan uzak durmamız îcâb eder. 

 

Bu hadîs-i şerîfin üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in tatbikatına bakalım. O devirde, bey‘at yani el ele tutuşarak söz vermek uygulaması vardı. Peygamberimiz erkeklerin bey‘atini, onların ellerini tutarak gerçekleştiriyordu. Fakat kadınların bey‘atini, onlara dokunmadan kabul etmiştir:

 

Mekke fethinden sonra kadınların bey‘ati; sözle ve Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in elini batırdığı bir su kabına ellerini batırmak sûretiyle tahakkuk etmiş, onlarla musâfaha şeklinde bir bey‘at hiçbir zaman vâkî olmamıştır.

 

Ümeyme bint-i Rukayka -radıyallâhu anhâ- şöyle anlatır:

 

“Ensardan bir grup kadınla Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-’a gidip;

 

«–Allâh’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zinâ etmemek, çocuklarımızı öldürmemek, hiçbir zaman iftira atmamak, meşrû emirlerinde Sana isyan etmemek üzere bey‘at ediyoruz.» deyince Âlemlerin Efendisi hemen;

 

«–Gücünüz yettiği ve tâkat getirebileceğiniz hususlarda!» buyurdu. Bu şefkat ve merhamet yüklü sözü üzerine biz;

 

«–Allah ve Rasûlü bize karşı bizden daha merhametlidir, haydi bey‘at edelim!» dedik.

 

Kadınlar, bey‘ati musâfaha ederek yapmak istediler. Ancak Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

 

“–Ben kadınlarla musâfaha etmem! Benim yüz kadına toptan söylediğim bir söz, her kadın için ayrı ayrı söylenmiş sayılır.” buyurdu. (Muvattâ, Bey‘at, 2; Tirmizî, Siyer, 37/1597)

 

Hazret-i Âişe de bunu te’yîd etmiştir:

 

“Allah Rasûlü’nün eli asla bir kadının eline değmedi. O kadınlarla sözle bey‘atleşti.” (Buhârî, Ahkâm, 49; Şurût, 1)

 

Âyet-i kerîmede buyurulur:

 

“Kim Rasûl’e itaat ederse, Allâh’a itaat etmiş olur…” (en-Nisâ, 80)

 

Dolayısıyla bir mü’min, Allah Rasûlü’nün yaptığını yapar, yapmadığını terk eder. 

 

Prof. Dr. Zekeriya GÜLER Hocamız şöyle diyor:

 

“Rasûl-i Ekrem’in bey‘at esnasında buyurduğu;

 

«–Ben kadınlar ile musâfaha etmiyorum.” ifadesi bağlayıcılık açısından umûmî bir mâhiyet arz eder. Bu ifadenin bey‘at zamanına has bir uygulama olduğu söylenemez. Çünkü fıkıh usûlüne göre, lâfız umûmî olup husûsî bir karîne yoksa, sebebin husûsî oluşuna itibar edilmez ve ilgili delilden genel hüküm çıkarılır. Ayrıca tabiatı îcâbı bey‘atın el sıkışma yoluyla olması gerektiği hâlde, Rasûlullah, kadınlardan bey‘at alırken bunu yapmamıştır. Böyle olunca bey‘at dışında normal zamanlarda yabancı (nâ-mahrem) bir kadınla tokalaşmanın haydi haydi haram olduğu anlaşılır. Kendine son derece hâkim, günah işlemekten uzak ve masum olan yüce Peygamber, bey‘at sırasında bile kadınlarla tokalaşmaktan kaçınıyorsa, O’nun izinden giden ümmetinin daha da dikkatli olması gerekiyor demektir. 

 

Günümüzde bazı kimseler; erkeklerin kadınlarla veya kadınların erkeklerle tokalaşmasını kaçınılmaz bir durum, önemsiz bir mesele ve küçük bir günah olarak görmektedir. Bu yanlış bir fikirdir. Tamamen hevâ ve hevesten kaynaklanan bu fikir, söz konusu günahı basit görerek umursamayan ve onu terk etmek için hiçbir gayret göstermeyen insanların kendilerini temize çıkarma çabalarından başka bir şey değildir.” (Kırk Hadiste Kadın, Konya, 1997, 255-256)

 

Dört mezhebe göre nâ-mahrem kadınlarla tokalaşmak haramdır.*

 

Musâfaha hakkındaki bu delillerden daha geniş olanı ise, şu hakikatlerdir:

 

İslâm, nâ-mahrem kadın ve erkeğin münasebetlerine gayet sıkı ölçüler getirmiştir. İslâm sadece zinâyı yasaklamakla kalmamış, zinâya götürebilecek yolları da yasaklamıştır. Âyet-i kerîmelerde buyurulur:

 

“Zinâya yaklaşmayın!..” (el-İsrâ, 32)

 

“De ki: 

 

«–Rabbim açık ve gizlisiyle yüz kızartıcı bütün çirkin fiilleri, her türlü günahı … haram kılmıştır.»” (el-A‘râf, 33)

 

Bunun için İslâmiyet; 

 

•Erkek ve kadının baş başa, yalnız kalmalarını yasaklamıştır.

 

•Bilhassa vücudu tamamen ziynet olan kadına, geniş bir tesettür emrinde bulunmuştur. 

 

•Erkek ve kadının bakışmalarını da men etmiştir. 

 

Nâ-mahrem kadına bakma hususunda, sadece el ve yüzü istisnâ ederken, fukahâ bu istisnânın da muhakeme ve çarşı-pazarda alışveriş gibi zarûretlerden kaynaklandığını vurgular ve şehvet uyandırma fitnesi durumunda bu bakışları dahî mahzurlu görür. 

 

Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

 

“İlk bakışa ikinci bakışı ekleme! 

 

•Çünkü birincisi senin lehinedir. (Engellemen mümkün olmadığı için mes’ul olmazsın. 

 

•Fakat), ikincisi ise senin lehine değildir. (Engellemek elinde olduğu için, günahkâr olursun.)” (Ebû Dâvûd, Nikâh, 44)

 

Âlimlerimiz buyurmuşlardır ki: 

 

“İâde-i nazar da haram, idâme-i nazar da haramdır.” 

 

İâde-i nazar tekrar tekrar bakmak demektir. İdâme-i nazar ise bakışı uzatmaktır.

 

Sadece bu ölçüler bile, özünde «ten teması» ifade eden, tokalaşmaya İslâm’ın izin vermeyeceğinin delilidir. Bakmaya bile bu kadar sınırlama koyan dînimizin, tenlerin birbirine dokunmasına izin vermeyeceği açıktır. Bu hususta Hanefî fıkıh kitaplarında, zayıf da olsa şu rivâyet de yer alır:

 

“Mahremiyet ve evlilik bağı olmaksızın bir kadının eli içine dokunan kişinin kıyâmet gününde eline ateşten kor konulur.” (Nasbu’r-Râye, IV/240)

 

Mevzuyu zinâya götürme ihtimaliyle temellendirdiğimizde, yanlış anlaşılmalar ve alınganlıklar olacağı ileri sürülüyor. Yani; “Bir tokalaşma ile, iki insan zinâya mı düşer?” diyerek meseleye demagojik bir itirazla karşı çıkıyorlar. 

 

Hâlbuki İslâm, çoğu haram olan şeyin azını da yasaklar. 

 

“–İki saniye el ele değse ne olur ki?” demek ile;

 

“–İki yudum içki içmekten ne olur?” demenin bir farkı yoktur. İslâm, içkinin çoğunu haram kıldığı gibi azını da haram kılmıştır. «Sarhoş etmeyecek kadar içmek câizdir denilemez.» Damlası dahî haramdır. Aynı şekilde nâ-mahreme dokunmanın iki saniye süreni de haramdır. 

 

İslâm, yanlışa açılan kapıyı tamamen örter. Yüz, belki bin tokalaşmadan birinde bile yanlış bir temâyülün ortaya çıkması ihtimali var ise, dînimiz bu yolu kapatma yoluna gider. 

 

«Tokalaşmayı yasaklayan net bir emir yok!» diyenler, bakmayı yasaklayan âyeti tefekkür etsinler. Bir kadının meselâ avret olan saçını veya omzunu gören kaç kişi zinâya düşer? Burada bir oylama veya kuvvetli ihtimal arayışı yoktur. 

 

Kaldı ki, İslâm nâ-mahremler arasında aldığı tedbirlerde, sadece zinâyı engellemeye çalışmıyor, aynı zamanda; 

 

•Toplumun hayâ, edep ve iffet içerisinde yaşamasını temin ediyor. Birbirine yabancı erkek ile kadın, bir sebeple konuşmak, müzâkerede bulunmak durumunda ise, bu zarûrî görüşme, ten teması, halvet ve lâubâlîlik olmadan, ciddiyet içinde gerçekleştirilip bitirilecektir. 

 

•Bu prensipler zevc ve zevce arasındaki sadâkati ve muhabbeti artırır. Müslüman bir hanım, beyinin, kendisinden başka hiçbir hanıma dokunmamasından gönül rahatlığı hisseder. Tabiî ki bir bey de aynı şekilde… 

 

Bu demagojiyi bile çürütmek mümkündür. Maalesef, ihtilât (kadın erkek karmaşası) içinde yaşayanlar; sadece tokalaşmakla kalmayıp, lâubâlîleşme, tesettür kaidelerinden taviz verme, baş başa kalma gibi yanlışlara da düşmekte ve istenmeyen nice hâdiseler meydana gelmektedir ki, etrafına kulak veren herkes, bunun nice aileler yıkan örneklerine tesadüf edecektir. Bu tür lâubâlîleşmelerin ilk adımı, bir tokalaşmadan başka nedir? 

 

İddia: Örf-âdetler dînimizde hükümlerin verilmesinde tesire sahiptir. Kadın-erkek arasında tokalaşma bugün çok yaygınlaşmıştır. Bu sebeple hükmü buna göre verilmelidir. 

 

Cevap: Örf-âdetlerin hükümlerde tesiri vardır. Fakat nassların açıkça yasakladığı hususlarda geleneklere asla itibar olunmaz. Meselâ hemen hemen bütün geçmiş kavimlerde içki âdeti vardır. Fakat müslüman olan kavimler, bu âdetlerini terk etmekle mükellef olmuşlardır. 

 

Meselâ gittiğimiz bir yerde; 

 

“–Örfümüzde ikrâm edilen içkiyi içmemek çok ayıptır!” denilse, içki içmek câiz mi olacak? 

 

Hele bugün nefsânî serbestiyetle azgınlaşan batıda; korkunç modalar, çok çirkin âdetler zuhûr etmekte ve dünyanın geneline yayılmaktadır. Batılıların bu noktada sınır tanımaz bir hayâsızlık içinde oldukları malûmdur. 

 

Bizim örfümüzde, kadın-erkek tokalaşması yoktur. 1450 seneden beridir yoktur. Bugün de olmamalıdır. Bugün asıl yapmamız gereken, batıdan gelen bu âdete karşı çıkmaktır. 

 

Âyet-i kerîmede;

 

Peygamberimiz’in beraberindeki mü’minler; “Küffâra karşı şedit / tavizsiz!” olma hasletiyle medh ü senâ edilmiştir. (Bkz. el-Fetih, 29) 

 

Küffâra muhalefet etmek, onlara benzememek düstûruyla, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; 

 

•Namaza mü’minlerin nasıl çağrılacağı müzâkere edilirken, yahudi ve hıristiyanların âdeti olan boru ve çan gibi vasıtaları reddetmiştir. Sonunda İslâm’a mahsus ezan teşrî olunmuştur.

 

•Âşûrâ / 10 Muharrem orucu tutulurken dahî yahudilere benzememek için, öncesine veya sonrasına bir gün eklenmesini emretmiştir.

 

Gayr-i müslimlerin âdetlerine karşı çıkma vazifesini edâ etmeyip, tam tersine; 

 

“–Böyle bir âdet oluştu, dolayısıyla hükmü gevşetelim. El sıkışalım.” demek, örf-âdetlerimizi de ilmihâlimizi de batı taklitçiliği karşısında sürekli değiştirilecek bir hâle sokar. İslâm şahsiyeti buna müsaade etmez. İslâm medeniyeti, kendi an‘anesini herkese tâlim eder.

 

İddia: Tokalaşmak isteyen kadınların elini havada bırakmak, İslâm’a zarar verir. Onların İslâm’a ve müslümanlara bakışını zedeler.

 

Cevap: Mevzunun işlendiği, «Güncel Dînî Meseleler İstişâre Toplantısı»nda ifade edilen şu satırlar, bu iddiaya açık bir cevaptır:

 

“Müslüman; başkalarını memnun etmek zorunda olmadığı gibi, dînî bir emir olarak gördüğü bir işte de başka kültürlere itaat etmemekle yükümlüdür. Dolayısıyla kültürel değişim, modernleşme gibi gerekçeleri ileri sürerek Peygamber Efendimiz’in sünnetini ve bu konudaki nakillerden hareketle müçtehid imamların ve fukahânın dile getirdiği görüşleri belli bir çağa bağlamaya çalışmak, yine evrensel popüler kültür baskısının meydana getirdiği sorgulamalardan başka bir şey değildir.”

 

Aynı müellif, tokalaşmanın dünya kültüründe umûmî bir kaidesinin olmadığını, dünyada kadınlarla tokalaşmama âdetinin müslümanlar dışında da cârî olduğunu da delilleriyle göstermektedir. 

 

Toplumumuzda yaşayan bir kişi; -müslümanların kadınlarla tokalaşmadığını bildiği hâlde- onları inançlarına aykırı davranmaya sevk etmek kastıyla, bir müslümana tokalaşmak için el uzatıyorsa, doğru hareket bilhassa tokalaşmamak ve bunu ilân etmek olmalıdır. 

 

Muhatap bunu bilmiyorsa da, ona bu hakikat, münasip bir dille öğretilmelidir. 

 

Nitekim birçok mütedeyyin kadın veya erkek, karşı karşıya geldiklerinde, ellerini göğüslerine götürerek selâm vermek gibi bir usûl ile, tokalaşmayacakları mesajını nezâketle karşı tarafa iletirler. 

 

Yani kadınlarla tokalaşmak bir zarûret değildir. Bilâkis tokalaşmamak dînî bir zarûrettir.

 

Taviz tavizi doğurur. Şehevî duygulara kapı aralanmış olur. 

 

Bu gibi son derece zayıf gerekçelerle, kadınlarla tokalaşmaya cevaz vermeye çalışanlar, bu tavizlerinin neticesinde meydana gelen ahlâkî yozlaşmaların vebâlini yükleneceklerdir. Ayrıca onların bu tavizleri; maalesef, doğru olan tavrı seçip, tokalaşmama yolunda hareket edenleri yalnız bırakmaktadır. 

 

Netice:

 

Dört mezhebin hükmünce, nâ-mahrem kadın ve erkeğin tokalaşması câiz değildir. Dört mezhebin müçtehidleri; bu hususta kadın-erkek münasebetlerini düzenleyen âyet ve hadisler, sedd-i zerâyi prensibi ve Efendimiz’in asla yabancı kadınlarla musâfaha etmediğini ifade eden sahih hadislere dayanmışlardır. 

 

Bu hususta, örf-âdet değişimi veya karşı tarafın hissiyatı ileri sürülerek verilen, yabancı kadınlarla tokalaşmanın câiz olduğu yönündeki fetvâlar ise hiçbir temele dayanmamaktadır. 

 

Selâm, hidâyete tâbî olanadır. 

______________________

Güncel Dînî Meseleler İstişâre Toplantısı – VI. 356-358.