RABBİMİZ’İN ÜZERİMİZDEKİ HAKKI

Sami GÖKSÜN

 

Yüce dînimiz İslâm’ın beş temel şartından biri de «Hac»dır. Hicretin dokuzuncu senesinde farz kılınmıştır. 

 

Hac; ihrama girerek ve ibâdet maksadıyla, senenin belli günlerinde, Arafat’ta vakfeye durmak ve Kâbe-i Muazzama’yı tavaf etmektir. Haccın farz oluşu, Kitap, Sünnet ve icmâ ile sâbittir. İnkâr etmek veya önemsememek küfürdür.

 

Hem bedenî ve hem de mâlî bir ibâdet olan hac; akıllı, zengin, hür, sıhhatli ve erginlik çağına gelmiş erkek ve kadın her müslümana ömründe bir defa olmak üzere farzdır. Kendisine hac farz olan bir müslüman; yolculuk şartları müsait olduğu an, bu vazifeyi yerine getirme hususunda acele davranmalıdır. Zira Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; 

 

“Kim haccetmek istiyorsa, acele etsin. Olur ki hastalanır veya binek hayvanı kaybolur yahut da (hacca gitmesini engelleyen) bir ihtiyaç ortaya çıkar.” (İbn-i Mâce, Menâsik, 1; Ebû Dâvûd, Menâsik, 5) buyurmuştur. 

 

Hac, kendisine farz olduğu hâlde; «Daha yaşım genç, daha oğlumu-kızımı evlendirmedim…» gibi İslâmî olmayan sebeplerle, haccını yerine getiremeden ölen kimseleri, büyük bir tehlikenin beklediğini îkaz eden sevgili Peygamberimiz şöyle buyururlar:

 

“Kim kendisini Kâbe’ye ulaştıracak azık ve yol vasıtasına sahip olur da, haccını yerine getirmezse, o kimse ister yahudi ister hıristiyan olarak ölsün! (Fark etmez!) (Tirmizî, Hac, 3; Dârimî, Menâsik, 2) 

 

Dikkat edilirse, bu hadîs-i şerif meselenin ciddiyetini anlatmak için büyük bir îkazdır. Her müslüman bu îkaza kulak vermek durumundadır.

 

Rahmân ve Rahîm olan yüce Rabbimiz, haccın farziyeti hakkında Kur’ân-ı Kerîm’inde şöyle buyurmaktadır:

 

“Şüphesiz ki, yeryüzünde insanlar için kurulan ilk mâbed, Mekke’deki çok mübârek ve bütün âlemlere hidâyet olan Kâbe’dir. 

 

Orada Allâh’ın kudret ve azametini gösteren apaçık âyetlerle, İbrahim -aleyhisselâm-’ın makamı vardır. 

 

Kim oraya girerse emin olur, emniyet bulur. 

 

Oraya gitmeye gücü yeten her kimsenin o Beyt’i haccetmesi, Allâh’ın insanlar üzerine bir hakkıdır.

 

Kim (bu hakikati) inkâr ederse, şüphesiz Allah, âlemlerden müstağnîdir.” (Âl-i İmrân, 96, 97)

 

Allâh’ın son elçisi sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ise bu konudaki hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:

 

“–Ey insanlar! Allah, haccı üzerinize farz kılmıştır. O hâlde haccı îfâ ediniz.”

 

Dinleyenlerden biri;

 

“–Her sene mi yâ Rasûlâllah?” diye sordu. 

 

Peygamberimiz, adam sorusunu üç defa tekrar edinceye kadar sustu. Sonra şöyle buyurdu:

 

“–Evet deseydim, mutlaka her sene farz olurdu ve siz de buna asla güç yetiremezdiniz.” (Müslim, Hac, 412; Tirmizî, Hac, 5)

 

Bu hakikatler ışığında görülüyor ki; 

 

Ufkunda Kur’ân güneşinin doğduğu, tevhid inancının merkezi ve yeryüzünün ilk mâbedi Kâbe-i Muazzama’yı, gücü yeten her müslümanın, ömründe bir defa haccetmesi, Allâh’ın farz kıldığı kesin emridir. Allâh’ın bu kesin emrine uyarak, dünyanın her tarafından gelen; dilleri, ırkları ve renkleri ayrı olan yüz binlerce müslümanın, tek vücut hâlinde ve gözyaşları içerisinde Allâh’a yönelişi, O’nun affına sığınışı, O’nun rahmetine koşuşu, ne muhteşem tecellîdir!

 

İşte, yüz binlerce müslümanı; dünyevî elbise ve rütbelerden sıyırıp bembeyaz ihramlar içinde, mahşer manzarasını düşünmeye sevk eden Allâh’ın huzûrunda hesap vereceklerini hatırlatan bu büyük ibâdet, «hac»dır.

 

Evet, bütün kıtalardan bu ibâdeti yapmak üzere Mekke’ye gelmiş bütün müslümanlar; gönüllerinde kaynayan îman volkanlarının, dudaklarından; 

 

«–Lebbeyk Allâhümme lebbeyk, lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyk! 

 

İnne’l-hamde ve’n-ni‘mete leke ve’l-mülk lâ şerîke lek!..» sedâlarıyla fışkırdığını gördükleri zaman, dağ-taş, toprak-çamur, ağaç-yaprak da dile gelip onlara katılıverecektir. Burcu burcu îman kokan, dalga dalga bütün kâinâtı saran bu büyük gerçeği, sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle haber veriyor:

 

“Telbiye getiren hiçbir müslüman yoktur ki; onunla birlikte yerin her tarafı parça parça olup, sağından ve solundan taş, ağaç, kuru ve yaş toprak parçaları da telbiye getirmesin. Yani lebbeyk Allâhümme lebbeyk… demesin.” (Tirmizî, Hac, 14; İbn-i Mâce, Menâsik, 15)

 

Dünya müslümanlarının birlik ve beraberliklerini kuvvetlendiren; onları ilmî, içtimâî, iktisâdî ve kültürel iş birliğine davet eden ve âdeta İslâmî bir kongre olan hacca, lâyık olduğu kıymeti vermeliyiz. 

 

•Hacca gitmeden önce, tam bir haccın nasıl yapılacağını iyice öğrenmeliyiz. 

 

«Hacc-ı ifrat, hacc-ı temettû ve haccı kıran»dan hangisine niyet edeceğimizi bilmeli ve ona göre vazifelerimizi yapmalıyız. 

 

•Haccın farzlarından olan; ihram, Arafat’ta vakfeye durma ve Kâbe’yi ziyaret tavafı nedir, ne zaman ve nasıl yapılır? 

 

•Haccın vâciplerinden olan; 

 

Safâ ve Merve arasında yapılan sa‘y, 

 

Müzdelife’de yapılan vakfe, 

 

-Şeytan taşlama dediğimiz cemre, 

 

-Tıraş olma veya saç kısaltma, 

 

-Vedâ tavafı nasıl yapılır? 

 

•İhramlıya yasak olan şeyler nelerdir? 

 

•Kurban kesmeyi, sadaka vermeyi, dem gerektiren suçlar hangileridir? 

 

Bunları iyice bilmeliyiz ki, hac vazifemizi tam yapabilelim.

 

Ayrıca hacca gittiğimiz zaman; âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Medîne-i Münevvere’de bulunan kabrini ziyaret etmeyi ihmal etmemeliyiz. Zira; O Nebîler Nebîsi -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

 

“Kim hacceder ve vefatımdan sonra kabrimi ziyaret ederse, hayatımda iken beni ziyaret etmiş gibi olur.” (Darekutnî, Sünen, II, 276; Beyhaki, Sünenü’l Kübrâ, V, 403)

 

“Kim kabrimi ziyaret ederse, şefaatim ona vâcip olur.” (Darekutnî, Sünen, II, 276; Tayâlisî, Müsned, I, 49; Beyhaki, Sünenü’l Kübrâ, V, 402)

 

Mevzumuzu Buhârî ve Müslim’de de geçen şu hadîs-i şerifle tamamlayalım:

 

“–Hangi amel daha fazîletlidir?” diye Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’den soruldu. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de;

 

“–Allah ve Rasûlü’ne îmân etmektir.” buyurdular.

 

“–Sonra, hangisi daha fazîletlidir?” denildi.

 

“–Allah yolunda cihaddır.” buyurdular.

 

“–Daha sonra hangisidir?” denilince;

 

“–Eksiksiz ve kusursuz olarak yapılan hacdır.” buyurdular. (Buhârî, Hac 4, 34, 102; Müslim, Hac 204, 437)

 

Yüce Rabbimiz; farz olduğunda, bu güzel ibâdeti hakkıyla yapabilmeyi cümlemize nasîb eylesin. Âmîn…