Mü’minin En Hayırlı Azığı: TAKVÂ

Prof. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com

 

 

BİR HADİS:

 

عَنْ سَمُرَةَ ، عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ قَالَ :

 

« اَلْحَسَبُ الْمَالُ ؛ وَالْكَرَمُ التَّقْوَى» 

 

Hazret-i Semüre -radıyallâhu anh-’tan nakledildiğine göre, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

 

“Haseb (kişiyi halk nazarında yücelten nitelik) maldır, kerem (kişiyi Allah katında yücelten nitelik) ise takvâdır.” (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 49)

 

BİR MESAJ: 

 

“Takvâ üzere bir hayat yaşamaya gayret et!” 

 

 

 

“Ey îmân edenler! Allâh’a karşı hakkıyla takvâ sahibi olun ve ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 3/102) 

 

Takvâ, lügatte vikāye mastarından türemiş olup; himâye etmek, korumak, korunmak, çekinmek, sakınmak gibi mânâlara gelir.

 

İslâm’ın en temel kavramlarından biri olan ve Kur’ân-ı Kerim’de birçok âyet-i kerîmede zikri geçen takvâ, ıstılah olarak; Allâh’a itaat ederek büyük bir teslîmiyet içerisinde emirlerini yerine getirmek, yasaklarından da uzak durmak, kaçınmak şeklinde tarif edilebilir.

 

Takvâ, her an kendini murâkebe altında tutup Allâh’ı görüyormuş gibi yaşamaktır.

 

Takvâ; sevgisini kalbe yerleştirerek Allah’tan korkmak, O’ndan çekinmektir. Takvâ evet Allah’tan korkmaktır, çekinmektir ama bu sevgiye dayalı bir korkudur. O’na karşı gelip günah işlemekten, hesap gününde yüzü kara çıkmaktan ve O’nun azâbını gerektirecek bir iş yapmaktan endişe etmektir.

 

Takvâ, Allâh’a karşı mes’ûliyet şuurudur. Allâh’ın emir ve yasakları konusunda hassas olmaktır.

 

Takvâ, âhiret yolculuğunda mü’minin azığıdır. Bakara Sûresi’nin 197. âyet-i kerîmesinde Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: 

 

“Ne hayır işlerseniz Allah onu bilir. (Ey mü’minler! Hac için de âhiret için de) azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvâdır. Ey akıl sahipleri! Ben’den (emirlerime muhalefetten) sakının.”

 

Takvâ, dikenli yolda yürümek gibidir. Bir keresinde Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- Übey bin Kâ‘b’a; 

 

“–Bana takvâyı anlatır mısın takvâ nedir?” diye sorar. 

 

Übey bin Kâ‘b Hazretleri;

 

“–Ömer, sen hiç dikenli yolda dolaştın mı?” der. 

 

Hazret-i Ömer de; 

 

“–Dolaştım.” der.

 

Hazret-i Übey de; 

 

“–Ne yaptın?” diye sorunca o da; 

 

“–Kendimi dikenlerin tesirinden korumak için eteklerimi toplayarak gittim.” der.

 

Bunun üzerine Übey bin Kâ‘b Hazretleri; 

 

“–Hah işte takvâ budur.” der.

 

Takvâ; îmandan sonra her türlü sâlih ameli işlemektir ki bu, müttakîlerin en temel vasfıdır. Takvânın merkezi kalptir. Dolayısıyla insan; ancak kalbindeki niyet ve ameliyle, bir bütün olarak müttakî bir insan olabilir. Bunun için Peygamber Efendimiz;

 

“İslâm açıktan, îman ise kalpte (gizli) olur.” buyurduktan sonra eliyle göğsüne işaret ederek üç kere;

 

“İşte takvâ buradadır. İşte takvâ buradadır.” buyurmuştur. (İbn-i Hanbel, III, 134)

 

Takvâ, Allah katında insanı yüceltir. Âyet-i kerîmede şöyle buyurulmaktadır: 

 

“Allah katında en şerefliniz, Allâh’a karşı saygısı, korkusu ve O’nun yasaklarından kaçınıp emirlerine itaati en yüksek olanınızdır.” (el-Hucurât, 49/13)

 

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-’ın naklettiği bir rivâyete göre bazı insanlar Allah Rasûlü -sal­lâl­lâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek; 

 

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! İnsanların en hayırlısı, en şereflisi kimdir?” diye sordular. Sevgili Peygamberimiz şöyle cevap verdi: 

 

“–İnsanların en hayırlısı, Allah’tan en çok korkanlardır.” (Buhârî, Enbiyâ, 8)

 

Onun için serlevha hadîsimizde de geçtiği üzere, kişiyi Allah katında yücelten husus takvâsıdır.

 

Takvâ, mü’mini Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e de yakınlaştırır. Sevgili Peygamber Efendimiz, Muaz bin Cebel -radıyallâhu anh-’a bazı nasihatlerde bulunduktan sonra şöyle buyurmuştur: 

 

“İnsanların benim gözümde en üstün olanları, kim olurlarsa olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar, takvâ sahibi olanlarıdır.” (İbn-i Hanbel, V, 236)

 

Yine Ebû Zer Hazretleri’ne yaptığı bir nasihatte şöyle buyurmuştur: 

 

“Sana Allah’tan sakınmanı tavsiye ederim, çünkü işin (dînin) başı budur.” buyurmuştur. (Taberânî, el-Mu‘cemü’l-kebîr, II, 157)

 

Takvâ, hayâ ve edep sahibi olmaktır. Âyet-i kerîmede takvâ ile hayâ arasında bir bağ kurulmuş, takvânın bir nevi hayâ elbisesi olduğuna vurgu yapılmıştır: 

 

“Ey Âdemoğulları! Size hem edep yerlerinizi örtecek bir elbise, hem de giyinip süsleneceğiniz bir elbise indirdik. Takvâ elbisesine gelince, en güzel ve en hayırlı elbise işte odur. Bunlar, insanlar düşünüp öğüt alsınlar diye Allâh’ın indirdiği âyetlerdendir.” (el-A‘râf, 7/26)

 

Kişinin günlük yaşantısında giydiği elbiseler, nasıl onun mahrem yerlerini örtüyor, aynı zamanda soğuktan veya sıcaktan koruyorsa; benzer şekilde takvâ elbisesi de, kişiyi hayâ ve edep dışı davranışlardan muhafaza eder, korur.

 

Takvâ üzere hayat yaşayan mü’minler, tâdil-i erkâna riâyet ederek huşû içerisinde namazlarını
kılarlar. Kur’ân’ın Fâtiha Sûresi’nden sonraki ilk sûresi olan Bakara Sûresi’nin ilk âyetlerinde Cenâb-ı Hak, müttakîlerin özelliklerinden bahsederken şöyle buyurur: 

 

“Onlar ki gaybe îmân eder, namazı dosdoğru kılar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden infâk ederler.”

 

Takvâ doğru sözlü olmaktır. Âyet-i kerîmede şöyle buyuruluyor: 

 

“Ey îmân edenler! Allâh’a karşı gelmekten sakının ve her zaman doğru ve yerinde söz söyleyin.” (el-Ahzâb, 33/70)

 

Allâh’ın müttakî kulları söz verdiği zaman sözünde durur. Bu durum âyet-i kerîmede şöyle ifade edilmektedir:

 

بَلٰى مَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِه۪ وَاتَّقٰى فَاِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَّق۪ينَ ۝٧٦

 

“Hayır! Kim sözünde durur, günah ve haksızlıktan sakınırsa, şüphesiz ki Allah takvâ sahiplerini sever.” (Âl-i İmrân, 3/76)

 

Yukarıdaki âyet-i kerîmeye göre Allah Teâlâ, takvâ ehli insanları sever.

 

Ebû Ümâme -radıyallâhu anh-’tan rivâyet edilen bir hadîs-i şerifte, takvâ üzere hayat yaşayanların özellikleri şöyle sıralanmaktadır: 

 

Beş vakit namaz kılmakRamazan orucunu tutmakzekât vermekyöneticilere itaat etmek. En sonunda da bunları yapanın cennete gireceği bildirilmektedir. (Tirmizî, Cum‘a, 80)

 

Yüce Allah; takvâ üzere yaşayan mü’mini sever, onun dostu olur. Mükâfat olarak cennet ve nimetlerini müttakî kullarına lutfeder. Âyet-i kerîmede şöyle buyurulmaktadır:

 

“Allâh’a karşı gelmekten sakınan ve saygı dolu bir gönülle O’nun istediği gibi kulluk yapan müttakî kullara va‘dedilen cennetin misâli şöyledir: 

 

Ağaçlarının arasından ve köşklerinin altından ırmaklar akar, yiyecekleri de, gölgesi de devamlıdır. İşte Rabbinden korkup günahlardan sakınanların mutlu sonu budur. 

 

Kâfirlerin âkıbeti ise ateştir.” (er-Ra‘d, 13/35)

 

Ebû Hüreyre Hazretleri’nin anlattığına göre bir defasında Allah Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e insanların cennete girmesine en çok vesile olan amelin ne olduğu soruldu. Rasûlullah Efendimiz de;

 

“Allah’tan sakınmak ve güzel ahlâktır.” buyurdu. (Tirmizî, Birr, 62)

 

“Gönülleri Allâh’a karşı saygıyla dopdolu olup O’na itaatsizlikten sakınan ve O’nun emirlerini büyük bir îtinâ ile yerine getirmeye çalışan müttakî kullar, cennetlerde ve nimet içindedirler.
(et-Tûr, 52/17)

 

Her birimiz Rasûl-i Zîşân Efendimiz gibi Mevlâ’mıza şöyle niyaz edelim: 

 

اَللَّهُمَّ إِنّ۪ى أَسْأَلُكَ الْهُدٰى وَالتُّقٰى، وَالْعَفَافَ وَالْغِنٰى

 

Allâh’ım! Sen’den hidâyet, takvâ, iffet ve gönül zenginliği istiyorum.”

 

Rabbimiz cümlemize takvâ üzere bir hayat sürmeyi lutfetsin!

 

Rabbimiz bizleri takvâ ile azıklandırsın!

 

Rabbimiz; 

 

“İyilik ve takvâ üzere yardımlaşın; günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın.” buyuruyor. (el-Mâide, 5/2)

 

Rabbimiz; bizleri, iyilik ve takvâda yardımlaşan mü’minlerden eylesin!

 

Âmîn…