«KİM ALLÂH’A GÜVENİP TEVEKKÜL EDERSE, ALLAH ONA YETİŞİR.» (ET-TALÂK, 3)

Z. Özlem ABAY o.abay@hotmail.com

 

“Kader kilidi çok büyüktür, onu ancak Allah açar. Bu sebeple sen O’na teslim ol. O’nun rızâsına sarıl.” (Mesnevî, c. 3/3073) buyurmuştur Mevlânâ Hazretleri Mesnevî’de. Bu hâl âyet-i kerîmede bize şöyle bildirilmiştir: 

 

“Allah onlardan râzı olmuştur; onlar da Allah’tan râzıdır. İşte bu mükâfat, Rabbine haşyet duyana (saygı gösterene) mahsustur.” (el-Beyyine, 8) 

 

Allâh’ın rızâsını kazanmanın yolu, samimiyetle Rabbimiz’e teslim olmaktır. Bunun için de kişinin dünya hayatında doğrulukla yani sıdk ile yaşaması gerekir. Sıdk ile dînini yaşayan kişi, sâdıklardan olur. 

 

Sâdıklar; doğruyu söyleyip, doğruya yani Hakk’a davet eden peygamberler ve onlara hem inanç hem de amel bakımından uyup, tasdik eden ümmetleridir. Bu işte başarıya ulaşıp Allâh’ın hoşnutluğunu kazanmak ise en büyük kalp dâvâsıdır. Burada başarı büyüktür, çünkü gaye de büyüktür. Gayemiz; Allâh’ın rızâsıdır.

 

Kulun Hakk’ın bütün tecellîlerini, kalben mutmain olarak kabul etmesi «teslîmiyettir». Bu teslîmiyet ile kul, Rabbimiz’in rızâsına kavuşacaktır. Bunun için de yaptığı her işte Allâh’a dayanıp güvenmesi gerekir ki buna da; «tevekkül» diyoruz.

 

“Sözlükte Allâh’a güvenmek anlamındaki vekl kökünden türeyen tevekkül; birinin işini üstüne alma, ona güvenme mânâsına gelir. Burada güvenilene; vekil denir. Bu yüzden bir kişinin kendini Allâh’a teslim etmesi, rızkında ve işlerinde Allâh’ı kefil bilip sadece O’na güvenmesidir.” (TDV İslâm Ansiklopedisi)

 

Teslim olan kişi Allâh’a boyun eğmiş ve hükmüne râzı olmuştur. Gerçek mü’min Allâh’ın verdiği hükmün, kendisinin verdiği hükümden daha hayırlı olduğuna inanır. Kalp sâkin ve Allâh’ın va‘dine güven tamdır.

 

Tevekkülün üç derecesi vardır. Bunlar; tevekkül, teslîmiyet ve tefviz. 

 

Tevekkül eden; Rabbinin va‘di ile sükûn bulur. 

 

Teslim olan; Rabbinin bildirdiği her konuda Rabbini vekil edinir. 

 

Tefviz sahibi ise; Rabbinin her hükmünden yani kaderden râzı olur.

 

Kader; “Allâh’ın bütün nesne ve olayları ezelî ilmiyle bilip belirlemesidir. İlâhî takdirin zamanı gelince gerçekleşmesi ise; kazâdır.” (TDV İslâm Ansiklopedisi)

 

Gerçek anlamıyla tevekkül ve teslîmiyet İbrahim -aleyhisselâm-’da
kemâlini bulmuştur. İbrahim -aleyhisselâm- mancınığa konulup ateşe atılırken iken bile; 

 

“Allah bize yeter, O ne güzel vekildir.” (Âl-i İmrân, 173) diyordu.

 

Tefviz yani râzı olmak ise Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sıfatıdır. Tâif’te katlandığı eziyetlerden sonra, Mekke’ye dönerken yaptığı duâ bu mânâda çok önemlidir:

 

“Rabbim! Sen, benden râzı olana kadar, Sana tövbe ederim!..” (Heysemî, VI, 35)

 

Bir iş hususunda yapılması gereken her şey yapıldıktan sonra Rabbimiz’e teslim olmak ve kader plânında tecellî edene râzı olmak gerekir. Böylece; tevekkül, teslîmiyet ve tefviz gerçekleşir. Kul, işini Allâh’a havale etmiş ve sonuçta gerçekleşene râzı olmuştur. 

 

Kader kilidi Allâh’a aittir. Kul bu kilidi zikrullah, ibâdet ve tâat ile açmalıdır. Bunu yapabilen îmânın tadını alır. Kula ait hayrın tamamı, Rabbimiz’in rızâsında gizlenmiştir. Rabbimiz râzı olursa, biz de râzı oluruz. Bu yüzden kula düşen, Rabbine teslim olmasıdır. Çünkü kişi; rızkının nasıl ve nereden geleceğini, ölümünün ne zaman olacağını ve bir an sonra ne yaşayacağını bilemez. Kula düşen, kulluk vazifelerini yerine getirip sabırla beklemektir.

 

“Kendini, kendi benliğini unutursan seni yâd ederler, anarlar; kul olursan o vakit seni âzâd ederler.” (Mesnevî, c. 3/3078)

 

Kul, işlerinin sonucunun ne olacağını ve neyin yararına olacağı bilemez. Nefsinin isteklerine karşı koyamazsa, nefsi onu köle eder. Oysa Allâh’ın rızâsına tâlip olup işlerinin sonucunu Allâh’a havale etmek, kulu başkalarının ve nefsinin esâretinden kurtarıp özgür eder. 

 

Kişi kısmetine râzı olursa, mutluluğu da yaşar. Yoksa Hakk’ı itham etmek, kaderle cedelleşip nefsinin peşine takılmak, bedbahtlığa davetiye çıkarmaktır. 

 

Kulun çektiği sıkıntılar, kendisine takdir edilen kadere râzı olmamasından kaynaklanır. Kadere isyan ise; kişiyi yorar, üzüntüsünü artırır. Çünkü kişi râzı olsa da olmasa da eline geçecek olan, Rabbinin kendine takdir ettiğinden başkası değildir. Rızâda Allâh’ın takdir ettiği kısmete râzı olmak vardır. 

 

Ebû Ali Dekkāk kadere rızâ ve teslîmiyet konusunda şöyle demiştir:

 

“Rızâ belâyı duymamak değildir. Asıl rızâ, hükme ve kazâya râzı olmaktır.” 

 

Kişiyi Allâh’a vâsıl eden en kısa yol, rızâdır ve kulun dünya hayatında cenneti yaşamasına vesiledir. Bu yüzden kulun, -Hakk’ı râzı etmek için- kulluk vazifelerini gereği gibi yapması elzemdir. Hakk’ın rızâsını kazanan kul, Rabbinden râzı olur. 

 

“Hazret-i Musa -aleyhisselâm- bir münâcâtı sırasında Allah Teâlâ’ya şöyle bir dileğini arz etti:

 

–İlâhî! Bana öyle bir amel göster ki; onu yaptığım zaman benden râzı olasın.

 

Allah Teâlâ şöyle buyurdu:

 

–Buna gücün yetmez! 

 

Bunun üzerine Musa -aleyhisselâm- secdeye kapandı. Sonunda Allah Teâlâ şöyle vahyetti:

 

–Ey İmrân oğlu, Benim rızâm, senin kazâma râzı olmandır!

 

Kulun teslîmiyeti şöyle olmalıdır: Kaderinde vukû bulan kazâya teslîmiyet göstermelidir. Gayesi de Allâh’ı râzı etmekten başka bir şey olmamalıdır. Bu takdirde, Allah ile beraberliği yaşayabilecektir. 

 

Kulun her durumda hâlini muhafaza edebilmesi, esas gayedir. Bunun için de dâimî hamd hâlinde olması gerekir. İbrahim -aleyhisselâm- duâsında;

 

“Elhamdülillâhi alâ külli hâl” demiştir.

 

Allah Teâlâ’nın kuldan istediği, her hâl ü kârda hamd hâlinde olmasıdır. Çünkü belâ, imtihan, denenme insan içindir. Ve kul, Rabbine kulluğunu güzel yapması için denenecektir. Allah Teâlâ Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e şöyle vahyetmiştir: 

 

“Sakın kendilerini denemek için onlardan bir kesimi faydalandırdığımız dünya hayatının çekiciliğine gözlerini dikme! Rabbinin nimeti hem daha hayırlı, hem de daha süreklidir.” (Tâ-Hâ, 131) 

 

Allah Teâlâ; “Gözlerini dikme!” buyurarak, dünya hayatının çekiciliğine kapılmaması konusunda Habîbi’ni dahî îkaz etmekte ve bize de bir edep öğretmektedir. Rabbimiz’in bizim için takdir ettiğinin, bizim için daha hayırlı ve kalıcı olduğunu bildirmektedir. Çünkü bir şey; ya senin kısmetindir ya da değildir. Veya insanları fitneye düşürmek için yaratılmıştır. Eğer bir şey senin kısmetinse, Rabbimiz onu sana gönderir. Değilse sana nasip olmaz. Dünya hayatı ise; insan için, kapılıp gittiğinde en büyük fitnedir. 

 

Eğer bu dünya hayatında kâr etmek istiyorsan; Rabbine dayan, güven! İzzet bulursun!

 

İnsana güvenmek; seni zelil ettiği gibi, Rabbinden de uzaklaştırır!

 

Cenâb-ı Hakk’ın taksimine râzı olmayan kuldan, Allah hoşnut olmaz!

 

“Bu fânî dünya için kimsenin eline-ayağına kapanma!” der Sâdî-i Şîrâzî -kuddise sirruhû-

 

Yazımızı; Rabbimiz’den râzı olan kullardan olmamız duâ ve niyazıyla, Talâk Sûresi’nin 3. âyet-i kerîmesi ile nihayetlendirelim:

 

“Kim Allâh’ a güvenip tevekkül ederse, Allah ona yetişir.”