NÜFUSUMUZ…

H. Kübra ERGİN hkubraergin571@gmail.com

 

Geçtiğimiz günlerde Türkiye’de nüfus istatistikleri yayınlandı. 85 milyonu aşan nüfusuyla ülkemiz; nüfus büyüklüğüne göre sıralamada, dünyadaki 194 ülke arasında 18. sırada yer aldı. 

 

Bir ülkenin nüfus gücü; iyi eğitimli ve organizeli olması şartıyla, en önemli güç kaynaklarından biri. Bilhassa nüfusun dinamizmi, o ülkenin geleceği hakkında çok büyük önemi hâiz. Bir ülkenin nüfusu analiz edilirken, ortalama üç gruba ayrılıyor: 

 

•0-14 yaş arası: Çocuklar ve ergenlik çağındakiler.

 

•15-64 yaş arası: Genç ve yetişkinler. 

 

•65 ve üzeri: Yaşlı nüfus.

 

Dünyada nüfus yaşlanıyor. Dünyada 65 yaş üstü nüfusun yaklaşık yüzde 20 ile en yüksek seviyede olduğu Avrupa ülkelerinin ardından sanayileşen Asya ülkeleri geliyor. Japonya gibi sanayileşmiş ülkelerde; yaşlı nüfusun genel nüfusa oranı, yüzde 27’ye ulaşmış bulunuyor. Bu ülkede 13 yıldır nüfus azalıyor. Çocuk sayısı artmazsa, bu azalışın daha da hızlanacağı tahmin ediliyor. 

 

Dünyanın en kalabalık ülkelerinden biri, gitgide boşalan ve köhneleşen bir ülkeye dönüşebilir. Geçtiğimiz günlerde; Japonya’da 9 milyondan fazla evin boş olduğu haberi, medyada yer aldı. Sahipleri ölmüş, mîrasçıları da sahiplenmemiş boş evlerin sayısının daha da artacağı tahmin ediliyor. 

 

Meselenin nasıl bu hâle geldiğine bakacak olursak; bir zamanlar sanayileşme ve teknoloji alanında örnek gösterilen ülkede, halkın büyük çoğunluğunun teknoloji bağımlısı, içe kapanık olduğu, intihar vakalarının yaygın görüldüğü haberleri göze çarpıyor. Hâlbuki teknoloji bakımından gelişmiş oldukları hâlde geleneklerine bağlı oldukları ve aile yapısı bakımından batı kadar bozulmamış oldukları söylenirdi. 

 

Sanayileşmenin hemen hemen bütün toplumlarda benzer sonuçları oluyor. Kalabalık nüfusuyla meşhur olan Çin’de de nüfus yaşlanması sinyalleri belirdi. «Nüfusça en büyük ülke» nâmını Hindistan’a kaptırdı.

 

Nüfus analizlerini yapanlar; öncelikle yaş dağılımının, ekonomi üzerindeki etkisini göz önüne alıyorlar. 65 yaş üstü yaşlı kişi nisbeti çok yüksek ise; ülkenin sosyal güvenlik sisteminin ağır bir yük altına girebileceği, bilhassa sağlık sistemlerine daha büyük yükler getirip, harcamaları artırabileceği düşünülüyor. Bu sebeple bir ülkede rakamlar düşüş temayülüne girince; bu düşüşün, gitgide ivme kazanarak daha hızlanacağı tahmin ediliyor. 

 

Bir toplumda yaşlı nüfusun toplam nüfusa nisbetinin yüzde 10’u geçmesi, nüfusun yaşlanmasının göstergesi kabul ediliyor. Türkiye’de yaşlı nüfus; son 5 yılda yüzde 24 artarak, yüzde 10’a ulaştı.

 

Sanayileşmenin fert, aile ve cemiyet üzerinde çok yönlü tesirleri olduğu muhakkak. Allah Teâlâ; insanı yeryüzünde bir halîfe olarak yaratmış, türlü nimetlerle mükerrem kılmış. Sanayileşme; görünüşte insanın ihtiyaçlarını kolayca karşılamasını sağlayacak müesseseler kuruyor, ama bir yandan da insanın fıtrî bağlarını koparıp yalnızlaştırıyor. 

 

Eski zamanlarda bir insan; kendi köyünde dünyaya gözlerini açar, ailesi ve akrabalarıyla yardımlaşarak hayatını idâme ettirirdi. Gençlik çağında ailesinin yaşlılarına bakar, bir yandan da kendisi yaşlanınca ona bakacak evlâtlar büyütürdü. 

 

Evlerde pek çok ihtiyaç üretilebilirdi. Ya hiç paraya dayanmayan veya çok büyük kâr beklenmeyen, devamlı büyümesi hedeflenmeyen faaliyetlerle ihtiyaçlar temin edilebilir, aileye, çoluk çocuğa bakılabilirdi. Çoğu ailenin çok çocuğu olurdu. Bunlar biraz büyüdü mü ailesine yardımcı olurdu. Biraz daha büyüyünce de evlenir, evlât yetiştirirdi. 

 

Geçenlerde haberlerde; “Araştırmacılar Çin’de çocuk yetiştirmenin masraflı olduğunu dile getiriyorlar.” diyordu. Bir zamanlar tek çocuk politikası izleyen Çin; artık tam tersi çocuğu teşvik edecek noktaya geldiği hâlde, doğum sayısında artış sağlayamıyor. 

 

Sanayileşme ile birlikte; aile, tüketim birimi hâline geldi. İktisat ders kitaplarında tüketici birimine «hâne halkı» deniyor. Zannediyorum bu da değişecek. Artık yalnız yaşayanların çoğaldığı ve herkesin kendi keyfi için harcama yaptığı bir dünyaya gidiyoruz. 

 

Eskiden insanlar arasında aile bağları bir ihtiyaçtı. İş birliği ve vazife bölümü dünyanın hemen her yerinde geçerliydi. Bir yandan aile bağları ihtiyaç olmaktan çıkarıldı, diğer yandan aile için fedâkârlık rûhu yok edildi. Daha da kötüsü, aile kurmak istese de kurabilecek güç ve imkân da bırakılmadı. 

 

Etrafıma baktığım zaman; evlenmeden yaşı geçmiş, çok sayıda kız ve erkek çocuklara sahip aileler görüyorum. Bazı aileler; çocuklarının evlenmemesinden dolayı üzgün, ama bir çözüm bulamıyor. Bazıları ise evlenmesini pek de istemiyor. Evlenince evlâdını kaybetmekten korkan yalnız anneler, bu listenin başında yer alıyor. Dindar, güzel ahlâklı ve evini geçindirebilecek işi gücü olduğu hâlde; annesiyle birlikte oturacak bir hanım bulamadığı için evlenemeyen gençlerin sayısı artıyor. Annesi dul veya boşanmış olduğu, kendi başına idare edemediği için, onu bırakıp gidemiyor. Bazıları da evlenmenin masraflarını göze alamıyor. 

 

Evlilikten beklentisi fazla yüksek olduğu için veya hep en kötüyü düşünüp endişelendiği için evlenemeyen bir sürü genç, evlilik yaşının yükselmesine ve çocuk sayısının azalmasına yol açıyor. 

 

Bir müslüman olarak; bugün aile kurmak ve çocuk yetiştirmek hiçbir maddî menfaat va‘detmese de, Peygamber Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ın; 

 

“Evleniniz çoğalınız, ben sizin çokluğunuzla iftihar ederim.” (Beyhakî, VII/81) hadîs-i şerîfine ittibâ maksadıyla gençlerin yuva kurması için elimizden geleni yapmamız veya hiç değilse engel çıkarmamamız gerekiyor. 

 

Allâh’ın bize bahşettiği en kıymetli nimetlerden biri olan evlâtlarımız; biz bu dünyadan göçtükten sonra, bu ümmetin geleceği olacaktır. Eğer onları iyi yetiştirirsek, onlar bizim amel defterimize sürekli sevap yazılmasına vesile olur ve bize sürekli hayır duâ edilir. İşte böyle evlâtlar, Peygamberimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ın beyanına göre, «dünyadayken koklanan cennet reyhanı»dır. 

 

İslâm dîninde aile kurmaktan asıl maksat, nesli devam ettirmek ve müslümanların zürriyetini çoğaltmaktır. Ailenin çöktüğü, genç neslin azaldığı bu zamanda; hâkim güçler, İslâm ülkelerindeki genç nüfusa gözlerini dikmişlerdir. Son zamanlarda, aile üzerinde oynanan oyunların sebebi budur.

 

Cemiyet olarak bize düşen bir vazife de, gelecek nesillerin muhafazasıdır. Ailenin bin bir fedâkârlıkla yetiştirdiği evlât, cemiyeti idare edenlere birer emânettir. Her kıymetli cevherin muhafaza edilmesi gerektiği gibi, nesillerin muhafaza edilmesi çok önemlidir. 

 

Zaten evlât yetiştirmenin hayli masraflı ve zahmetli olduğu bu çağda; kim ister ki, evlâdı zamanın tuzaklarına yem olsun. Son zamanlarda duyduğumuz haberler, artık bazı şeyleri yeniden düşünmemiz gerektiğini ihtar ediyor. 

 

Modern dünyanın liberal değerleri, özgürlük sloganları, nesillere tuzak kurulmasını kolaylaştıran birer fitne tohumudur. Ülkemizde lâikçi jakobenizme karşı savaş açarken çok kullanışlı gelmiş olsa da; nefsânî özgürlük zihniyeti, bir toplumun çöküşünü hazırlayan en tesirli tuzaklardan biridir. 

 

Düşünelim ki; 

 

Büyük şehirlerdeki aileler, zaten büyük fedâkârlıklarla az sayıda evlât yetiştiriyor. Bu evlâdını birileri uyuşturucuya alıştırıyor yahut fuhuş tuzağına çekiyor. Bu kadar çok kötü hâdisenin olduğu bir dünyada; kim, neden zahmet çeksin? 

 

Bir sürü emek vereceksin, zahmet çekeceksin, ama evlâdını sana düşman edecekler. Sen üzerine titrerken, o senden nefret edecek. Bugün çocuklar; psikolog ve psikiyatrların terapi adı altında yaptığı yönlendirmeleriyle bile, ailesine düşman edilebiliyor. 

 

Bir meslek erbâbı aleyhine bir haber yapsanız, o meslek odası hemen bir beyânat yayınlar, sizi geri adım atmaya zorlar. Ama aileye, ebeveyne o kadar saldırı yapılıyor, onlar ise savunmasız! 

 

Bu konularda mutlaka kafa yormak gerekiyor. 

 

Her cemiyet, mutlaka aileyi ve nesilleri korumalıdır. Nesillerini iyi yetiştirip, onlara doğru eğitimi, terbiyeyi veremeyen milletlerin istikbâli karanlıktır. Düşmanın ve şeytanın insafına terk edilen nesil, nefsâniyet batağına saplanacak ve hem kendi âhiretini hem milletinin geleceğini hebâ edecektir. 

 

Nesli hem sayı hem vasıf yönünden koruyup geliştirmek, üzerinde düşünmemiz gereken başlıca meselelerden biridir.