YENİ ŞEYLER SÖYLEMEK LÂZIM

Z. Özlem ABAY o.abay@hotmail.com

 

İlâcın sendedir de farkında olmazsın,
Derdin de sendendir fakat görmezsin,
Sanırsın ki sen sade küçük bir cisimsin.
Oysa sende dürülmüş en büyük âlem.”

 

Mutlu bir hayatımız olsun istiyoruz. Toplumda kabul görelim ve bize biz olarak saygı duyulsun. Fizîkî ihtiyaçlarımız giderilsin. 

 

Peki ya mânevî ihtiyaçlarımız aklımıza geliyor mu? 

 

Neden mutsuz insanlarla dolu toplum? 

 

Belli bir yaşa ve mevkie gelmiş, lâkin huzuru bulamamış fertlerin ızdırâbı yankılanıyor sosyal medyada. 

 

Günümüzde iki kavram bu konuda çokça dile getiriliyor: 

 

Öz saygı ve öz şefkat. 

 

Yazımızda bu iki kavramı ele almaya çalışacağız. Kişinin kendisini nasıl sevmesi gerektiğine kapı aralayacağız inşâallah.

 

Literatürde öz saygı; kişinin kendi değerini tanıması, anlaması ve bu değerini kabul ederek kendisini şereflendirebilme yeteneği olarak tarif edilebilir. Kişinin kendisiyle barışık olması, kendi yeteneklerine, becerilerine, duygularına, düşünce kalıplarına, değerlerine ve kendi görünüşüne saygı duyması anlamına gelir.

 

Uzun yıllar; öz saygısını gerçekleştiren kişilerin mutlu, huzurlu, psikolojik olarak refah seviyesine ulaşacağını düşündüler. Hattâ Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde (fizyolojik ihtiyaçlar, güvenlik ihtiyacı, sevgi, ait olma ihtiyacı, itibar ihtiyacı ve kendini gerçekleştirme ihtiyacı) kendini gerçekleştirmek en tepede yer aldı. Lâkin öz saygı kendinden bekleneni çok gerçekleştiremedi. Müreffeh hayat şartlarında, belli makam ve mevkilere ulaşmış, toplumda itibar kazanmış kişilerin mutsuzluk oranları arttı. Yeni bir kavramla tanıştık: Öz şefkat. 

 

Literatürde öz şefkat; zor zamanlardan geçtiğimizde ihtiyaç duyduğumuz şefkat, anlayış, nezâket ve desteği kendimize sunabilme becerisidir.

 

Öz şefkat sadece hâdiseler karşısında olumlu düşünmek değil, gerçekçi düşünmektir. Sıkıntıların artmasına yol açan negatif düşüncenin yerini, pozitif düşünceye bırakmasıdır. Doğru ve dengeli düşünebilme melekesidir. Tasavvufu da; hâdiseler karşısında muvâzeneyi koruyabilme sanatı olarak tarif etmektedir bu duruş. 

 

Hayatımızda, Kur’ân-ı Kerim ve Rasûlullah ile buluşmuşsak, aslında şefkat ve saygı kavramları bizde daha yerli yerine oturacaktır. 

 

Allah insanı ahsen-i takvîm (en güzel biçim) üzere yaratmıştır. Rabbimiz’in isimlerinden bazıları da; el-Musavvir, el-Bârî ve el-Hâlık’tır. Bu 3 isim de yaratmak ile ilgilidir. 

 

el-Hâlık: Yaratılacak şeyin bütün ayrıntılarını bilip takdir eden,

 

el-Bârî: Onu fiilen meydana getiren, 

 

el-Musavvir: Her şeye şekil veren, her birine ayrı bir şekil vererek tasvir eden ve yarattığı varlıklara sûret veren, aynı zamanda kendine has özelliklerini verendir.

 

Allah; kulları için, en güzel olanı ister. Kul da kendisi için en güzeli ister her zaman. Bu yüzden; hâdiseler karşısında, olumlu ve olumsuz bütün yönleri görmeye çalışmak ve öyle karar vermek, kişinin dengesini koruyabilmesi ile ilgilidir. Bunun için de kişinin; sıkıntı yaşayan veya mutsuz olan bir başka insana nasıl incelik ve nezâketle, merhametle yaklaşıyorsa, kendine de o şekilde yaklaşması gerekir. 

 

Merhamet: Birine acımak değil, acısını hissedip yardım eli uzatabilmektir. 

 

Bu yardım elini kendimize neden uzatmıyoruz? Neden hâdiseler karşısında kendimizi suçlayıp, ağlayıp, dövünüp karamsar oluyoruz? Felâket tellâllığı yaparak, kimi cezalandırıyoruz?

 

Merhamet bir başkasının acısını fark etmekle başladığı gibi, öz şefkat de kendi çektiğimiz acıyı fark etmekle başlar. Texas Üniversitesi’nde önde gelen araştırmacılardan Kirstin Neff’e göre, öz şefkat ihtivâ eden bir cevap, üç kritik birleşene sahiptir:

 

•Öz şefkat: Kendini yargılamak yerine, kendine ılımlı ve anlayışlı yaklaşma,

 

•Ortak insanlık: Izdırâbınızda tek başına (izole) hissetmek yerine, bütün insanların hata yaptığını ve acı çektiğini hatırlamak, 

 

•Farkındalık: Düşünce ve duygularınızı, onlar tarafından tüketilmeden, dengeli bir şekilde gözlemlemek.

 

Herkes mutlaka hayatının bir döneminde başarısız olur, sevilmez, düşmanları olur, kayıplar yaşar. Bunu sadece biz değil, herkes yaşar. Yalnız değiliz. Bütün bunlar karşısında sert bir özeleştiri; dibe vurmak dediğimiz sonuna kadar kendimizi zorlamak, bize ne kadar faydalı olabilir? 

 

Mevlânâ HazretleriŞems bana bir şey öğretti diyor:

 

“Dünyada üşüyen insanlar varsa, senin ısınmaya hakkın yok. Ve ben biliyorum ki, dünyada üşüyen insanlar var.” 

 

Mevlânâ Hazretleri’nin bu engin merhametini hepimiz biliyoruz. Bu dünyada; üşüyen, acı çeken, savrulan, eğer kendinsen, o zaman merhamet elini kendine de uzatman gerekir. Çünkü sen Allâh’ın yeryüzünde halîfe olarak yarattığı kulsun. Bütün yarattıkları içinde bu özellik sana verilmiş. Sana verilen bu izzet ve şerefin farkında ol. 

 

Allah insanı ahsen-i takvîm üzere yarattı. Âyet-i kerîmede şöyle buyurulur:

 

“Andolsun ki Biz insanı en güzel şekilde yarattık.” (et-Tîn, 95/4) 

 

Âyet-i kerîmede geçen اَلتَّقْو۪يمُ (takvîm) kelimesi; eğriyi doğrultmak, kıvâma ve nizama koymak, kıymet biçmek, kıymetlendirmek gibi mânâlara gelir. 

 

تَقْو۪يمٍ اَحْسَنُ (ahsen-i takvîm) terkibi ise; en mükemmel bir biçimde biçimlendirmek, en güzel bir sûrette yaratmak demektir.” (Ömer ÇELİK Tefsiri, Tîn 95/4) Bu ise maddî-mânevî her türlü güzelliği ihtivâ eder. Bu; ana rahmine düşme ile başlayıp, dünyaya gelip mânevî olarak «mârifetullâh»a ulaşmaya kadar geçen süreçtir. İnsanın taşıdığı bu derin mânâyı Hazret-i Ali’nin söylediği şu mısralar ne güzel ifade eder:

 

“İlâcın sendedir de farkında olmazsın, / Derdin de sendendir fakat görmezsin, / Sanırsın ki sen sade küçük bir cisimsin. / Oysa sende dürülmüş en büyük âlem.”

 

En güzel şekilde yaratılıp, en güzel duygularla donatılan insanın olumsuz yönleri de vardır elbet. Günaha düşmek, yanlış davranmak bunlardan bazılarıdır. Öyle ise ne yapacağız? Hayat her zaman günlük güneşlik değil…

 

“Andolsun, mallarınızla ve canlarınızla imtihan edileceksiniz.” (Âl-i İmrân, 3/186)

 

Allah -celle celâlühû-; «Mutlaka imtihan edeceğim.» buyuruyor âyet-i kerîmede. Allah imtihanı gönlümüze hissettirmesin inşâallah. İmtihandan kaçmak mümkün değil. O zaman Mevlânâ Hazretleri’ne kulak verelim:

 

“Her gün bir yerden göçmek ne iyi! / Her gün bir yere konmak ne güzel! / Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş! / Dünle beraber gitti, cancağızım, / Ne kadar söz varsa düne ait… / Şimdi yeni şeyler söylemek lâzım.”