SEPETİN DİBİ DELİK OLURSA…

Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

 

Allah Teâlâ’ya sonsuz kere şükretmemiz lâzım. Bizi hiçbir gayret sarf etmeden, hiçbir sancı çekmeden İslâm ile şereflendirmiş. Müslüman bir memlekette, müslüman bir ana-babadan doğmuş ve dünyaya müslüman olarak gelmişiz. Bu nimet için bir bedel ödemediğimiz gibi, bunun şükrünü edâ etmemiz de mümkün değil. 

 

İnsanın sahip olduğu her nimetin bir de külfeti var. Sahip olduğumuz hiçbir şey bizde kalıcı değil. Belli bir müddet bize emâneten tahsis edilmiş, süresi bitince bizden geri alınacak şeyler bunlar. Dünyada sahip olduğumuz mallar, makamlar, mevkiler, evlâtlar ve eşler, gelip geçici bu dünyanın süsleri. İmtihan dünyasında; bize tahsis edilen bu nimetlerin kıymetini, kadrini bilir ve onları yerli yerinde kullanırsak ne âlâ, ne güzel. Emânete sahip çıktığımız için, güzel neticeler bizi bekliyor olacak. Lâkin, bu emânetleri; «Ben kazandım, ben yaptım, ben hak ettim…» deyip, nimetleri verene karşı bir hadsizlik ve vefâsızlık yapmanın sonu, o nimetler ile ağır bir imtihanı beraberinde getiriyor. Kişi neyi daha fazla arzuluyor ve onun için mücadele ediyorsa, imtihanı hep o istekleri üzerine oluyor. Hâlbuki, kendisine takdir edilene râzı olsa hem bu dünyası hem de ukbâsı selâmette olacaktır. 

 

Mübârek bir ayın içerisindeyiz. İbâdetlerin, amellerin arttığı; hataların, günahların ve haramların azaldığı bir mevsimdeyiz. Bu ayın dışında her türlü günahı işleyenler bile, -Ramazân’ın hürmetine- o işledikleri günahlara bir ara verip, bu ayın mağfiretinden faydalanmaya gayret ediyor. Nasibi olan, zamanı gelmiş olan; nasûh bir tövbe ile eski hayatına vedâ edip, yeni bir sayfa açabiliyor. Kulun samimiyeti, gayreti ve kendi acziyetini itiraf etmesine göre, Allah Teâlâ; nimetlerini gönderip kuluna yardım ediyor.

 

Buradaki en mühim sır; kulun ister tövbeye, isterse rahmete yönelirken, niyetinin sağlam ve samimî olması.

 

Bu husus ile alâkalı olarak tasavvuf ehlinin büyüklerinden İbn-i Atâullah el-İskenderî -rahmetullâhi aleyh- buyurmuş ki:

 

“Sen kendi vasıflarını bi-hakkın ortaya koy ki; O da Kendi vasıflarıyla sana yardım eylesin. 

 

Sen kulluk bedelini ortaya koy ki; izzet-i ilâhî de sana imdat eylesin.

 

Sen aczini göster ki; O da kudretini göstersin.

 

Sen zâfiyetini sun ki; O da kuvvetini göstersin.”

 

Nebevî düstur: 

 

Hiçbir insan, amelleri sebebiyle cennete giremez. Allâh’ın rahmeti ile cennete girer. Kişi ömrünü ibâdet ile geçirse bile; -Allâh’ın rahmeti olmadan- bu yaptığı ameller, kendisine verilen nimetlerin karşılığı olamaz. Kul, yaptığı ameller ile Allah Teâlâ’ya bir fayda veremez. Yine işlediği günahlar ile de bir zararı dokunmaz. Kim ne yapıyorsa, iyilik adına da kötülük adına da kendisi için yapıyor. Bu hususta Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz

 

Allah Teâlâ’nın, yaptığımız amelleri, mahşer günü bize iade edeceğini ve; «Orada kim hayır bulursa kendisine hamd etsin, kim de hayırdan başka bir şey bulursa, kendi nefsinden başka kimseyi ayıplamasın.» buyuruyor. (Bkz. Müslim, Birr, 55) 

 

Âhiret, amellerin tartıldığı bir mekân. Oradan geriye dönüp, eksikleri tamamlamak ve amel yapma imkânı artık yok. Kişi; kendisine verilen ömründe ne yapmışsa, sayılıp dökülmüş ve hesap kapanmıştır. Buradaki hesap da azlık ve çokluktan daha ziyade; yapılan amellerin hangi niyet, samimiyet ve sâfiyette yapıldığıdır. 

 

Orada ameller tartılırken, aynı zamanda kalbimizin kıvâmı ve gerçek hâlimizin de mahşer ortamında ifşâ edildiği bir sahne yaşanacak. Mü’minin korkması ve tereddüt etmesi gereken asıl yer işte burasıdır. Zira, kişinin ameli dağlar kadar olabilir, ama niyeti Allah rızâsı değil de başka bir şey olursa, o dağ gibi ameller kendisine fayda vermeyecek ve yüzüstü cehenneme atılmasına engel olamayacaktır. 

 

Allah Teâlâ burada; amelin büyük mü, yoksa küçük mü olduğuna değil, ne niyetle yapıldığına bakıyor. Kendi rızâsı için yoldan kaldırılan bir engel sebebi ile kişiyi cennetine koyarken; (Bkz. Buhârî, Ezân, 32) «Ne kahraman adam!» desinler diye savaşıp şehîd olan; «Ne büyük âlim!» desinler diye ilim öğrenen ve; «Ne cömert adam!» desinler diye malını dağıtan üç kişiyi, niyetlerinin bozuk olması sebebiyle, yüzüstü cehenneme sürüklenmesini emretmiştir. (Bkz. Müslim, İmâre, 152) 

 

Ehl-i irfan diyor ki: 

 

Niyet bozulmadan amel bozulmaz. Bu niyet bozulması; -Allah muhafaza- insanı şirke düşürüp, yaptığı amellerin çer çöp olmasına, sepeti doldu zannederken, bir anda elinin boş kalmasına ve cehenneme atılmasına sebep olabilir. 

 

Uymamız gereken ölçü; çok amel işleyip birilerine göstermek değil, az olsa bile sağlam bir niyet, samimiyet ve sâfiyetle yalnız Allah Teâlâ’nın rızâsı için yapmak olmalıdır.

 

Allah Teâlâ, bize bu ölçüyü şöyle gösteriyor: 

 

“…Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, sâlih amel işlesin ve Rabbine ibâdette (kullukta) hiçbir şeyi ortak koşmasın.” (el-Kehf, 110) 

 

Rabbimiz, yaptığımız her ameli sırf kendi rızâsı için yapmayı nasip eylesin. 

 

Amellerimizi kibirden, riyâdan ve ucubdan muhafaza eylesin. Sepetimizi; yalnız kendisi için yapılan ameller ile doldurup, huzûruna varmayı nasip eylesin. Âmîn…