HİLÂL, RU’YET ve HESAP

Dr. Ahmet Hamdi YILDIRIM 

 

Cenâb-ı Allah buyurur:

 

“Sana hilâllerden soruyorlar.” 

 

Sahâbe-i kiram;

 

“–Bu hilâller nedir? İncecik başlıyor, büyüyor dolunay oluyor, sonra tekrar inceliyor ve gözden kayboluyor. Bu nasıl oluyor?” diye soruyor. 

 

Cenâb-ı Hak bu suâle, belâgat âlimlerinin ve edebiyatçıların «üslûb-i hakîm» dedikleri üslûpla cevap veriyor. Üslûb-ı hakîm, suâlin âdeta yönünü değiştirip, muhatabın sorduğuna değil, ihtiyaç duyduğuna cevap vermektir. 

 

Mâhiyetiyle alâkalı bilgi verilse de muhatapların seviyesi bunu anlayabilecek vaziyette değil. Bu sebeple o tarihte mâhiyetini bilmenin faydası yok. Fakat Cenâb-ı Hak; ayın dünyadan, böyle değişimler geçirecek şekilde görünmesiyle bir fayda murâd etmiş. O fayda ile cevap veriyor:

 

“De ki:

 

«–O hilâller, insanlar için vakit tayin etme ve haccın zamanını belirleme aracıdır!»” (el-Bakara, 189)

 

İslâmiyet, ibâdetlerimizi hep kamerî takvime bağlamıştır. 

 

•Ramazân-ı şerif orucu,

 

•Yıllık zekât hesaplama günümüz, 

 

•Hac ve dolayısıyla kurban ibâdetlerimiz ve

 

•Bayramlarımızın hepsi kamerî takvime göredir. 

 

Kamerî ay, incecik hilâlin gökte görülmesi ile başlar. 

 

Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’inde buyuruyor ki:

 

“…Sizden kim Ramazan ayına şâhit olursa orucu tutsun!..”

 

Burada; «Şâhit olmak» demek. «Ramazân’ı görmek» anlamına geliyor. Ramazan ayının girdiğini bilmek de, Ramazan ayının girdiğine delâlet eden hilâli görmekle mümkün oluyor.

 

Peygamber Efendimiz’in hadîs-i şerifleri de bu meyanda:

 

“Ramazan ayının hilâlini gördüğünüzde oruca başlayın! Şevval ayının hilâlini gördüğünüzde (orucu bitirip) bayram yapın!” (Buhârî, Savm, 11)

 

Kamerî aylar, 29 veya 30 gün sürerler. 28 veya 31 olması imkân dâhilinde değildir. 29’uncu günün bittiği akşam, hilâl gözükmediyse, o zaman yapılacak şey, önceki ayı 30’a tamamlamaktı. Hilâl özellikle ilk gün çok kısa bir süre görünebilmektedir. Batan güneş, doğan hilâl ve yeryüzü arasında hassas derecelere sahip bir üçgen oluşursa dakikalarla ifade edilebilecek bir süre hâlinde hilâl görünür. 

 

Her kamerî ayın sonunda; ay, güneş ve dünya aynı istikamet içinde dizilir. Buna içtimâ denilir. Sonra ay; hareketine devam edip, bu noktaya göre 8 derece mesafeye gelince, aynı zamanda gözlemin yapılacağı yerle de 5 derecelik bir açıda olursa, işte bu anda hilâl görünebilmektedir. 

 

Dolayısıyla; hilâl hava bulutlu ise tulû etmiş olsa bile görülemeyebilir. Böyle durumda ne yapılacağı hususunda Rasûlullah Efendimiz şöyle buyurmuş:

 

“Şayet hava bulutlu / kapalı olursa o zaman Şâban ayını 30’a tamamlayın!” (Buhârî, Savm, 11)

Dikkat edilirse, bu, imkânsızlık karşısında bir çare olarak ifade edilmiştir. Peygamber Efendimiz özellikle de ayların tespitinin hilâlle olmasının gerektiğini ifade sadedinde buyuruyor ki:

 

“–Biz ümmî bir ümmetiz! Hesap kitap bilmeyiz.” (Buhârî, Savm, 13)

Arapların o tarihte yazıya dayalı bir medeniyetinin olmadığını, okuryazarların sayısının oldukça az olduğunu biliyoruz. Ancak İslâm’dan sonra okuryazarlık hızla artmıştır. Yani Peygamber Efendimiz’in ifadesi, kıyâmete kadar böyle olması gerektiğini beyan etmiyor. Bu bir durum tespitidir. Hattâ takvimin hesap ve kitapla olacağının bir ifadesidir. 

 

Binâenaleyh;

 

Bu ibâdetin temelinde, hilâlin gözetlenmesi ve görülmesi meselesi var. Kadîm uygulama da böyleydi. Şehirlerde, beldelerde hilâlin gözetleneceği mekânlar, tepeler olurdu. 

 

Ancak şurasını unutmamalıyız ki;

 

İletişim imkânları asrımızdaki gibi değildi. Şimdi dünyanın dört bir yanından insanla canlı yayında görüşebiliriz. Aynı anda bilgi aktarabiliriz. Fakat mâzîde, bir şehirden 100 kilometre ötesindeki bir şehre haber ulaştırmak bile belli bir derecede müşkil idi. Bu sebeple, ihtilâf-i metâli‘ denilen prensiple, farklı beldelerin farklı tarihlerde ayı görüp oruca başlamaları veya bayram etmeleri söz konusu olabiliyordu ve bu câiz de görülüyordu. 

 

Lâkin bugün bütün dünyanın saniyeler içinde haberleştiği bir zamanda yaşıyoruz. Böyle bir zamanda, bütün müslümanların takvimde birleşmesi gerekiyor.

 

Bu ittihad, bu birlik gerçekleşmeyince, garip ve üzücü bir manzara ortaya çıkıyor. Bir ülke oruçlu, bir başka ülke bayram ediyor. 

 

Husûsen; 

 

Batı ülkelerinde yaşayan müslümanlar arasında tam bir dağınıklık meydana geliyor. Türkiye’den gidenler Türkiye’nin ilân ettiği Ramazan veya bayrama, Fas’tan gelen kendi ülkesinin ilânına, her bir müslüman kendi memleketinin beyanına itimat edip uyunca, aynı sabah namazında bir müslüman bayram ediyor, diğeri oruç tutuyor. 

 

Hâlbuki oruç da bayram da beraber olmalı. 

 

Bu beraberliği çıplak gözle (ru’yet ile) sağlamak mümkün görünmüyor. 

 

Öncelikle, çıplak gözle Kur’ân okumak ile gözlük ile okumak arasında fark var mıdır? Yoktur. Gözlük ile okuyanın sevâbı azalır mı? Hayır. 

 

Dolayısıyla, özel geliştirilmiş teleskoplar kullanılırsa da bu ru’yet olmaktan çıkmaz. Tekniğin imkânlarını kullanmakta beis yoktur. 

 

Ru’yetin yerine hesabı koyabilir miyiz? 

 

Yani ayın görülebilir bir noktaya geldiği bilgisiyle Ramazân’ı başlatmak veya bayram etmek câiz midir? Bugün 60 senelik, 100 senelik takvimler hazırlanabiliyor. 2050 senesinin Ramazân’ı ne gün başlayacak, ne gün bitecek sâbit… 

 

Burada iki ru’yet şeklinden bahsedebiliriz:

 

•Hakikî ru’yet: Bizzat göz ile görünmesidir. Yukarıda ifade ettiğimiz üzere, gözlük veya teleskopla bu görüşe yardımcı olmak, bunu hakikî ru’yet olmaktan çıkarmaz. 

 

•Hükmî ru’yet: Ayın görülebilecek açı ve konumunu hesaplayarak, görülebilecek olmasını görülmüş olması yerine koymaktır. 

 

Eskiden âlimlerimiz hesaba soğuk bakmışlar. Çünkü astronomi ilmi emekleye emekleye ilerlemiş. Eskinin tahmine dayalı bilgileriyle hareket etmek yerine, Efendimiz’in; «Ay görülmediyse 30’a sayın!» tâlimâtına devam etmeyi uygun görmüşler. 

 

Lâkin zamanın ilerlemesiyle, artık aya giden; uzaya gelişmiş mekikler, teleskoplar, insanlı ve insansız araçlar gönderen; dünyanın etrafına sayısız uydular yerleştiren bir astronomi seviyesine ulaşıldı. 

 

Günümüzde Diyanet İşleri Başkanlığı, hilâlin hangi dakikada dünyanın neresinden görülebileceğini bildiriyor. Ayrıca hesabı destekleyici olarak, gözlem de yapılıyor.

 

Yine uzmanları, ayın görülmesi gereken ufukta ileri derecede gözlem yapabilecek tam kapasitede teleskopların istihdam edildiğini bildiriyorlar.

 

Hattâ çıplak gözle bakış, bazı atmosferik hâdiseler sebebiyle yanılabiliyor. 

 

Nitekim Amerika’dan dört tane üst seviyede doktora talebesi demişler ki: 

 

«–Uçak kiralayalım biz havadan hilâli gözlemleyelim!» 

 

Nihayet inmişler yere; 

 

«–Biz gördük!» demişler. 

 

Sonradan ortaya çıkmış ki uçağın enerjisi ve ışığı sebebiyle havada belli bir kirlenme meydana gelmiş ve ciddî bir göz yanılsamasıyla karşı karşıya kalmışlar.

 

Kadîm uygulamada, bir müslüman; 

 

“–Ben hilâli gördüm.” deyince idareci bunu kabul edip, ilân ediyordu. Zaman zaman Suudî Arabistan ve benzeri ülkelerde farklı Ramazan veya bayram ilânları bu gibi ferdî müşâhedelere dayanıyor. Hâlbuki, ilim erbâbı, teknik olarak belirtilen vakitte ve o açıdan ayın görünmesinin imkânsız olduğunu, görüldüğü iddia edilen şeyin hilâl değil, muhtemelen atmosferik bir hâdise olduğunu bildiriyor.

 

Işık kirliliği denilen, yeryüzünde çok fazla aydınlatma yapılması sebebiyle, gökyüzünün müşâhede edilmesinin zorlaşması da çıplak gözle ru’yeti zorlaştıran hususlardan biri. 

 

Bir takvim etrafında birleşmenin içtimâî faydaları da göz önünde bulundurulduğunda; günümüzde, hesap sisteminden yararlanmak câiz ve hattâ gerekli görülüyor. 

 

İhtilâf rahmettir ama bu tür mevzularda rahmet değil; azâba, çileye, işkenceye ve vicdan azâbına dönüşür. Çünkü bayram, topluca yaşanan bir şenliktir. Bayram bizim dînimizde ibâdettir. Nitekim bayram namazına ibâdet olduğu için kalkıp gidiyoruz. 

 

Ru’yet ve hesap tartışmaları üzerine çok sayıda milletler arası ilmî toplantı yapılmıştır: 

 

•1966 yılında Mısır’a bağlı İslâm Fıkıh Araştırmaları Konseyi, 

 

•1973’te Kuveyt milletler arası konferansı, 

 

•1978’de Türkiye’mizde Diyanet İşleri Başkanı Sayın Dr. Tayyar ALTIKULAÇ döneminde İstanbul konferansı, 

 

•2009’da Avrupa İftâ Konseyinin toplantısı, 

 

•2012 yine başka Râbıta teşkilâtına bağlı milletler arası İslâm Fıkıh Konseyinin bir toplantısı olmuş ve bu toplantılarda bu konular gündeme getirilmiştir. 

 

•2016’da yine Diyanet İşleri Başkanlığı, milletler arası Hicrî Takvim Birliği Kongresi düzenledi. 

 

Dünyanın farklı yerlerinden İslâm fıkıh uzmanları, astronomi bilginleri, branşlaşmış insanlar bir araya geldi. Üç gün boyunca tartıştılar. Bir bildiri yayınladılar. Buradan da anlaşılıyor ki; 

 

•Ru’yet esastır. Fakat bunu çıplak gözle görmek diye tahsis edip zorlaştırmanın bir mânâsı yoktur. 

 

Namaz için beş vakit gözlem ve gölge ölçümü gibi şeyler yapmıyoruz. Bunu bizim için topluca yapmış ve hazırlamış kişilerin emeği sayesinde, namaz vakitlerine kolayca ve güvenli bir şekilde ulaşıyoruz. 

 

Meselenin bazı teferruâtı da var:

 

•Hükmî ru’yet için belirlenen vaktin; meselâ Ramazan için kabul edilecekse, imsaktan önce olması gerekir. Yani Türkiye’nin imsak vaktinden sonra bir yerde hilâl görülecek ise o bizim için ertesi güne ait olacaktır. Günümüzde yapılan hesaplarda bu da göz önünde bulunduruluyor. 

 

Bu mesele için İngilizlerin belirlediği Greenwich yerine Mekke saatinin kullanılması teklif edilmektedir. Bu da muvâfık bir tekliftir.

 

Her ne kadar hesap yapılsa da gözlem terk edilmemelidir. Zaten uygulama bu yöndedir.

 

Hâsılı;

 

İletişim ve haberleşmenin son derecede hızlandığı günümüzde, takvim birliğini sağlamamız, ümmetin büyük bir ihtiyacı ve zarûretidir. 

 

Nasıl abdestte, gusülde vesvese şeytandan ise, bu takvim hususunda da vesvese şeytandandır. “Acaba ibâdetimiz oldu mu? Takvim yanlış mıydı?” gibi vesveselere meydan bırakmamak için Rasûlullah Efendimiz şöyle buyurur:

 

“Orucunuz oruç tuttuğunuz gündür! Bayramınız bayram yaptığınız gündür! Kurbanınız toplu kurban kestiğiniz gündür!” (Darekutnî, Sünen, II, 223)

 

Hadîs-i şerif çok açık ve sarih bir hadîs-i şerif. Yani ferdî bayram yok! Ferdî kurban yok! Üç kişi şu gün, beş kişi şu gün bayram yaparsa, o bayram olmaz. 

 

Yanlış da olsa o yanlışta hep beraber yanlış oruç tutacağız! Yanlış bayram yapacağız! Ama toplu olarak yapacağız! Çünkü bayramlar toplu ibâdetlerdir! Oruç toplu ibâdettir! 

 

Geçmişte, ibâdet günlerinin tespitinde umûmî hata yapılmış olsa da ibâdetin kabul olacağı yönünde İslâm âlimleri görüş bildirmişlerdir. (Beyhakî, Mârifetu’s-Sünen ve’l-Âsâr, IV, 163)

 

Kişi, kendi fikrine uymasa bile bu gibi topluluk olmayı gerektiren hâllerde, mü’minlerin toplandığı görüşten ayrılmamalıdır. 

 

Bütün bu ilmî imkân ve vasıtalardan sonra, hâlâ müslümanların farklı tarihlerde Ramazân’a başlaması, farklı tarihlerde bayram yapması doğru değildir. 

 

Bu ayrılık için geriye, sadece siyâsî art niyetler kalmaktadır. Temennîmiz, İslâm âlemindeki bütün idarecilerin, müslümanların birlik ve beraberliğini kendi şahsî ve siyâsî mülâhazalarından üstün tutması ve bu ittifakı bozmamasıdır. 

 

Vahdâniyeti Zâtına mahsus kılan Rabbimiz; bizi tek kıbleye döndürdüğü gibi, Ramazan ve bayramlarımızı da tek bir takvimde birleştirsin. Bu birlik yolunda bütün salâhiyet sahiplerine firâset versin. Âmîn…