Rahmet İkliminin Zirvesi; ŞEHR-İ RAMAZAN

B. Cahit ÖZDEMİR bcahit@hotmail.com

ZamanAllah Teâlâ’nın insana ihsan buyurduğu en kıymetli vasıtalardan birisidir ki, bu nimetin bedeli asla ölçülemez. Çünkü geçen bir zamanı, dünyanın bütün hazinelerini vererek geri alma imkânı olmadığı gibi; gelecek bir zamanı da ödünç alıp zarûrî bir ihtiyaç için kullanmak mümkün değildir. Bu münasebetle tasavvuf ehlince; vaktine sahip olma şuuru ile, her ânını en güzel şekilde değerlendirme titizliğindeki şahıs; «ibnü’l-vakt» (zamanın oğlu) olarak vasfedilir. Âhiretin tarlası mesâbesindeki dünya hayatının pek kısa olması hasebiyle; bu gayretin keyfiyeti bâbında, Kur’ân-ı Kerim’de; 

 

“Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul ve yalnız Rabbine yönel!” (el-İnşirâh, 7-8) buyurulur.

 

İnfak; her mü’minin emânetinde olan, Allah Teâlâ’nın ihsan buyurduğu vâriyeti, yine O -celle celâlühû-’nun rızâsı uğrunda harcaması olup, yüksek fazîletlerin tezâhürü mesâbesinde bir kulluk vazifesidir. Malûmdur ki, miktar olarak aynı olsa da; niyete, ihlâsa, usûle, şahsa, zamana, mekâna… göre farklı kıymetler taşıyabilir. 

 

Nitekim Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir gün; 

 

“–Bir dirhem, yüz bin dirhemi geçmiştir.” buyurdu. 

 

Ashâb-ı kiram; 

 

“–Bu nasıl olur ey Allâh’ın Rasûlü?” diye sorduklarında, Efendimiz şu cevabı verdi: 

 

“–Bir adamın iki dirhemi vardı. Bunlardan en iyisini tasadduk etti. (Yani malının yarısını tasadduk etmiş oldu.) 

 

Diğeri (ise hayli zengin biriydi) O da malının yanına varıp, malından yüz bin dirhem çıkardı ve onu tasadduk etti.” (Nesâî, Zekât, 49)

 

Zaman da; geçmişi, şimdiki ve geleceği itibarıyla, bütünüyle insanın ebedî saâdetini belirleyecek, fevkalâde kıymetli bir nimettir. Ulvî gayelerle kullanıldığı takdirde; bazı art niyetlilerin itham etmek için söyledikleri gibi, bu nimetin uğursuzu, kötüsü, değersizi yoktur. Ancak, hikmetine binâen; Allah Teâlâ’nın bir lutfu olarak, bazı zaman dilimlerine ilâve kıymetler yüklenmiştir ki; kullar bu vakitlerin bereketinden, feyzinden istifâde ederek Allah Teâlâ’ya daha fazla yaklaşma imkânı bulsunlar, ilâhî aşkın tadını istîdatları nisbetinde tatsınlar, fırında cürûfundan temizlenen madenler gibi saflaşsınlar, mest olsunlar. Eşrefoğlu Rûmî Hazretleri (İznik-1353; Bursa-1469) bu vâkıayı; 

 

Eşrefoğlu Rûmî senün yansın ışk odına cânun;

Işk odına yanmayanın kalbi sâfî olmaz imiş.

diye ifade eder.

 

İdrâk edilen mübârek «üç aylar» ve bu rahmet aylarını taçlandıran ve rahmet ikliminin zirvesi olan Ramazan ayı, ilâhî rahmetin feyezân ettiği mübârek vakitlerdir. Bu rahmet çağlayanlarının kıymetini bilmek, aynı zamanda şanlı ecdâdımızdan bir mîrastır. Mübârek Ramazan ayını hayatın merkezine alan ecdâdımızın; bu aydan önceki senenin ilk yarısını Ramazân’a hazırlanmak için, sonraki yarısını da bu ayda kazanılan bereketleri temessül etmeye gayret etmeleri, ne güzel bir kulluk hassâsiyetidir. Bütün içtimâî yozlaşmalara rağmen, aziz milletimiz umumiyet itibarıyla elinden geldiği kadar bu müstesnâ günleri değerlendirmeye gayret ederken; bazı çevrelerin dinde böyle husûsî vakitler olmadığını ispat için çırpınmaları da, îzah edilemeyecek bir garâbettir.

 

Kelâm-ı kibarda;

 

«Hayatın gayesinin kesb-i kemâl edip, seyr-i Cemâl’e ermek olduğu» beyan buyurulur. Bu cümleden olarak; «en güzel kıvamda yaratılan» ve ulvî vazifeler tevdî buyurulan insanın, bu mükellefiyetle alâkalı mes’ûliyeti yerine getirebilmesi, ancak sâlih bir kullukla mümkün olabilir. Bu mertebeye ulaşabilmek de insan tabiatının muktezâsınca, nefisle sulhü olmayan bir mücadele yürütmekle mümkün olabilir. 

 

“Kâmil insan modelinin iki vasfı vardır:

 

Tâzim li-emrillâh: Allâh’ın bütün emirlerini büyük bir huşû, vecd ve istiğrak hâlinde îfâ edebilmek; 

 

Şefkat alâ halkillâh: Allâh’ın bütün mahlûkatına merhamet ve şefkat göstermek.”* 

 

Merhum eğitimcilerimizden Prof. Dr. Doğan CÜCELOĞLU şöyle bir tesbitte bulunuyor: 

 

“Mükemmel değil, merhametli çocuklar yetiştirin. Karıncaları ezmeyen, ağaç dallarını kırmayan, çiçekleri ezip geçmeyen, sevgiyi hissetmeyi ve hissettirmeyi bilen çocuklar.” 

 

Nitekim, dünyaya adâlet yerine zulmü yerleştiren sâikin; mükemmel bilgili, maharetli insanlara rağmen, hâkimiyet kuran; merhamet, şefkat, sevgi mahrumu insanlar olduğu bir gerçektir. 

 

Allah Teâlâ’ya tâzim, itaat ve mahlûkata merhamet ve şefkatle kesb-i kemâl etmek, âhiretin tarlası mesâbesindeki dünyada, ilâhî düsturlar çerçevesinde tâlim ve terbiye ile kazanılabilecek bir keyfiyettir. Bu da ancak lutfedilen zamanı, ilâhî rahmetin coştuğu müstesnâ vakitleri de fırsat bilerek en uygun tarzda kullanmakla mümkün olur. Nitekim Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, üç aylar girince, ümmetine şu duâyı tavsiye buyuruyor: 

 

“Allâh’ım Recep ve Şâban’ı bize mübârek eyle; bizi Ramazân’a kavuştur.” (Taberânî, Evsat, IV, 189) 

 

Tasavvuf ehlinden Zünnûn-i Mısrî Hazretleri de bu mübârek mevsimin kıymetini mecâzen; 

 

“Recep, tohum ekme; Şâban, sulama; Ramazan ise hasat ayıdır. Herkes ne ekerse onu biçer. Bir kimse ekimi bırakırsa; hasat zamanı ekmediğine pişman olur.” diye ifade etmiştir. 

 

Mübârek üç ayların tâcı olan; Kur’ân’ın nâzil olmaya başladığı; içinde Kadir gecesi gibi, bin aydan hayırlı bir gecenin bulunduğu Ramazan ayının feyz ve bereketini ifadeden lisan âciz kalır. Nitekim Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-Efendimiz bu ayın kıymeti hakkında şöyle buyuruyor: 

 

“Eğer kullar, Ramazan ayındaki fazîletleri bilmiş olsalardı; bütün senenin Ramazan olmasını temennî ederlerdi.” (Taberânî, Kebîr, 22/389) 

 

Akl-ı selîm odur ki; böylesine kıymetli, rahmetin sağanak sağanak yağdığı bu aydan, âzamî şekilde istifâde edebilmek, kemâlât vetîresinde âhirette yüz akı olacak merhaleler katedebilmektir. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in şu müjdesi, bu gayrette aşk ve şevk vesilesi olmalıdır: 

 

“Kim bu ayda hayırlı bir hasletle Allâh’a yaklaşırsa, bu ayın dışında, farzı yerine getiren gibi olur. Kim bu ayda bir farzı yerine getirirse, bu ayın dışında yetmiş farzı yerine getirmiş gibi olur. Ramazan ayı öyle bir aydır ki; evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden kurtuluştur…” (Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, 5/223) 

 

Bu cümleden olarak Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; ümmetini; 

 

“Ramazân’ı idrâk edip de bağışlanmamış kimseye yazıklar olsun.” (Hâkim, IV, 170/ 7256) ifadesiyle îkaz buyurmuştur.

 

18. asır şairlerinden Zarîfî (Rusçuklu Ömer Efendi), mü’mince hayatı ve ulaşacağı mazhariyeti şöyle hulâsa ediyor:

 

Hudâ’yı zikreden diller,

Rukûa eğilen beller,

Tasadduk eyleyen eller; 

Geçer günün belâsından. 

Mübârek rahmet ikliminin tâcı mesâbesindeki Ramazan ayının, insan şahsiyetini ulaştıracağı en yüksek mertebe; Allah Teâlâ’nın rızâsına kavuşturacak sâlih bir kulluktur. Sehl bin Abdullah -rahmetullâhi aleyh- bu keyfiyetin düsturunu; 

 

“Kur’ân’a sarılmadıkça, hiç kimse Allâh’a bağlanamaz. Allah Rasûlü’ne bağlanmadıkça da, Kur’ân’a bağlanamaz.” diye işaret buyurur. Kur’ân ayında, bu keyfiyete ulaşabilmek, şüphesiz bu rahmet iklimini en bereketli şekilde idrâk edebilmeye vesile olacaktır. 

 

_______________

* Osman Nûri TOPBAŞ: 40 Soru 40 Cevap, Erkam Yay.