İNSANIN İÇİNDEKİ ORMAN

Mehmet MENCET

 

Bir gün cami çıkışında; benim gibi emekli olan, yıllarca ağır ceza başkanlığı ve Ankara infaz hâkimliği yapan, Antalya’da birlikte çalışmaktan şeref duyduğum, çelebi tabiatlı, âdeta canlı bir adâlet timsâli olan Bayram ERDEM ile karşılaştık. Oturup bir yerlerde çay içtik. 

 

Şuradan-buradan konuşurken, kitabımı sordu. Hiç ummadığım kişilerden olumlu geri dönüşler aldığımı söyledim. Sonra sözü kendisine getirdim:

 

“–Muhterem ağabeyciğim; siz ağır ceza hâkimi olduğunuz için, hâtıralarınız benimkinden çok daha can alıcı ve ibretlidir, niye yazmıyorsunuz?” dedim.

 

“–Yazmayı pek sevmiyorum.” dedi.

 

“–Yaşanmışlıkların ve insanların ibret alacağı vakaların hikâyeleri neden paylaşılmasın? İbret verici hayat hikâyeleri, belki de insanların yanlış yapmasına engel olur. İnsanlara nasihat olur, ibret olur.” dedim. 

 

“–Ben size isterseniz kısaca yazayım.” dedi. 

 

İşte onun yaşadıklarından birkaç örnek aktaracağım. Okuduklarınızdan belki kanınız donacak. Fakat insan, bir tarafıyla da bu!..

 

Hazret-i Mevlânâ diyor ki:

 

“İnsanın iç dünyası bir ormana benzer. Orada, en vahşî ve yırtıcısından, en mûnis ve sevimlisine kadar bütün hayvanlar sergilenmektedir… 

 

İnsan varlığında, binlerce kurt, sayısız domuz; temiz, pis, güzel, çirkin, sevimli, sıcak ve soğuk binlerce huy vardır.

 

İnsan varlığında, hangi huy galipse, şahsiyet ona göre teşekkül eder. Bir maden karışımında da altın bakırdan fazla ise o karışım artık altın sayılır.

 

Senin varlığında hangi huy hâkim ise, o huy sahibi hayvanın şeklinde haşredilmen gerekmektedir. Zira duyguların, mahlûklarla beraberlik hâlindedir.

 

İnsanda, ân olur kurtluk zuhûr eder. Bir ân gelir melekleşir, sanki ay gibi Yûsuf yüzlü bir güzel olur.

 

Hayırlar da, şerler de gizli bir yoldan, gönüllerden gönüllere sirâyet eder.”

 

İşte insan iç âlemini tezkiye etmezse, nefsin bu çirkin sûretlerinden biri devreye girip, insana çok vahim ve hunhar işler yaptırabiliyor.

 

HUNHAR CİNÂYETLER

1978 yılında, Kilis yakınlarında, su kuyusunda, bir buçuk yaşında bir kız çocuğu cesedi bulundu. 

 

Suçlu bulunan kadının ifadesi şöyleydi:

 

“–O gün çocuğun annesi ile kavga etmiştik. Arkadaşları onun yanında toplandılar ve ona destek verdiler. Saatlerce bana bakarak kahkahalarla güldüler, her gülüşlerinde sürekli bana bakıyorlardı. Her hareketleri ile beni daha da sinirlendirdiler; kaş göz hareketleri ve bakışlarıyla beni kahrediyorlardı. Onların keyiflerine karşı bir şey yapamadım. İşte bu yüzden, kavga ettiğim kadının çocuğunu alıp boğdum, yüklüğe sakladım, sonra da kuyuya attım…”

 

İşte öfkenin, gururun; insanın hem kendi hayatını hem de başkalarının hayatını nasıl zehir ettiğinin misâli. Muhatapları o davranışları gülüp eğlenmek için yaptılar. Karşısındaki insanın duygularına ehemmiyet vermediler. İbret içinde ibret… 

 

Dînimiz, gerek sözle olsun, gerek kaş gözle olsun gıybeti, ayıplamayı, hakareti, lakap takmayı bunların hepsini yasaklıyor.  

 

“Öfke gelir gider, kelle gider gelmez.” 

 

“Öfke gelir göz kararır, öfke gider yüz kızarır.”

 

Ne güzel atasözlerimiz var! 

 

Öfkenin, hırsın neticesinde insanın bir an insanlıktan çıkması… 

 

İnsan; akıl ve mantıktan uzaklaşıp duygularıyla hareket ederken; kendini kontrol edemez, sağlıklı düşünemez, yaptığının sonucunu hesap edemez sonra zararını görür. Öfkelenmemek elimizde değildir, bize ters gelen her şey öfkelenmemize sebep olabilir. Ama mühim olan, o anda onu yenebilmektir. Hani derler ya; 

 

“Öfke gelince akıl gidermiş.”

 

Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

 

“Gerçek babayiğit, güreşte rakibini yenen değil, öfkelendiği zaman nefsine hâkim olan kimsedir.” (Buhârî, Edeb, 102; Müslim, Birr, 106-108)

 

Yani en kuvvetliniz güreşte değil, öfke ânında nefsine hâkim olandır. Öfkenin ateşi önce sahibini yakar; sonra kıvılcımı düşmanına ya varır ya da varmaz. Ânîden öfkelenerek sergilenen davranışlar, yanlış sonuçlar doğurur. 

 

Oruç da öfkeyle mücadelede güzel bir usûl öğretiyor. Sataşana; «Ben oruçluyum!» deyip çekişmekten, tartışmaktan çekil!.. 

 

Bir başka örnek de şöyle:

 

1985 yıllarında bir kadın, yatağında boğulup öldürülmüştü. Suçlu olan eşinin ifadesi şöyleydi:

 

“–O gün sabahtan akşama kadar, dört kişi, kahvede pişpirik oynadık. Hep ben yenildim, gece geç vakit çay-kahve paralarını öderken, sinirimden ellerim titriyordu. Arkadaşlar arkamdan; 

 

«–Ağanın eli cepten çıkmaz, oyunda kaybeden aşkta kazanır.» gibi lâflarla alay edercesine konuşurlarken, ben iyice öfkeye gark olmuştum. Eve geldiğimde; iki çocuğum açıkta, eşim yorgan altında uyuyorlardı. 

 

«–Çocukların üstleri açılmış, örtüleri düşmüş. Sen hâlâ uyuyorsun…» diye mırıldandım. Eşim de; 

 

«–Örtüver!» deyince boğazına yapıştığımı hatırlıyorum. Keşke o gün konuşan arkadaşlarımdan birini öldürseydim…” 

 

Öfke, güzel duyguları yer, bitirir. Öfkenin ahlâkî yıkıcı etkilerinin yanında, rûhî ve fizîkî zararları da olur. 

 

Bu misalde, öfkenin bir de yanlış yere yansıtılmasıyla karşı karşıyayız. 

 

İçki ve kumarı yasaklarken Cenâb-ı Hak; 

 

“Şeytan bununla aranıza düşmanlık ve kin eker!” buyuruyor. (Bkz. el-Mâide, 91) 

 

Kumar oynayan kişi, parasını alanlara karşı kinleniyor. Fakat o da onların parasına göz diktiği için, onlara bir şey diyemiyor. Gidiyor evinde, hanımına, çocuğuna, annesine, babasına öfke kusuyor. Haramların hikmetini ibretlerle anlıyoruz. Âyetin devamında; “Sizi içki ve kumarla namazdan da alıkoyar.” buyuruluyor. 

 

İnsan; namazda duygularını, hâlini, Allâh’a arz edecek. Abdest alırken öfkesinden arınacak. Sükûnet bulacak. Dingin hâle gelecek. Sır içinde sır… 

 

Öfke, kin gibi iç âlemi kirleten duygular tedavi edilmezse, maddî hastalıklara da yol açarlar.

 

Meselâ, çok duymuşsunuzdur;

 

“–Efendim ben şeker hastasıyım, o yüzden çok sinirliyim.” diyenler vardır. Acaba şekerden dolayı mı sinirli oldun, sinirli olduğun için mi şeker hastalığına yakalandın? Tabiî çeşit çeşit sebepler de vardır o ayrı…  

 

Psikolog Nevzat TARHAN diyor ki: 

 

“Öfkeli insanın savaş stratejisi orman kanunlarıdır. Güçlünün dediği olur. Öyle durumlarda, sen onu kendi savaş stratejine çekeceksin. Doğru olan; aklın, muhakemenin hâkim olduğu sağlıklı ortamdır. Biyolojik boyutu da karanlığın beş atlısıdır: 

 

1. Kin, 

 

2. Öfke, 

 

3. Nefret, 

 

4. Kıskançlık, 

 

5. Düşmanlık.

 

Öfkelenen insanın beyninde kimyevî maddeler salgılanıyor. Dolayısıyla; öfkelenen insan düşünen beyniyle değil, hisseden beyniyle hareket eder.” 

 

Rabbim; cümlemizi, her türlü öfkeden, nefretten, bir an için dahî nefsânî hareket etmekten muhafaza buyursun.