DÜNYANIN SESİ NEDEN KISIK?

Ömer Sâmi HIDIR samihidir@gmail.com

 

Protestan bir hıristiyan mezhebi olan Püritenler 1600’lü yıllarda baskılara dayanamayıp İngiltere’den çıkar ve Amerika’ya yerleşir. Burada İngiltere kolonisi olsalar da hür bir hayat kurarlar. 

 

Hattâ püritenler o dönemde kendilerini Tevrat’ta mukaddes toprakların va‘dedildiği kimselere benzetirler. Bu yüzden bazıları Amerika’ya «Yeni Kudüs» adını vermiştir. Bir gemi ile Amerika’ya gelen ilk püritenler ABD’nin kurucuları olur. Bunlar arasından daha sonra birçok siyasetçi ve iş adamı çıkacaktır. Bugün İsrail’i destekleyen ve Siyonist hıristiyanlar olarak bilinen Evanjeliklerin ilk örnekleri de bu dönemde ortaya çıkmıştır. Evanjeliklerin inanışına göre İsrail’e hizmet, tanrıya hizmet sayılmıştır.

 

1800’lerde yahudiler zenginleştikçe, devletler yahudilere daha da bağımlı hâle geldiler. Avrupa’da; «Yahudilerin desteğini almayan savaş kazanamaz.» deniyordu. ABD’nin İngiltere’ye karşı verdiği bağımsızlık savaşının masraflarını bile zengin bir yahudi üstlenmişti. 

 

Yahudi aileler zenginleştikçe; devletler yahudilerden borç alıyor, aldıkları borçlar yüzünden de onlara bağımlı hâle geliyorlardı. Bu tezgâhı gören kişiler; yahudilerden nefret etmeye başladı, bu ilerleyip düşmanlık hâlini aldı. Bir mefhum hâlini alan bu akım «antisemitizm» olarak isimlendirildi. Yahudi düşmanlığı veya onlara karşı yapılan ayrımcılık, ırkçılık ile irtibatlandırıldı. 

 

Bu durum da yahudileri kendilerine ait bir yurt arayışına sürükledi. 1845’te büyük aileler, dünyada dağınık hâlde bulunan yahudilerin Filistin’e göç etmesini ve hepsinin orada toplanmasını istedi. Fakat orada asırlardır yaşayan halklara ne olacağı göz ardı edildi. Bu emellerine İngilizlerin desteği ile ulaştılar ve böylelikle Filistin’in bağrına ilk hançer saplanmış oldu. 

 

Yahudiler bu dönemde takip ettikleri siyaset ile kendi bütünlüklerini sağlamlaştırıp diğer milletleri dağıtmaya ve zayıflatıp küçültmeye çalıştılar. 

 

Kendileri muhafazakâr, mâneviyatçı ve dayanışma içinde iken dünyanın geri kalanına; 

 

-Devrimciliği, 

 

-Maddeciliği ve 

 

-Şahsî menfaatleri ön plânda tutmayı tavsiye ediyorlardı. 

 

Kendileri geleneklerine bağlı iken, diğer ülkelere geleneklerini terk etmeyi ve modernleşmeyi şiddetle tavsiye ediyorlardı. 

 

Yahudilerle gizli bir irtibat içinde olan devletler, İsrail’in bu zamana kadar yaptığı zulme ve kirli işlere ses çıkaramadığı gibi, yaşadığımız soykırıma da itiraz edemiyor. 

 

KARANLIK ELLERİN OYUNCAĞI BİR ÜLKE: AMERİKA

Organize olmuş bir grup, politik alanda hareket ediyor ve resmî makamlara müdahalelerde bulunuyorsa «tam» bir baskı unsuru olarak kabul ediliyor. 

 

Şayet politik baskı, faaliyet alanının yalnız bir bölümünü oluşturuyor, ayrıca başka varlık sebepleri de bulunuyorsa, böyle bir grup «kısmî» bir baskı unsurudur, deniyor. Meselâ; bir işçi sendikası, kısmî bir baskı unsurudur. 

 

ABD’nin siyâsî yapısı içerisindeki lobiler, tam bir baskı grubu olarak değerlendirilir. ABD siyaseti tamamen lobi faaliyeti üzerine binâ edilmiştir.

 

1980’lerin başında, ABD’de, lobicilik alanında 80 binin üzerinde eleman çalışmaktaydı. O dönemde lobicilik faaliyetlerine yılda 4 milyar dolar harcandığı tahmin edilmekte.* Tabiî ki bu faaliyetler bugün de artarak devam ediyor. 

 

ABD’deki en büyük İsrail yanlısı lobi olarak kabul edilen İsrail İçin Birleşen Hıristiyanların yaklaşık 7 milyon üyesi bulunmaktadır.

 

Amerikan İsrail Kamu İlişkileri Komitesi (AIPAC) ise, Amerikan yahudi toplumunun çıkarlarını kongre nezdinde temsil eden çatı kuruluşudur.

 

AIPAC, kongrenin Orta Doğu politikasının oluşturulmasında belirleyici rol oynar.

 

Bu faaliyet sadece kongre üzerinde değil, bütün toplum üzerinde yapılır. Caddelerdeki büyük reklâm panolarında, İsrail yanlısı fikirler reklâm edilerek bir algı meydana getirilir. Böylece kongredeki üyeler ve halk aynı noktada sabit fikirli hâle getirilmiş olur. 

 

Bunu seçim dönemlerinde en üst derecede görebiliriz. Malûm, Amerika’da seçim yarışı hızlandı. Fakat bu yarış; «Kim İsrail’i daha fazla destekleyecek?» fikri üzerine inşâ edilmiş gibi. 

 

Adayların açıklamaları bunu açıkça ortaya koymakta…

 

Kimi; 

 

“Siyonist olmak için yahudi olmaya gerek yok; «Ben bir siyonistim.» diyor.

 

Kimi;

 

“İsrail’in Amerika’ya ihtiyacı yok, fakat Amerika’nın her zaman İsrail’e ihtiyacı var.” diyor. 

 

Kimi; 

 

“Öldürülen Filistinlilerle değil, İsraillilerle empati yapmalıyız.” diyor. 

 

Amerikalı senatörlerin sadece % 3’ünün İsrail’e karşı olduğu düşünülürse, neredeyse her Amerikalı siyasetçinin İsrail destekçisi olduğu söylenebilir. Amerika’da 7,6 milyon yahudi vatandaş olduğu hâlde (toplam nüfusun % 2,5’i) tesir gücü bunun çok üzerinde.

 

1967 Arap-İsrail savaşından sonra, özellikle medya ve akademi alanında algı yönetimi ve manüpilâsyon yapmaya başlayan AIPAC, 1970’lerden beri Amerika siyasetinin arka plânında yer alıyor. 

 

Amerika’da ister başkanlık seçimi olsun, ister senato seçimi olsun adaylar devletten maddî yardım almaz. Bu yüzden, seçim dönemindeki bütün harcamaları için fon bulmaları gerekir. Adaylar; bu miktarı bağış vs. şeklinde halktan talep eder, ama asıl kaynakları lobi faaliyeti yapan şirketlerdir.

 

Bu lobiler de seçimden sonra kongreye, seçilenlere siyâsî baskı uygular. «Amerika’daki en büyük lobi faaliyeti kimin elinde?» diye baktığımızda, İsrail yanlısı grupları görmekteyiz. 

 

Bu lobi, Amerika siyasetinin gölge gücü olarak biliniyor. Başkanlar; yahudiler için özel kabul edilen günlerde, burayı ziyaret edip konuşma yapıyor. 

 

Bu lobinin tesir gücünü, Amerikalı râhip Ted Pike şöyle açıklıyor:

 

“Bugün yabancı bir devlet olan İsrail, kongredeki en güçlü lobiyi yönetiyor. Kontrol ettiği güç sayesinde, yılda yaklaşık 5 milyar doları İsrail için talep eder ve alır. Seçilmiş hiçbir yetkili, İsrail’i eleştiremez. Aksi hâlde «Antisemitizm» yapmakla suçlanır. Başkan da bilir ki, İsrail ne istiyorsa o olur. Aksi şekilde davranmak siyâsî intihar demektir.”

 

Yahudiler Amerika’da kitle medya araçlarını kontrol etmekte. 

 

Bir gazeteci olan Jeffry Goldberg; bu komitede yetkili bir kişi ile yaptığı mülâkatta, lobinin tesir gücü hakkında bilgi almak istiyor. Aldığı cevap şöyle:

 

“AIPAC isterse; kongredeki 70 senatör, 24 saat içerisinde şu peçeteye imzasını atabilir.” 

 

Böyle bir bağlılığı görünce; arka plânda yapılan görüşmelerin, ne kadar derin olduğunu tahmin etmek zor değil.

 

Yahudi lobisi hem Cumhuriyetçilere, hem de Demokratlara her yıl milyonlarca dolar para akıtıyor. Neticede hangi parti kazanırsa kazansın, İsrail’in çıkarları ön plânda tutuluyor. 

 

Başka bir gazeteci de şunu bildirmekte: 

 

“Amerikan kongresinde; İsrail başbakanı, Amerikan başkanından daha güçlüdür!”

 

Dünyada bir tane İsrail devleti var, ama iki tane İsrail hükûmeti var, diyebiliriz. 

 

Devletler şeytanlaşmış çıkar gruplarının kontrolünde olsa da insanlığını kaybetmeyenler, bütün dünyada işlenen zulme karşı sokaklara dökülüyor. Çünkü ortaya atılan fikirler, aslında birer maskeden ibaret. Bunun altında hak ile bâtılın mücadelesi olduğunu görebilirsiniz. 

 

Ümit ediyoruz ki, insanlık ve özelde Amerikan halkı bu bağımlılığı bir gün idrak edecek ve bu esârete bir son verecektir. Yahut da sebep oldukları zulüm ve aldıkları ahlar onları da yerle bir edecektir. 

 

_______________________

* Bayramoğlu, op. cit., s. 12’den Washington Represent, Colombia Books Publication, Washington D.C., 1981.