«MUKADDES YOLCULUĞU» EN GÜZEL ŞEKİLDE YAZDILAR…

Hasan TOPBAŞ hasantopbas87@gmail.com

 

Sırf sömürü düzenlerini bozduğu ve onlara hesap gününü hatırlattığı için; âlemlere rahmet olarak gönderilen Kutlu Elçi -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e hadsizce, pervâsızca sataşıyorlar, esasında fıtratlarının içten içe kabul ettiği hakikati, nefislerine uyarak elleri ve dilleri ile bastırmaya çalışıyorlardı.

 

Takdîr-i ilâhî neticesi, amcası Ebû Tâlib’i ve can yoldaşı Hazret-i Hatice’yi art arda kaybetmesini fırsat bilen bu azgın gürûhun, çirkinliklerini iyice artırması ve üstüne bir de Tâif’te yaşanan elîm hâdisenin eklenmesi, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i ciddî mânâda müteessir etmiş idi.

 

Ancak bu hüzünlü hâline rağmen; yaşadığı imtihanlara bi-hakkın sabrederek istikametini bozmayan Rasûl’ün imdâdına, tam da o sıralarda Hak katından yüce bir tesellî yetişiyordu:

 

“Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Harâm’dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksâ’ya götüren Allâh’ın şânı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (el-İsrâ, 1)

 

Fakat ne yazıktır ki, bugün ümmet de Efendimiz’inkine benzer bir şekilde imtihan silsilesinden geçmekte. Ancak gören gözler için «İsrâ» ve akabinde gerçekleşen «Mîrac» hâdiselerinden alınacak bir ibret de şöyle değil midir?

 

Pür-metânet bir sabır ve dosdoğru bir istikamet ile işlenen sâlih amellerin neticesi; düzlüğe, feraha çıkış ve fevkalâde nimetlere erişmek… Nitekim âyet-i kerîmenin devamında gerçekleşen hâdiseler, hepimizin malûmu. 

 

Dolayısıyla, Rabbimiz’den niyazımız; gayretlerimize bereket ihsân ederek, âlem-i İslâm’ı yeniden yeryüzünde hakkın tevziine memur eylemesidir.

 

Bu girizgâhın ardından, dilerseniz her ay olduğu gibi bölümümüzle alâkalı mevzuumuza başlayalım:

 

BÜYÜK ÜSTADLARIN KALEMİNDEN «SÛRE-İ İSR»

 

Yukarıda zikrettiğimiz üzere, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Cenâb-ı Hakk’ın kudretiyle; bir gece içerisinde, Mekke-i Mükerreme’deki hânelerinden, Kudüs-i Şerîf’e fevkalâde bir şekilde ulaştırılmasına «İsrâ» adı verilmiş olup, hâdise Kur’ân-ı Kerim’de bu isimle mâruf sûrede yer almaktadır. Ancak bazı mushaflarda ise; «Sûre-i Sübhân» ve «Sûre-i Benî İsrâil»
olarak yazıldığı da tespit edilmiştir.

 

Ayrıca, İslâm sanatlarının zirvesi telâkkî edilen hat sanatında, en şerefli ve üst mertebe olarak kabul görmüş «mushaf yazma» hususunda, hattatlarımızın ciddî bir gayret sarf ettiklerini de görmekteyiz. 

 

Biz de bu makalemizde «İslâm yazısı»na damga vurmuş sanatkârlarımızın; «İsra Sûresi»ne gösterdiği ihtimamdan bir kesit sunmak isteriz:

 

İlk olarak, yazımızın giriş kısmında görülen ve; «muhakkak hattı» olarak isimlendirilen usûlde eseri ile Yâkut el-Musta‘sımî’yi (v. 698/1299) misal verebiliriz.

 

Büyük üstad; yazı çeşidine göre açılan kalem ağzı meylini yeniden belirleyerek, harflerin yazılışında baz alınan oran ve ölçüleri standart hâle getirmiş, dolayısıyla; «Yâkut ekolü» diye anılacak tarzın kurucusu kabul edilmiştir.

 

İlâveten, satır düzeninde harf ve kelimelerin aralıkları ile harflerin birbiriyle bağlantılarını da net olarak tespit ederek, yazıya pek güzel bir kıvam vermiştir. Bu yüzden kendisi, haklı olarak; «Kıbletü’l-Hattâtîn» (Hattatların Kıblesi) unvânı ile de anılmıştır.

 

Hemen üst kısımda paylaştığımız mushaf örneği ise; Sultan II. Bâyezîd’in ricası neticesi, kırk günlük bir inzivânın mahsûlü olarak, Yâkut ekolü üzerinde yaptığı inkılâb ile Türk hat sanatında çığır açan ve aynı zamanda usta bir okçu olan Şeyh Hamdullâh’a (v. 926/1520) ait olup;

 

«Kıbletü’l Küttâb» (Kâtiplerin Kıblesi) ve «Şeyhü-r-Râmiyân» (Okçuların Şeyhi) gibi unvanlara sahiptir. Kendisinin bu mushafta sûre ismini; «İsrâ» yerine; «Benî İsrâil» olarak tercih ettiğini de belirtelim.

Hoş ve sade bir şekilde tezhiplenmiş bu mushafımızın yazımı ise; Şeyh Hamdullah’tan sonra İslâm yazısında mevcut estetiği daha üst bir seviyeye taşıyan ve bununla beraber; «Hilye-i Şerîfe» yazıcılığı usûlünün hat sanatında tatbikini ilk olarak gerçekleştiren büyük hattatımız Hâfız Osman’a (v. 1110/1698) nasip olmuştur.

 

 

Son misâlimiz ise, yukarıda zikrettiğimiz üstadların İslâm yazısına kazandırdıkları letâfeti zirveye taşıyan; yaşadığı devirde samimî Müslümanlığı ile de takdir kazanarak, Cenâb-ı Hakk’ın lutfu ile, günümüzde bütün bu sanatla iştigal edenlerin «sülüs-nesih» yazı dalında kendisini örnek aldıkları Mehmed Şevki Efendi’den (v. 1304/1887) verilmiştir. 

 

Cenâb-ı Hak, bu ümmete Efendimiz’in «İsrâ» ve «Mîrac»ından mânevî hisseler nasîb eylesin… Ve burada ismini zikrettiğimiz yahut edemediğimiz bütün üstadlarımızı Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi vesellem- Efendimiz’in şefaatine nâil eylesin!