Gönüllerin Yönelimi KIBLE MESELESİ -1-

Âdem SARAÇvardisarac@yahoo.com.tr 

 

 

Kıble;1 -en temelde- «yönelme» anlamına geldiği için, her şeyden önce bu yönelmenin ehemmiyetini, kısaca anlatmaya çalışalım.

 

Yüce Allah -celle celâlühû-, mekândan münezzehtir. Bununla birlikte; özellikle sembolik birtakım bedenî hareketlerin söz konusu olduğu bazı ibâdetlerde, yön tasavvuru, ibâdetin belli bir yöne dönmek sûretiyle îfâ edildiği malûmdur. Gerek ibâdet disiplini ve gerekse kişinin mânevî bir merkezle bütünleşmesi açısından, Cenâb-ı Hak tarafından böyle emredilmiştir. Bu durum; bir yandan bütünleşme ve birliğin sembolü «tevhid» akîdesini ortaya koyarken, bir diğer yandan da sosyal alandaki tezâhürü olan, «ümmet birliği» ve bu birliğin ehemmiyetini temsil etmektedir.

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-, kıble ve yönelme hakkında şöyle buyurmaktadır;

 

“Sizden biri kıbleye yöneldiği zaman, (sanki) Allâh’a yönelmiş (gibi) olur.”2

 

Ve yine şöyle buyurmuştur:

 

مَـنْ صَلّٰى صَلَاتَنَا، وَاسْتَقْبَلَ قِبْلَتَنَا، وَ أَكَلَ ذَب۪يـحَـتَنَا،  فَذٰلِكَ الْـمُسْلِـمُ الَّذ۪ى لَهُ ذِمَّـةُ اللّٰهِ
وَ ذِمَّـةُ رَسُولِه۪ ، فَلاَ تُـخْـفِرُوا اللّٰهَ ف۪ى ذِمَّـتِـه۪ .

 

“Her kim, bizim namazımız (gibi şu) namazı kılar, bizim (şu) kıblemize yönelir ve kestiğimiz hayvanın etini yerse; Allâh’ın ve Allâh’ın Rasûlü’nün ahd ve emânını (güvencesini) hak eden müslüman işte odur. Artık öyle olan bir kimsenin ahd ve emânı hususunda Allâh’a (ve Rasûlü’ne) hıyânet etmeyin (güvenceyi bozmayın).”3

 

Görüldüğü gibi, bu hadîs-i şeriflerden ilki, kıblenin iç ve mânevî yönünü, diğeri de dış ve maddî alandaki fonksiyon ve önemini ortaya koymaktadır.

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın davetini kabul eden müslümanları, diğer din bağlılarından ayıran ve İslâm ümmetine mensubiyetin görünürdeki işaretleri olan belli başlı davranışları açıklamakta, namazın bir şartı ve parçası olduğu hâlde, kıblenin ayrıca zikredilmesi de ona atfedilen önemi göstermektedir.4

 

Her mânevî oluş, en temelde ferdî bir mahiyet taşır. Aynı rûhî ve mânevî temâyüllere sahip bulunan insanlar arasında, birlik ve bütünleşme de ancak ortak maddî ve içtimâî tezâhürlerle mümkün olur. Kur’ân-ı Kerim’de her ümmetin yöneldiği bir kıblesi bulunduğuna yapılan vurgu;5 maddî ve mânevî alanda, ortak şuura bağlı bir toplumun teşekkülünde, kıblenin son derece önemli rol oynadığını göstermektedir.6

 

Kur’ân-ı Kerim’de kıble kelimesi yedi defa tekrarlanmakta,7 konuyla ilgili hükümler muhtelif âyet-i kerîmelerde8 ve ayrıca bunları tefsîr mahiyetinde de çokça hadîs-i şeriflerde açıklanmaktadır.9

 

Âyet-i kerîmelerin bazılarında kıble, namazda yönelinecek taraf şeklindeki terim anlamıyla veya mecâzen mescid mânâsında geçmekte;10 bazılarında ise, doğunun da batının da Allâh’a ait olduğu, hangi tarafa dönülürse dönülsün, Allâh’ın zâtıyla karşılaşılacağı (mânâsındaki kıble) ifade edilmektedir.11

 

Asıl mevzumuzu anlatan âyet-i kerîmelerde ise, kıblenin nihâî olarak, Kudüs’ten Kâbe istikametine çevrilişini ve bu konuda meydana gelen tartışmalara ve sataşmalara verilen ilâhî hükmü anlatmaktadır.12

 

Bilindiği gibi Kâbe, İbrahim -aleyhisselâm-’dan beri kıble idi. Kıblenin Kâbe’ye çevrilmesi üzerine, yahudilerin takındığı tutumu kınayan âyet-i kerîmelerde,13 ehl-i kitâbın gerçeği bilmekte; bildikleri hâlde, bu gerçeği gizlemekte olduğunun açıkça ortaya konduğunu görüyoruz.

 

Yine bilindiği gibi, İslâm güneşinin doğuşundan önce; Mekke ve Medine’de yaşayan Hanifler de Kâbe’ye saygı gösteriyor ve ona doğru yönelerek, kendilerince ibâdet ediyorlardı.

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-; Mekke dönemi boyunca, Kâbe’yi önüne alarak (aynı zamanda) Kudüs’te bunun Mescid-i Aksâ14 istikametine doğru namaz kılmaktaydı.15 Bu yüzden, kıble meselesinden önce, Mescid-i Aksâ hakkında çok kısa da olsa malûmat vermekte fayda vardır.

 

Arapça adı «Beytü’l-Makdis» olup «mukaddes ev» demektir. İlk kuruluşundan beri taşıdığı bu ad, sonradan şehrin tamamını kapsamına almıştır. Şehir için müslümanların benimsediği «Kudüs» adı da aynı kökten gelmekte ve aslında şehri değil mâbedi ifade etmektedir.

 

İslâm âlimleri; Kur’ân-ı Kerim’de «el-Mescidü’l-Aksâ» adıyla anılan ve çevresinin mübârek kılındığı belirtilen yerin,16 «Beytü’l-Makdis» olduğu konusunda ittifak hâlindedir.17 Arapça «Aksâ», «uzak» anlamındadır ve mâbedin, Mekke’ye uzaklığından dolayı bu ad verilmiştir.18

 

Kur’ân-ı Kerîm’in yanında hadîs-i şeriflere göre burası; Mescid-i Harâm’dan sonra, içinde insanların Allâh’a ibâdet etmeleri amacıyla yapılan en eski ikinci mukaddes mâbeddir.19

 

Kâbe ve çevresine bir bütün olarak Mescid-i Harâm ya da Harem-i Şerif denildiği gibi; Mescid-i Aksâ’ya da çevresiyle birlikte Harem-i Şerif denilmektedir. Bununla eski Kudüs’teki kuzeyi 321, güneyi 283, doğusu 474 ve batısı 490 metre uzunlukta olan ve yer yer 30-40 metre yüksekliğe ulaşan surlarla çevrili bulunan, Kubbetü’s-Sahra’nın da içinde yer aldığı mukaddes mekân kastedilmektedir.20

 

Her şeyin başında Cenâb-ı Hakk’ın emri gelir. Biz de her konuda olduğu gibi, kıble konusunda da önce vahye bakarız. Rabbânî buyruk neyse, hakikat odur.21

 

وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَاكُمْ اُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَٓاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَه۪يدًاۜ وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّت۪ي كُنْتَ عَلَيْهَٓا اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّنْ يَنْقَلِبُ عَلٰى عَقِبَيْهِۜ وَاِنْ كَانَتْ لَكَب۪يرَةً اِلَّا عَلَى الَّذ۪ينَ هَدَى اللّٰهُۜ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُض۪يعَ ا۪يمَانَكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ   ۝١٤٣

 

(Ey îmân eden mü’minler!) İşte böylece sizi orta (vasat, mûtedil, örnek, ölçülü ve dengeli) bir ümmet yaptık ki, siz insanlara (hakikat için) şâhit (ve örnek) olasınız, Rasûl de size şâhit (ve örnek) olsun. 

 

Biz bu yöneldiğin kıbleyi; özellikle Rasûl’e uyanlarla sırt çevirenleri, açıkça ayırt edelim diye (Kâbe’ye) yaptık. 

 

Bu, Allâh’ın hidâyet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelecektir. (Mescid-i Aksâ’ya doğru kıldığınız namazlar sebebiyle) Allah îmânınızı (ve o namazlarınızı) asla zâyî edecek (boşa çıkaracak) değildir. 

 

Muhakkak ki Allah; (şefkat ve merhameti çok, kullarının kusurlarını bağışlayan) Raûf, (merhameti bol ve rahmeti sınırsız olan) Rahîm’dir.”22

 

قَدْ نَرٰى تَقَلُّبَ وَجْهِكَ فِي السَّمَٓاءِۚ فَلَنُوَلِّيَنَّكَ قِبْلَةً تَرْضٰيهَاۖ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِۜ وَحَيْثُ مَا كُنْتُمْ فَوَلُّوا وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُۜ وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ لَيَعْلَمُونَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْۜ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ ۝١٤٤

 

“Biz Sen’in, (vahyi bekleyip arzuladığından) çok kere yüzünü göğe doğru çevirdiğini elbette görüyoruz (ey Rasûlüm). İşte şimdi kesin olarak Sen’i râzı/hoşnut olacağın kıbleye (Kâbe’ye) döndüreceğiz. 

 

Artık (namazda) yüzünü Mescid-i Harâm tarafına (Kâbe yönüne) çevir. 

 

(Siz de ey müslümanlar!) Nerede olursanız olun, (namazda) yüzünüzü o yöne (Kâbe’ye) doğru çevirin. 

 

Hiç şüphe yok ki, kendilerine kitap verilenler (yahudiler ve hıristiyanlar) onun Rablerinden gelmiş bir gerçek olduğunu elbette bilirler. Allah onların yaptıklarından asla gafil/habersiz değildir.”23

 

Cenâb-ı Hak -celle celâlühû- ne emrediyorsa, kuluna düşen O’na itaattir.

 

Peygamber Efendimiz, her konuda olduğu gibi, bu konuda da en güzel örneğimizdir.

 

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…- 

 

­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­_______________________________

 

1 القبلة Kıble; «yön», «yönelinen cihet», «yönelinen şey» anlamına gelip, müslüman olarak her birimizin namazda yönelmemiz gereken istikamet olan Kâbe’yi ifade eder.

 

Ebû Dâvûd, Salât, 22; Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, c. 3, s. 24.

 

Buhârî, Salât, 28.

 

İbn-i Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bârî bi-Şerhi Sahîhi’l-Buhârî, c. 3, s. 52-53.

 

el-Bakara Sûresi, 2/148.

 

Elmalılı Muhammed Hamdi YAZIR, Hak Dîni Kur’ân Dili, c. 1, s. 533.

 

el-Bakara Sûresi, 2/142, 143, 144, 145; Yûnus Sûresi, 10/87.

 

el-Bakara Sûresi, 2/115, 146, 147, 148, 149, 150.

 

Heyet, el-Mu‘cemü’l-Müfehres li Elfâzi’l-Hadîsi’n-Nebevî, «kbl» maddesi.

 

10 Yûnus Sûresi, 10/87.

 

11 el-Bakara Sûresi, 2/115.

 

12 el-Bakara Sûresi, 2/142, 143, 144, 145, 146, 147, 148, 149, 150.

 

13 el-Bakara Sûresi, 2/144, 145, 146.

 

14 المسجد الأقصى Mescid-i Aksâ; müslümanlar olarak her birimizin, Kudüs’te bulunan ilk kıblemiz, en mukaddes üç mescidimizden biridir. Mescid-i Aksâ hakkında ayrıntılı malûmat için, bazı kaynakları verelim: Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, c. 2, s. 278, c. 5, s. 150, 155, 156, 157, 160; Buhârî, Fazlu’s-Salât fî Mescidi Mekke ve’l-Medîne, 1, 6, Enbiyâ, 10, 40; Müslim, Mesâcid, 1-2, Hac, 511-513; İbn-i Mâce, Mesâcid, 7, İkāmetü’s-Salât, 198; Taberî, Câmiu’l-Beyân, c. 25, s. 6, 12, 15-16, 18, c. 22, s. 70, 75; Nevevî, Tehzîbü’l-Esmâ ve’l-Lügat, c. 3, s. 327.

 

15 İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, s. 243; Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 1, s. 400; Fahreddin er-Râzî, Tefsîru Garîbi’l-Kur’âni’l-Azîm, c. 4, s. 110; Kurtubî, el-Câmî li Ahkâmi’l-Kur’ân, c. 2, s. 150.

 

16 el-İsrâ Sûresi, 17/1.

 

17 Nevevî, Tehzîbü’l-Esmâ ve’l-Lügat, c. 3, s. 327.

 

18 Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli’l-Kur’ân, c. 15, s. 5-10. 

 

19 Buhârî, Enbiyâ, 10, 40; Müslim, Mesâcid, 1-2.

 

20 Buhârî, Fazlu’s-Salât fî Mescidi Mekke ve’l-Medîne, 1, 6, Enbiyâ, 10, 40; Müslim, Mesâcid, 1, 2, Hacc, 511-513; İbn-i Mâce, Mesâcid, 7, İkāmetü’s-Salât, 198; Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli’l-Kur’ân, c. 25, s. 2-6, 12-18, c. 22, s. 70-75; Nevevî, Tehzîbü’l-Esmâ ve’l-Lügat, c. 3, s. 327.

 

21 el-Bakara Sûresi, 2/142-152.

 

22 el-Bakara Sûresi, 2/143.

 

23 el-Bakara Sûresi, 2/144.