HAK TEÂLÂ’YI GÖNÜLDEN TANIYABİLMEK

Doç. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com

BİR HADİS:

 

عَنْ عَائِشَةَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهَا قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ :

 

« فَوَاللّٰهِ إِنّ۪ي لَأَعْلَمُهُمْ بِاللّٰهِ، وأَشَدُّهُمْ لَهُ خَشْيَةً »

 

Âişe -radıyallâhu anhâ- Vâlidemiz tarafından nakledildiğine göre Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur: 

 

“Ben insanlar içerisinde Allâh’ı en iyi bilen ve O’ndan en çok korkanınızım.” (Müslim, Fedâil, 127)

 

BİR MESAJ: 

 

“Lisânımızı ve gönlümüzü mârifetullah nurlarıyla nurlandırıp, mârifetullah sırlarınca bir kulluk yapmaya çalışalım!”

 

 

“Asıl tahsil, «mârifetullâh»ın tahsilidir.” (Mahmud Sâmi RAMAZANOĞLU -kuddise sirruhû-)

 

Yaratılmışların en şereflisi olan insan, yaratılışından gelen istîdatları inkişâf ettirip terakkî ederse ahsen-i takvîm sırrına yaraşır bir davranış ortaya koymuş olur. Buna mukabil; dünyanın câzibesine kapılıp nefsine uyarsa esfel-i sâfilîn derekesine inmiş olur.

 

Ahsen-i takvîm üzere yaşamanın çaresi de mârifet yoluna girip mârifet sırlarınca hayat sürmeye çalışmaktır. Mârifet kelimesi lügatte; «bilmek, tanımak, ikrâr etmek» mânâlarına gelir. Istılah olarak ise Allah -celle celâlühû-’yü sonsuz ve müteâl olan isim ve sıfatlarıyla tanımaya, bilmeye çalışmaktırİmam Gazâlî Hazretleri mârifeti; 

 

“Allâh’ın kulunun kalbine attığı bir nurla, kulun daha önce isimlerini bildiği şeyleri açık seçik görmesi” şeklinde tarif etmiştir. 

 

Mârifet terimi; yakîn, mükâşefe, zevk, vecd, fenâ, irfan, huzur ve sekînet terimleriyle iç içe bir terimdir. Mârifet sırlarına erenlere ârif, ehl-i irfan gibi isimler verilir. 

 

Mârifet, ledünnî bir ilimdir. İlim olmadan mârifet hâsıl olmaz. Bu ilim de zâhirî ilimden ziyade ledünnî bir ilimdir. Buna gaybî ilim ve ilm-i esrâr da denilmiştir.

 

Çocukluk yıllarından itibaren öğrendiğimiz, Rabbimiz’in zâtî ve sübûtî sıfatları vardır. Belki farkında değiliz ama hakikatte bunlar; «Îmân ettik!» dediğimiz Rabbimiz’i biraz olsun tanımak bakımından çok mühim hususlardır. Biraz olsun; diyorum, zira O’nu hakkıyla tanımak mümkün değildir. O, isim ve sıfatlarıyla bize kendini nasıl tanıttıysa öyledir. Buna gönülden îmân ederiz ve O’na, söylediklerine teslim oluruz.

 

Evet esâsen Allâh’ı tam olarak bilmek ve tanımak mümkün değildir. Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri bu hususu; 

 

“Allah’tan başka Allâh’ı tanıyan yoktur.” cümlesiyle ifade etmiştir. Mutasavvıflar; 

 

“Onlar Allâh’ı takdir edemediler.” meâlindeki âyet-i kerîmeyi (el-En‘âm 6/91)

 

O’nu tam olarak tanıyamadılar.” şeklinde anlamışlardır.

 

O’nu hakkıyla tanımak mümkün olmamakla birlikte; Kur’ân-ı Kerim’de bize ifade ve işaret buyurulanlar muvâcehesinde, Sevgili Peygamber Efendimiz’in bize öğrettiği ve tanıttığı çerçevede, O’nu tanıma konusunda okyanustan bir damla misâli ufak da olsa bir adım atmış oluruz. Mârifet yolunda ne kadar yol alabilirsek, o kadar O’nu tanıyabileceğiz; ne kadar O’nu tanıyabilirsek, o kadar ibâdetlerimizden lezzet alabileceğiz. Zira hakkıyla ibâdet etmenin gereği, O’nu hakkıyla tanımaktır.

 

Bu bakımdan mârifet, kulluğun temelidir. İbâdet, ibâdet edilenin bilinmesine yani mârifete göre değişir. Bilinmeyene ibâdet edilmez. Dolayısıyla mârifetsiz bir ibâdetin anlamı yoktur. Mü’min
olarak en temel vazifemiz mârifet yoluna revân olmaktır.

 

Nitekim Ruveym bin Ahmed Hazretleri; ilk farzın mârifet tahsil etmek olduğunu, mârifet sahibi olan ârif kişinin, Mevlâ’sının tecellîlerini temâşâ ettiğini söylemiştir. 

 

Aslında mârifetullah, yaratılışımızın sırrıdır. Temel hadis kitaplarında bulunmayan, ancak Aclûnî’nin Keşfu’l-hafâ isimli eseri gibi eserlerde yer alan şöyle bir rivâyet nakledilir: 

 

“Ben bilinmeyen gizli bir hazine idim, bilinmemi arzu ettim, bilineyim diye bu kâinâtı yarattım.” (Aclûnî, II, 132) 

 

Bu rivâyetin her ne kadar sahih bir senedi yoksa da mânâsının sahih olduğu ve Kur’ân-ı Kerim’deki; 

 

“Ben cinleri ve insanları; başka değil, sırf Bana kulluk etsinler diye yarattım.” (ez-Zâriyât, 51/56) âyet-i kerîmesinden mülhem bir ifade olduğu bildirilmektedir. Zira buradaki; “Kulluk etsinler.” ifadesinin, İbn-i Abbâs Hazretleri’nin yaptığı tefsirde geçtiği üzere; “Beni tanısınlar.” mânâsına geldiği bildirilmiştir.

 

Bu mânâda insanın yaratılış gayesi, kulluk ve Rabbin bilinmesidir. Bu gayeye, mârifet denizinden damlalar edinmekle; bir başka deyişle, ârif olmakla ulaşılabilir. 

 

“Nefsini bilen Rabbini bilir.” (Süyûtî, el-Hâvî, II, 451) Kişi nefsinin ârifi olmadıkça Rabbinin ârifi olamaz. İnsanın nefsini bilmesi, Rabbini bilmesine vesile olur.

 

Bilgi, beynimizin/zihnimizin fiilidir. Aşk, zevk, mârifet ise kalbimizin bir fiilidir…

 

Mârifet; mü’minin kalbini olgunlaştırır, nurlandırır. Mârifet; Allah’tan bir lütuf olarak, O’nun kuluna verdiği bir nurdur, bir ışıktır

 

Mârifet, mü’minin dünyada tadabileceği en güzel tattırMâlik bin Dinâr Hazretleri bir gün talebeleriyle otururken şöyle dedi: 

 

“–Ehl-i dünya, tatların en güzelini tadamadan göçüp gitmiştir.” 

 

Talebeleri; 

 

“–Efendim, dünyadaki tatların en güzeli hangisidir?” diye sorunca Hazret şu cevabı verdi: 

 

“–Mârifetullah, yani Hakk’ı gönülden tanıyabilmektir.”

 

Onun için mârifetullah; hayatımızın tadı, neşesidir; huzur ve sürûrudur.

 

Mârifet ile takvâ sırrına erişilir. Zira kişinin Allah hakkındaki bilgi ve mârifeti ziyadeleştikçe, Allah korkusu ve takvâsı da o nisbette ziyadeleşir. Tanıdıkça, takvâ duyguların artar. O’ndan sakınırsın. Emir ve yasaklarına riâyet edersin. Zira mârifet yolu, sırât-ı müstakîm yoludur. İşte takvânın zirvesinde olan Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: 

 

“Ben Allâh’ı en iyi bileniniz ve O’ndan en çok korkanınızım.” 

 

Peki O’nu hakkıyla nasıl tanıyacağız? O’nun gücünü kudretini idrâk ederek; O’nun gizli-açık her şeyi bildiğine, hattâ kalbimizden geçirdiğimiz şeyleri dahî bildiğine, el-Alîm olduğuna îmân ederek mârifet sırlarına ermeye çalışacağız. Zira O, bize şah damarımızdan daha yakın, yani bize bizden daha yakındır.

 

İster sesli olsun ister sessiz olsun, O’nun her şeyi işittiğine; es-Semî‘ olduğuna îmân ederek, isim ve sıfatlarıyla O’nu tanıyarak, isim ve sıfatlarının tecellîlerini üzerimizde hissederek… 

 

Meselâ es-Sabûr ism-i celîlinin tecellîlerine mazhar olmak, sabretmek, sabır ehli olmak… er-Rahmân, er-Rahîm ism-i şerîfinin tecellîsine mazhar olarak merhamet sahibi olmak… Her zerremizle yüce Rabbimiz’in azametini idrâk etmek… Sadece bilmek yetmez; aynı zamanda hissetmek, yaşamak…

 

Mârifetullah sırrına erenler, O’nun bütün mahlûkatına karşı şefkat ve merhamet nazarıyla bakarlar. Mârifetullah yoluna girenler, incitmez ve incinmezler. Mârifet, muhabbet sırlarına erince; ölüm şeb-i arûs gibi gelir. Veya çok tanıdığın ve sevdiğin Rabbine secde hâlinde iken rûhunu teslim edersin.

 

Mârifetullah «muhabbetullâh»a götürür.

 

Rabbimiz’i bilmeye çalıştığımızda, tanımaya başladığımızda, O’nun gücünü-kuvvetini idrâk ettiğimizde, O’na karşı bir muhabbet oluşur. Böylece «muhabbetullâh»a geçiş yapılır. İnsan, tanıdığı kimseyi sever. Bilmeden tanımadan, sevgi oluşmaz. Gördüğün gözlemlediğin şeyler; güzel ahlâkı vs. o kişiye karşı içimizde bir sevgi oluşturur. Artık şu âyet-i kerîmenin tecellî ve tezâhürü görülmeye başlar: 

 

“Allah onları sever, onlar da O’nu severler.” (el-Mâide, 5/54)

 

Muhabbetin karşılığı ancak muhabbettir. Allah -celle celâlühû- onları sever, onlar da Allah -celle celâlühû-’yu severler.

 

Bir kudsî hadîs-i şerifte kul ile Rabbi arasındaki bu muhabbetin neticesi şöyle dile getirilmiştir: 

 

Kulumu sevince (âdeta) Ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden ne isterse, onu mutlaka veririm, Bana sığınırsa, onu korurum.” (Buhârî, Rikāk, 38)

 

Mârifet ve muhabbet sırlarına vâkıf olunca, yani bilince/tanıyınca ve sevince, ibâdetler daha huşûlu olur. Namaz bir başka hâl alır. Tanımaya çalıştığımız, gücünü kuvvetini ikrâr ettiğimiz Rabbimiz’in huzûrunda günde en az beş defa durmak, mü’mini inkişâf ve terakkî ettirir. İşte mârifet ve muhabbet sırları ile kılınan bir namaz, mü’minin mîrâcı olan bir namazdır

 

Mârifetullah sırrına erince, zikir farklı bir hâl alır. O’nu tanıdıkça; O’nun gücünü, kudretini, azametini idrâk etmeye çalıştıkça, zikrin mahiyeti değişir. Daha bir ünsiyet hâli oluşur. Tanıdıkça, zikir daha anlamlı hâl alır; zikrettikçe de O’na olan muhabbet artar. «Allah!» dedikçe; «Lâ ilâhe illâllah!» dedikçe, mârifet ve muhabbet sırları açılır. Nasıl bir varlığın adını andığımızın farkında oluruz. Zikrettikçe O’nu tanır ve severiz; O’nu tanıyıp sevdikçe, yaptığımız zikirden haz alırız. İşte mârifetullah ve muhabbetullah sırlarıyla çevrelenmiş zikir; mü’minin hâlini, derecesini yükseltir. 

 

Allâh’ı sevmenin alâmeti, Allah Teâlâ’nın zikrini sevmektir. İşte o zikir; seni yüceltir, sevdiğine kavuşturur. Artık hep O’nunla olursun.

 

Âyet-i kerîmede; 

 

“Nerede olursanız olun; O, sizinle beraberdir.” (el-Hadîd, 57/4) buyuruluyor. Dolayısıyla mârifet ve muhabbet nurlarıyla öyle nurlanmalıyız ki, her an O’nunla beraber olma şuuruna ermeliyiz. Zira O’nsuz geçen her saniye ziyandır. Nitekim bir kelâm-ı kibarda şöyle denilir: 

 

“Zâyî olmuş, anladık; Sen’siz geçen saatimiz.” 

 

Mârifet ve muhabbetin zirvesinde olan Peygamber Efendimiz, son anlarında şunları şöyledi: 

 

“Allâh’ım! Beni Refîk-i a‘lâya kavuştur…”

 

Bir Allah dostunun dediği gibi; dünyada Allâh’ı görmek, O’nu kalben tanımaktır. Onun için O’nu tanımak O’nu görmek gibidir.

 

Allah dostlarının en büyük mîrâsı, mârifetullah ve muhabbetullah sırlarıdır.

 

Mârifet ve muhabbet yolunda sarfedilen gayretlerin neticesi, gönlün itmi’nan ve huzurudur. Artık ârif, Hak Teâlâ’nın huzuruyla kendinden geçer. O’nun tecellîlerine mazhar oldukça, artık kulun nazarında Allah’tan başka her şey zâil olur.

 

Yazımızı mârifet ve muhabbet sırlarıyla söylenmiş şu hadîs-i şerifle sonlandıralım:

 

“Allâh’ım! Sen’den muhabbetini, Sen’i sevenlerin muhabbetini, Sen’in sevgine ulaştıracak sâlih ameller işlemeyi talep ediyorum. Allâh’ım! Sen’in muhabbetini bana nefsimden, ailemden, malımdan ve soğuk sudan daha sevgili kıl!” (Tirmizî, Deavât, 72)

 

Rabbimiz; cümlemizi, mârifet ve muhabbet sırlarına erdirsin.

 

Rabbimiz; cümlemizi, ârifler zümresine ilhâk eylesin! Bu aşkları, vecdleri ve zevkleri yaşamadan canımızı almasın.

 

Rabbimiz; cümlemizi, hem dünyada hem de âhirette, mârifet ve muhabbet ehli insanlarla beraber kılsın.