BABASININ ANNESİ FÂTIMA radıyallâhu anhâ-

Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

 

Ehl-i beytten Fâtıma -radıyallâhu anhâ-, 609’da Mekke’de doğdu. Künyesi; «Ümmü Ebîhâ: Babasının annesi»dir. Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- ile evlendi. Çocukları Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin -radıyallâhu anhümâ-Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in müjdelediği üzere; «Cennet ehli gençlerin efendileri»dir. Uhud Gazvesi’nde mücâhidlere su ve erzak taşıyarak hizmet eden Hazret-i Fâtıma, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in dişinin kırılması üzerine yarasına pansuman yaptı. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in vefâtının ardından söylediği şiirler (mersiye) meşhurdur. Sadeliği ve tevâzuu, iffeti ve sadâkati, sabır ve metâneti yüce ahlâkının evsâfındandır. Hazret-i Fâtıma -radıyallâhu anhâ-, 22 Kasım 632’de vefât etti. Kabri, Cennetü’l-Bakî‘dedir.

 

*

 

Bir ara mâlî sıkıntıya düşen Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-, hanımı Hazret-i Fâtıma -radıyallâhu anhâ-’ya; 

 

“–Hazret-i Peygamber’e gidip bir şeyler istesen…” dedi. O da kalkıp Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in evine gitti ve kapıyı çaldı. O sırada hâne-i saâdette Ümmü Eymen de vardı. Kapının çalındığını duyan Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Ümmü Eymen’e; 

 

“–Bu kapı vuruş, kızım Fâtıma’nın kapı vuruşuna benziyor. Acaba bir şey mi oldu? Çünkü bu saatte gelmek onun âdeti değildir.” dedi. Fâtıma içeriye girdiğinde; 

 

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Meleklerin yiyeceği tehlil (lâ ilâhe illâllah), tesbih (sübhânallah) ve tahmîd (elhamdülillâh)tır. Peki biz insanların yiyeceği nedir?” diye sordu. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- meseleyi anlayarak; 

 

“–Beni hak Peygamber olarak gönderen Allâh’a yemin ederim ki Muhammed’in aile efrâdı otuz günden beri yemek pişirmek için ateş yakmamışlardır. Ancak bize bazı keçiler getirilmişti. Eğer istersen onların beş tanesinin sana verilmesini emredeyim. İstersen de sana Cebrâil’in bana öğretmiş olduğu beş kelimeyi öğreteyim.” buyurdular. 

 

Hazret-i Fâtımâ -radıyallâhu anhâ-;

 

“–Hayır, keçileri istemiyorum; bana o beş kelimeyi öğret babacığım!” dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

 

“–«Ey evvellerin evveli, ey âhirlerin âhiri! Ey sarsılmaz kuvvet sahibi! Ey miskinlerin merhamet edicisi ve ey merhametlilerin en merhametlisi!» de!” buyurdular. Bundan sonra Hazret-i Fâtıma -radıyallâhu anhâ- oradan ayrılarak evine döndü. Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-’a;

 

“–Buradan dünyayı istemek üzere gitmiştim; ancak sana âhireti getirdim.” cevabını verdi. Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- da; 

 

“–Senin bugünün, yaşadığın en hayırlı gündür.” diye mukabelede bulundu. (Kenzü’l-Ummâl, II, 669-670; Kandehlevî, Hayâtü’s-Sahâbe, III, 311)

BEŞERÎ İDRÂKİ İFLÂS ETTİREN İLÂHÎ TECELLÎ

 

7 Ekim 2023’te, Gazze’de başlayan büyük direnişin kırk dokuzuncu gününde, geçici ateşkes ve esir takası kararı yürürlüğe girdi. Bu gelişmenin ardından insânî yardımlar ve enkazdakileri kurtarma çalışmaları hız kazandı. 

 

28 Kasım gecesi bir ekip; arama-kurtarma çalışması yaparken, başka bir evin enkazından gelen bir bebeğin ağlama sesini duydular. Bu ev direnişin ikinci haftasında işgal güçleri tarafından bombalanarak yıkılmış ve enkaza dönmüş bir evdi. Sese doğru yönelenler, moloz yığınları arasından ilerleyerek bir odaya ulaştı. Ses, beton bloğun altından geliyordu. Bu blokta bir delik açıp; sese doğru dikkatli bir şekilde kazarak ilerleyen ekip, kundağa sarılmış hâlde oracıkta duran canlı hâldeki bebeğe ulaştı. Yâ Kadîr!.. Yâ Selâm!..

 

Henüz kırkı bile çıkmamış yavrunun; üzerine yıkılan tonlarca betonun altında en ufak bir yara bile almadan otuz yedi gün boyunca hayatta kalmış olması, beşer idrâkine sığmayan ilâhî bir tecellî; «Kün!» emriyle gerçekleşen; «feyekün» bir neticedir. 

 

Bu tecellîye mazhariyetiyle tarihte Meyyit-zâde lâkaplı Osmanlı âliminin günümüzdeki örneği olan bu yavruya duâmız; İslâm şahsiyet ve karakteriyle yetişip büyüyerek, Musa -aleyhisselâm- gibi, asrımızın firavunlarının zulmüne son vermesidir. 

ZULME DESTEK ZULÜMDÜR

 

İzzeddin bin Abdüsselâm, 1181’de Şam’da dünyaya geldi. İlim tahsil etmeye başladı. Öyle ki ilim yolunda gece-gündüz çalıştı. Fıkıh, tefsir, kelâm ve tasavvufta derinleşti. Onun ilimden gayesi, amele ulaşmaktı. Amelsiz ilmin; kitap taşıyan merkebe kitapların fayda vermeyeceği gibi, kişiye fayda vermeyeceği gerçeğini idrâk etmişti. Suriye ve Mısır’da aldığı vazifelerde, idarecilere şerîatın emirlerini söylemekten çekinmedi. 

 

İzzeddin bin Abdüsselâm, 1 Nisan 1262 tarihinde Kahire’de vefât etti. Kabri, Karâfe Kabristanı’ndadır.

 

*

 

Şam’da Melik Sâlih İmâdüddin İsmail, haçlılarla anlaşma yaparak; Sakif, Sayda, Safd ve bazı kaleleri onlara bıraktığını, aynı zamanda haçlıların Şam’a girip silâh almalarına da izin verildiğini bildirince; İzzeddin bin Abdüsselâm, silâh satışının haram olduğuna hükmedip bunu Sultan’ın yüzüne söyledi. İzzeddin bin Abdüsselâm bununla da yetinmeyip esnafı tek tek dolaşarak onlara; «Topraklarımıza girip çıkan haçlılara bir şey satmak ve onlardan bir şey almak câiz değildir.» şeklindeki fetvâsını bildirdi. Hattâ kılıç üreten esnafa giderek, özellikle onlara; haçlılar için kılıç yapmanın ve satmanın haram olduğunu söyledi. Buna riâyet etmedikleri takdirde, Allah katında zulme ortak olmaktan ötürü, zâlim olacaklarını açıkça beyan etti. Aynı günlerde bir terzi;

 

“–Ey şeyh, haçlılar bana elbise diktirmeye geliyorlar. Ben haçlılara elbise dikersem zulme ortak olur muyum?” diye sordu. İzzeddin bin Abdüsselâm bu suâle;

 

“–Hayır, sen zulümlerine ortak olmazsın. Sana iğne-iplik satan zulme ortak olur. Sen zâlimin ta kendisi olursun.” cevabını verdi.

HER ZERRESİ YANAN DEDE

 

Mehmet Abdülkadir KEÇEOĞLU, Yaman Dede, 1887’de Rum Ortodoks Kilisesi’ne mensup bir ailede Kayseri/Talas’ta doğdu. Kastamonu’ya taşındılar. Burada mektep tahsiline başladı. On dört yaşındayken Farsça hocası İskilipli Osman Efendi’nin tahtaya yazdığı Mesnevî’nin ilk üç beyti onun gönlündeki çırayı tutuşturmaya yetti. O günden sonra İslâmiyet’i benimsedi. Uzun müddet İslâm’ı gizli gizli yaşadı. 1942’de müslüman olduğunu ilân etti. İstanbul’da Galata Mevlevîhânesi’nde Ahmed Celâleddin Dede ve Ahmed Remzi (AKYÜREK) Dede’nin Mesnevî derslerine katıldı. Kendi ifadesiyle Mevlâna Hazretleri, onun elinden tutup Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kapısının eşiğine götürdü. 

 

Yaman Dede, 3 Mayıs 1962’de vefât etti. Kabri, Karacaahmet Mezarlığı’ndadır.

 

*

 

Yaman Dede «Nasıl müslüman oldum?» başlıklı hâtırâtında, ilk hidâyet tohumunun o yıllarda kalbine nasıl düştüğünü şöyle anlatmaktadır:

 

“1901 senesindeyiz. Kastamonu İdâdî Mektebi’nin ikinci sınıfına girelim. Yani rüşdi (lise) iki. Fârisîye (Farsça dersine) bu sınıfta başlıyorlar. Fârisî hocası İskilipli Osman Efendi biraz Gülistan okutuyor, sonra müteferrik (çeşitli) metinlerden parçalar veriyor.

 

Bir gün tahtaya yazdığı birkaç beyit beni tutuşturmaya kafî geldi. Dershâneyi ve siyah tahtanın bulunduğu noktayı, daha dün olmuş gibi, hattâ şimdi oluyor gibi pek güzel hatırlıyorum. Şöyle bir sernâme (başlık) yazdırıyor:

 

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî kaddesellâhu sirrahu’s-sâmi fermâyed:

 

Bişnev in ney çün hikâyet mîküned

 

Ez cüdâyîhâ şikâyet mîküned

 

Kez neyistân tâ merâ bübrîdeend

 

Ez nefîrem merd ü zen nâlîdeend

 

Sîne hâhem şerha şerha ez firak

 

Tâ begûyem şerh-i derd-i iştiyâk

 

Talebe arasında sessiz, çelimsiz bir çocuk var. Tabiatı hüzne mâil (meyilli), dert ve gam müptelâsı bir çocuk. Adı Diyamandi. Anadolu söylenişiyle ona Yemandi diyorlar. Şahlar güzelinin güzel ismi söylenir söylenmez, Yemandi’nin içinde ânî bir infilâk oluyor, çocuk derinden sarsılıyor ve o andan itibaren tatlı tatlı yanmaya başlıyor. Yanmaya başlıyor, fakat bunu seneler geçtikten sonra anlıyor. Anlıyor ki yanmaya başlamış da haberi yok.

 

Mevlânâ ismi bana pek tatlı geldi. Beyitler beni pek derinden sarstı. Son beyit sînemi hakikaten şerha şerha (dilim dilim) etmişti. O andan itibaren tatlı tatlı yanmaya başladım. Şiddetle yakan fakat anne bûsesi (öpücüğü) kadar tatlı gelen alevler, iç âlemimi kaplamıştı. Bunu hiçbir kelime ile anlatamayacağım.

 

Demek oluyor ki aşkın Sultanı; mübârek isimleri tahtaya yazılırken, mübârek nazarlarını gönlüme çevirmiş, orada hiç sönmeyecek yangını yakmış, aşkının oklarını sîneme saplamış. Bu macera kelimelere sığmaz. «Kanlı yol»un maceralarıdır.” 

 

Talebelerine yaptığı duâ şöyledir: “Dilerim Bâri-i Hudâ’dan cümlenizin bütün zerreleri aşkın birer volkanı olsun.” (Mustafa ÖZDAMAR, Yaman Dede)

 

Bu vesileyle vuslatının 750. sene-i devriyesini idrâk ettiğimiz Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri’nin rûhu için 1 Fâtiha-i şerif, 3 İhlâs-ı şerîfe…