Tasavvufun Hakikatine Dair MERHUM MUSA EFENDİ (K.S.)’DAN NOTLAR

Bazı kimseler tasavvufun, seyr u sülûkün ne olduğunu bilmedikleri veya nasipleri olmadığı için bu mânevî yolun aleyhinde konuşmuşlardır. 

 

Çünkü perdeli, hicaplı kişilerin zannettikleri gibi bu mânevî yollar; gelişigüzel, sonradan uydurulmuş, îcat ve ihdâs edilmiş bid‘at yolu değildir. Kökleri Ebûbekir Sıddîk ve Aliyyü’l-Murtezâ Efendilerimize dayanan, Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri’ne vuslat yoludur.

 

Ciddî, Rahmânî, ulvî ârifler, velîler yoludur. Hulâsa Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri’nin kendisine cezbettiği ihlâslı âşıklar yoludur. 

 

Dürüst, müstakîm, saf, her kötülüklerden müberrâ, gönül ehillerinin yoludur. 

 

Hak -celle ve alâ- Hazretleri’ni severek O’na râm olanların, O’nun sevdiklerini sevenlerin, Hakk’a yâr olanların yoludur. Nefisleri ölenlerin, Hak’ta fânî olanların yoludur. Bağrı açık, gözü yaşlı erenler yoludur. 

 

Şeyhülislâm koca Çivizâde bile ancak basar, yani baş gözüne sahip olduğu için, yanlış görüşünün neticesi, Mevlânâ Celâleddin Rûmî -kuddise sirruhû- Hazretleri’ne sövmüş, bu küstahlığından dolayı bütün dünyanın «Muhteşem Süleyman» diye tesmiye ettikleri, hayranı oldukları Kanunî Sultan Süleyman Han tarafından vazifesinden azledilmiştir.* 

 

Mânevî yola tâlip olanlarda; 

 

Evvelâ dürüstlük, tevâzu, engin gönül, mülâyemet, herkesle geçimlilik, ihlâs, istikamet aranır.

 

İkinci olarak da; gayret, samimiyet, fedâkârlık aranır. 

 

Sözün kısası; 

 

Mârifetullah tâlipleri, aradıkları gönül hoşluğunu, ancak tasavvuf yolu ile elde edebilirler. İstifâde edebilmek için niyetlerinin hâlis olması ve gayretlerinin de Allah rızâsı olması lâzımdır. 

 

Ancak seyr u sülûk yoluyla insan; ihlâsı, gayreti ölçüsünde kemâle erer. Ve o zaman, Kur’ân ahkâmını lâyıkı veçhile yerine getirebilir. Çünkü nefsi tezkiye görmüştür. Benliğini yok etmiş, Hakk’a râm olmuştur. Dînî bilgisi, görgüsü tamdır. Edep ve hayâ sahibidir; içinde şüphe, vesvese, kuruntu diye bir şey kalmamıştır. Her an Rabbini anar olduğu için, gafil değildir. Îkānı, ihlâsı, istikameti kuvvet bulmuştur. Buna rağmen; namazı, niyâzı, ibâdeti, istiğfârı boldur. Her meziyetler üzerinde toplandığı için Allâh’ın dostu olmuştur. 

 

Bu zümre, Kur’ân-ı Kerîm’in ahlâk, âdab ve emirlerinden zerre kadar inhirâf etmekten son derece korkarlar. En ince hususları seve seve, büyük bir neşe içinde îfâ ederler. İslâm yolunun tam tatbikçileridirler. Çünkü nefisleriyle mücadele etmesini bilirler. 

 

Bazı kimselerin, şeyhleri hakkında aşırı sevgileri dolayısıyla mübâlâğalı konuşmalarını vesile ittihâz edip de; mânevî seyr u sülûk yoluna ileri-geri, yersiz, lüzumsuz sözler sarf etmek çok mânâsız ve hüsrânı mûciptir. 

 

Çünkü bu yol; Hak yola istîdâdı olup da kabul olunan Hak erlerini yetiştirme ve terbiye etme okuludur. 

 

-sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in ve ashâb-ı kiram hazerâtının yoludur. 

 

Tarîkat, bazı kişiler tarafından sebepli ve kasıtlı olarak herkese yanlış anlatılıyor. İşin aslı, onların anlattığı gibi değildir. En katı kalpleri bile ihyâ eden gerçek tarikat; onların zannettiği gibi tembel tembel bir kenarda oturup, herkese el açmayı, fertlere ve cemiyete yük olmayı değil; tam aksine; «Bâr olma yâr ol!» diyerek çalışmayı, yardımlaşmayı, velhâsıl ferdinden cemiyete bütün mahlûkāta yâr ve yardımcı olmayı emreden bir hizmet yoludur.  

 

__________________

 

* Şeyhülislâm Çivizâde Muhyiddin Mehmed Efendi, mânâ ehlinin kelâmlarındaki ince nükteleri idrâk edemediği için Celâleddin Rûmî ve İbnü’l-Arabî Hazretleri gibi mutasavvıfları tekfir ederdi. Bu husustaki bir fetvâsını da Kanunî’ye göndermişti. 

 

Kanunî, bu tekfirci satırları okuyunca çok üzülmüş; şeyhülislâmına manzum olarak şu kıt‘ayı yazmıştır: 

 

Âşığa ta‘n eylemezdi müftî-yi bisyâr-fen, 

Fenn-i sırr-ı aşktan bilseydi bir mikdâr fen. 

Şeyhülislâmım diyen bir tıfl-ı ebcedhân olur, 

Mekteb-i aşkında ol yâr, idicek izhâr-ı fen.  

 

“O çok bilmiş şeyhülislâm, şayet aşk sırrına dair ilimden biraz anlasaydı, Hak âşığını ayıplamazdı. 

 

O sevgili zât (yani Mevlânâ Hazretleri), aşk mektebinde, ilmini izhâr ettiğinde, şeyhülislâm olduğunu iddia eden kişi, onun yanında, elif-bâyı  yeni söken bir çocuk gibi kalır.”

 

(Hüseyin G. YURDAYDIN, İslâm Tarihi Dersleri, 114-115)