Medine’de İç ve Dış Yapılanma Açısından İLK SERİYYELER

Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr 

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-; ilk vahiyden başlamak üzere, bütün Risâlet hayatı boyunca, sürekli mücâhede ve mücadele hâlinde olmuştur.

 

Mekke döneminde; tevhid mücâhedesi ile sabır, sebat ve istikrar cihâdının destanlarını ashâbı ile beraber yazdılar. Aynı destanlar, artan bir ivmeyle devam ederken, bunlara ilâve olarak, Medine döneminde yine eğitim-öğretim başta olmak üzere, siyâsî, sosyal, hukukî ve askerî mücâhede ile her geçen gün yeni cihad hareketleri yaşıyorlardı.

 

Her şeyden önce «Üsve-i Hasene»1 olan Rasûlullah -aleyhisselâm-; «Rahmet Peygamberi» olmakla birlikte, O aynı zamanda «Savaş ve Barış Peygamberi» olarak da vazifelendirilmişti.2

 

Risâlet vazifesinin yanında, devlet başkanı olduğu için; nerede, ne zaman ve neyin yapılması gerekiyorsa, gösterip öğrettiği gibi, onu da bizzat yapıyordu. Her konuda olduğu gibi, savaş ve barış mevzularında da en güzel örnek, hiç şüphesiz ki yine Rasûlullah -aleyhisselâm-’dır.

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın bizzat yönetip kumanda ettiği savaşlara gazve; bizzat katılmayıp sahâbîler arasından vazifelendirdiği komutanlarla sevk ve idare ettiği seferlere de seriyye3 dendiğini hepimiz biliyoruz.

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın hicretten kısa bir süre sonra başlattığı fiilî mücadele döneminin en önemli faaliyetlerinden olan seriyyeler, bir yandan strateji ve savaş taktikleri açısından, bir yandan da dînî ve siyâsî sonuçları bakımından çok büyük önem taşır. Ayrıca kalıcı ve düzenli askerî gücün oluşumunda plânlı tatbikat rolü oynamış, askerî ve idârî açıdan uygulamalı eğitim imkânı sağlamıştır. Seriyyelerin gayesi; gazvelerle bütünlük içinde, İslâmiyet’in yayılmasına engel oluşturan unsurları bertaraf etmek, müslümanları maddî ve mânevî baskılardan kurtararak, dinlerini hür bir şekilde yaşayabilecekleri bir ortam sağlama cihâdıdır.

 

Medine; merkez ve çevresinin emniyetini almakla beraber, oluşabilecek her şeyi dikkatle değerlendirerek, yakın ve uzak bölgelere de küçük askerî birlikler sevk etmeye başladı. Sayıları, gittikleri yere ve yapacakları icraatlara göre değişen bu askerî birliklerin her biri, vazifelerini başarıyla yerine getirdiler.

 

Medine ve çevresinde emniyet ve istikrarı sağlamayla beraber; bunun sürdürülebilir olmasının yanında, belde ve çevresinin gelişmesi için, diğer birçok icraatla beraber, iç ve dışta askerî hareketler de kaçınılmaz olmuştu tabiî.

 

Mekke müşrikleri ve çevre kabîleler için, ticârî açıdan oldukça önem taşıyan yollarda hâkimiyet sağlamak, keşif yapmak, gerektiğinde de düşmana gözdağı vermek maksadıyla seriyye ve gazveler tertip edildi.4

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın vefatına kadar; O’nun vazife vermesiyle, sahâbîlerden biri veya birkaçının kumanda ettikleri seriyye ve savaşların sayısı, farklı rivâyetlerle beraber, 47-66 olarak geçmiştir kaynaklara.5

 

Gerek strateji ve harp taktikleri açısından ve gerekse dînî ve siyâsî sonuçları bakımından büyük önem taşıyan Rasûlullah -aleyhisselâm- ve ashâbının, gazve ve seriyyelerinin birçok gaye taşıdığını görüyoruz. Bunlar arasında; 

 

•Küfür ve bâtılın zulmünü ortadan kaldırmak, 

 

•İslâmiyet’in yayılmasına engel teşkil eden unsurların tahakkümüne son vermek, 

 

•Yeryüzünde Hakk’ı yüceltmek, 

 

•Fitne ateşini söndürmek, 

 

•İnsanları maddî ve mânevî baskılardan kurtarmak ve 

 

•İslâmî gerçekleri onlara duyurmak gibi hedeflerin başta geldiğini tekrarlamakta fayda vardır.

 

Sahâbîler arasından vazifelendirilen belli bir komutan altında tertip edilen ilk seriyyeler; bir yandan komutanlarının ismiyle anıldığı gibi, diğer yandan da gittikleri yöreye göre anılmışlardır. İlk seriyyeler şunlardır:

 

1. Hazret-i Hamza komutasında, Sîfü’l-Bahr (Îys) Seriyyesi.

 

2. Hazret-i Ubeyde bin Hâris komutasında, Râbiğ Seriyyesi.

 

3. Hazret-i Sa‘d bin Ebû Vakkas komutasında, Harrâr Seriyyesi.

 

4. Hazret-i Abdullah bin Cahş komutasında, Batn-ı Nahle Seriyyesi.

 

Rasûlullah -aleyhisselâm- ve ashâbı; Mekke’den hicret edip Medine’ye gelerek yerleştikleri hâlde, Mekke müşrikleri O’nu ve ashâbını burada da rahat bırakmamışlardı. Sabır ve sebatın destanlaştığı Mekke dönemi boyunca yapmadıklarını bırakmayan müşrikler, şimdi bir başka taktik ve artan bir şiddetle harekete geçmişlerdi.

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın etrafında kenetlenen sahâbîlere, özellikle de Medine sahâbîleri olan ensâra; O’nu terk etmeleri için, üst üste çokça tehdit mektupları gönderdiler! Bu yetmemiş gibi; iki tarafı da idare ederek, nifak duruşu sergileyen Abdullah bin Selûl’e yazdıkları mektupta, Rasûlullah -aleyhisselâm-’ı bir an önce öldürmeleri, buna güçleri yetmezse, hemen Medine’den sürüp çıkarmalarını emreden ihtar yazıları gönderdiler. Bununla da yetinmeyerek; kalkıp Evs ve Hazrec kabîlesi müşriklerine, çok sert ifadelerle ültimatomlar verip, her ne şekilde olursa olsun, O’nun işini bir an önce bitirmelerini emreden yazılar gönderdikleri gibi, bu tehditleri de sürekli devam ediyordu!6

 

Müslümanları ortadan kaldırmak için; bir taraftan tehdit mektupları gönderirken, bir yandan da Rasûlullah -aleyhisselâm-’ı sûikast ile öldürmek için, en cânî adamlarından kātiller gönderiyorlardı!

 

Aynı zamanda, Rasûlullah -aleyhisselâm- ve ashâbı için hac ve umre yollarını da tamamen kapatarak, Mekke’ye değil girmek, yakınlarından bile geçmelerini engellemek için, olağanüstü tedbirler aldılar.

 

Mekke müşrikleri; Peygamber ve ashâbını içte ve dışta, farklı boyutlarda kuşatma altında tutup, daha fazla gelişmelerine müsaade etmeyeceklerini, sürekli ihtar ile tekrarlayıp duruyorlardı.

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-; artık bunların üzerine gidilmesi gerektiğini görüyor, fakat fevrî hareket etmekten de ısrarla kaçınıyordu. Henüz silâhlı cihâd izni verilmemişti çünkü. Yüce Allah; her ne şekilde olursa olsun, saldırıya geçenlere karşı aynıyla mukabele ve cihâd emri verince,7 hemen hazırlanan seriyye, Mekke yakınlarına gönderildi. Diğer seriyyeler de benzeri maksatlar için sevk edildi.

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-; belli bir sayıda ashâbından oluşan birlikleri, çeşitli vazifeler için seferlere göndermiştir. Bu gayeyle, ashâb-ı kirâmın çokça seriyyeleri olmuştur.

 

Gazve ve seriyyeler; İslâm’ın doğru bir şekilde öğrenilip yaşanması için, yapılan çalışmaların karşısına çıkan engelleri, bertaraf etmek temeline dayanıyordu.

 

İlk seriyye ve gazvelerin, en temelde beş hedefe yönelik olduğunu söyleyebiliriz:

 

1. Mekke-Şam ticaret yolu başta olmak üzere; kritik yol güzergâhlarını tutup, kontrol altına almak.

 

2. Mekke müşrikleri başta olmak üzere, çevredeki bütün müşrik kabîlelere gözdağı vermek.

 

3. Müslümanların sürekli teyakkuz hâlinde olduklarını açıkça belirtmek gayesiyle, her an karşılarına çıkabilecek bir güce sahip olduklarını ortaya koymak.

 

4. Müslümanlar için, Mekkelilerin ve çevre kabîlelerin aleyhte neler düşünüp plânladıklarını sürekli takip edip, ona göre strateji geliştirmek.

 

5. İslâm’ın sadece savunma dîni değil, yeri geldiğinde savaş açıp, askerî hareketlerle varlığını kabul ettirme gibi çok yönlü bir sistem olduğunu, bütün her tarafa ilân etmek!8

 

Peygamber Efendimiz; ne zaman ne yapılması gerekiyorsa, onu o zamanda yapıyordu.

 

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…- 

 

_____________________

 

“Andolsun ki, Allâh’ın Rasûlü’nde sizin için, üsve-i hasene (en güzel bir örneklik) vardır; (içinizden) Allâh’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allâh’ı çokça zikredenler/ananlar için!” Kur’ân-ı Kerim, Ahzâb Sûresi, 33/21.

 

Hazret-i Ebû Musa el-Eş‘ârî şöyle rivâyet etmiştir: “Rasûlullah -aleyhisselâm-, bize kendisinin isimlerini şöyle söylerdi: «Ben Muhammed’im, Ahmed’im, (Rasûllerin ardından gelen) Mukaffî’yim, (kıyâmette insanların arkamda toplandığı) Hâşir’im, tevbe Peygamberi’yim, rahmet Peygamberi’yim.»” (Müslim, Fedâîl 126) Bir başka kaynakta şöyle rivâyet edilmektedir: “Ben rahmet Peygamberi’yim ve ben savaş Peygamberi’yim.” (Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, c. 4, s. 395)

 

السريّة es-Seriyye; Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın bizzat katılmayıp vazifelendirdiği kumandanlarla sevk ve idare ettiği sefer için kullanılan bir terimdir. Sözlükte; «gece yolculuğu yapmak veya yaptırmak, geceleyin yola çıkmak» anlamındaki «serâ» kökünden türeyen «seriyye»; «askerî birlik, silâhlı tim, ordunun bir bölüğü» mânâlarına gelir. Bu askerî birliklere vazifelerinin gereği olarak çok defa geceleyin yol almaları, gizli hareket etmeleri ve baskın şeklinde harekât plânı yürütmeleri dolayısıyla seriyye adı verilmiştir. Kelime terim olarak Peygamberimiz -aleyhisselâm-’ın hedef ve plânlarını kendisinin belirlediği, ancak bizzat kumanda etmeyip ashâbından birinin ya da birkaçının kumandasında gönderdiği askerî birlik ve harekâtlar için kullanılmıştır. Ayrıca kaynaklarda seriyye karşılığında bazen «ba‘s» (göndermek, sevk etmek) teriminin, ayrıca «vak‘a» ve «yevm» gibi kelimelerin hem gazve hem seriyye için kullanıldığı görülür. Daha fazla malûmat için, bakınız lütfen: Vâkıdî, el-Meğâzî, c. 1, s. 5-8; İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 176, 179, 200-211; İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 2, s. 5-7; Belâzürî, Ensâbu’l-Eşrâf, c. 1, s. 344-477; İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 248-252; Şâmî, Sübûlü’l-Hudâ ve’r-Reşâd, c. 6, 3; İbn-i Manzûr, Lisânü’l-Arab, c. «sry» ve «gzv» maddeleri.

 

Fîrûzâbâdî, Kāmûsu’l-Muhît, c. 4, s. 372; Râğıb el-İsfahânî, el-Müfredât, s. 360; Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 2, s. 363.

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın gazveleri konusunda sadece bir fazla rivâyet varken, sahâbîlerin komuta ettiği seriyye ve savaşların sayılarına dair çok farklı rivâyetler de vardır. Sıcak temasların ve birkaç kişilik seferlerin yanında oldukça büyük orduyla sefere çıkılmış, bu seferler içinde, ekstra seferler de düzenlenmiştir. İşte bütün bunları da ayrı bir seriyye olarak sayan aynı kaynaklar, seriyye sayısını 66 olarak rivâyet ederler. Bakınız lütfen: İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 2, s. 5-6; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, c. 2, s. 289.

 

Abdurrezzâk es-San‘ânî, el-Musannef fi’l-Hadîs, c. 5, s. 358-359; İbn-i Habîb, el-Muhabber, s. 271.

 

Kur’ân-ı Kerim, Bakara Sûresi, 2/190-193; Hacc Sûresi, 22/39; Buhârî, Cihâd, 112, 156; Müslim, Cihâd, 19-20.

 

Vâkıdî, el-Meğâzî, c. 1, s. 5-8; İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 176-179; İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 2, s. 5-6; Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 2, s. 363; Diyârbekrî, Târîhu’l-Hamîs, c. 1, s. 355-356; Mustafa Âsım KÖKSAL, İslâm Tarihi, c. 3, s. 182-183.