Mükerrem İnsanın Üç Temel Vasfı: ÎMAN-İSLÂM-İHSAN

Doç. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com

 

BİR HADİS:

عَنْ أَب۪ي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ :

«اَلْمُؤْمِنُ غِرٌّ كَر۪يمٌ»

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- tarafından nakledildiğine göre Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: 

 

“Mü’min izzet ve kerem sahibidir…” (Ebû Dâvûd, Edeb, 6)

 

BİR MESAJ: 

 

“Mükerrem insan olma yolunda; îman, İslâm ve ihsân içerisinde bir hayat yaşamaya çalışalım!” 

 

 

Hakk’a kul olmak istersen, 

Edep gözle, edep gözle!

Murâdın bulmak istersen,

Edep gözle, edep gözle!.. (Aziz Mahmud Hüdâyî)

 

 

 

Allah -celle celâlühû-; insanı en güzel sûrette, mükemmel ve mükerrem olarak yaratmış ve «eşref-i mahlûkat» kılmıştır. Nitekim âyet-i kerîmede bu hakikat şöyle dile getirilmektedir: 

 

“Muhakkak ki Biz insanı en mükemmel biçimde yarattık.” (et-Tîn, 95/4)

 

Özünde mükerrem yaratılışa sahip olan insan; umumiyetle sonra karşılaştığı hâricî unsurlar sebebiyle bu sâfiyetini kaybetmiş, böylece yaratılışındaki özüne dönmek için insanın kemâle erme yolculuğu başlamıştır.

 

Hakikatte insân-ı kâmil olma yolculuğu; insan doğar doğmaz hattâ anne karnındayken başlayıp, ölünceye kadar devam eden bir yolculuktur. Rabbimiz âyet-i kerîmede; 

 

“Ölüm sana gelip çatıncaya kadar da Rabbine kulluğa devam et!” (el-Hicr, 15/99) buyurmuştur. Bu bakımdan insanın kemâliyet arayışı, ölünceye kadar devam eder

 

Seyr u sülûk da denebilir bu yolculuğa. Kemâle giden seyr u sülûkunda insanın hedefi; Hakikat-i Muhammediyye’ye ulaşmaya çalışmak, nûr-i Muhammedî ile gönlünü nurlandırmaktır.

 

Hazret-i Mevlânâ’nın işaret ettiği gibi, kamışın ney olması ile insanın kemâle ermesi arasında bir benzerlik vardır: Kamışlıktan ham bir şekilde kesilen bir kamışın ney hâline gelmesi için, uzun ve çileli bir yolculuğu vardır. Kamış, önce uzun süre bekletilir. Yavaş yavaş olgunlaşır, kızgın demirle dağlanır ve en sonunda kamış «ney»e dönüşür ve neyden aşkın sesi yankılanır.

 

Hazret-i Mevlânâ bu durumu şöyle özetler:

 

Ömrümün mahsûlü üç sözdür hemân, 

Ham idim, piştim ve yandım, el-amân. 

 

İnsan da böyledir. İnsan-ı kâmil olmak zor iştir. Sabır ister, emek ister, zaman ister. Belli bir süre geçtikten sonra ilâhî nurla nurlanmaya başlar. Edep, hayâ gibi fazîletli davranışlar zuhûr etmeye başladığı gibi; sabır, şükür, tevekkül, merhamet, cömertlik, ahde vefâ gibi ahlâkî fazîletler onu süslemeye başlar. Bu yolculuğun biri ilim, diğeri irfân iki kanadı vardır. İnsan; kemâle giden bu yolcuğunda, her gün yeni bir bilgi yeni bir edep ile nefsini tezkiye ve tezyîn eder.

 

İşte Allâh’ın yeryüzündeki halîfesi olan mükerrem insan, ilim-amel-ihlâs bütünlüğü içinde olgun davranışlar sergiler.

 

İnsanın bu kemâliyet yolculuğunun köşe taşları vardır. Bunlar: Îman, İslâm ve İhsandır.

 

Aşk ile yaşanan bir îman

 

Îman, bizim dünyada var oluşumuzun mânâsıdır. Mü’min, aşk ile îmânı yaşarsa, îmânın tadını alır. Allah ve Rasûlü’nü cân u gönülden severse, îmânın zevkine erebilir. Îman, insanın kemâle doğru olan yolculuğunun en temel merhalesidir.

 

Mü’min; îmânın ne kadar büyük bir nimet olduğunu fark etmeli, îmansızlığı ateşe atılmak gibi görmelidir. 

 

Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh-’ten rivâyet edildiğine göre Nebiyy-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

 

“Üç şey vardır ki; bunlar kimde bulunursa, o halâvet-i îmânı tatmış yani îmânın tadını almış olur:

 

1. Allah ve Rasûlü kendisine, bunların dışındaki her şeyden daha sevimli olan kişi;

 

2. Sevdiği bir kulu sadece Allah -azze ve celle- için seven kişi;

 

3. Allah Teâlâ kendisini küfürden kurtardıktan sonra, tekrar küfre dönmeyi ateşe atılmak kadar çirkin ve kerih gören kişi.” (Buhârî, Îmân, 14)

 

Bu bakımdan mü’min aşk ile îmânı yaşamalı, Allah ve Rasûlü’ne gönülden bağlanmalıdır. İşte o zaman mü’min, îmânın tadını alır. Hiç şüphesiz aşk ile yaşanan bir îmânın, mü’minin gönül dünyasında tesiri olduğu gibi davranışlarının kemâliyeti bakımından da tesiri vardır.

 

Her Dâim Kulluk / Şuurla Yaşanan İslâm 

 

Mü’min; Kur’ân ve Sünnet yolundan gitmeye çalışmalı, sünneti de hayatının kılavuzu hâline getirmelidir. Şunu hatırdan çıkarmamalıdır ki; 

 

“Kim Allâh’a ve Peygamber’e itaat ederse işte onlar, Allâh’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîklar, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdirler; bunlar ne güzel arkadaşlardır!” (en-Nisâ, 4/69)

 

Mükerrem insan, ibâdetleri şuurlu bir şekilde ve sırrınca yapmaya çalışır. Muhammed Pârisâ Hazretleri Türkçeye Tevhîde Giriş diye tercüme edilen kıymetli eserinde şöyle der:

 

“Namaz, sırrı sözsüz söylemektir. Zâhir bâtın Hak’la meşgul olmaktır. 

 

Oruç; meleklere benzemeye çalışmak, rûhâniyyeti cismâniyyete galip kılmaktır. 

 

Zekât; Allah sevgisinin burhânıdır, gönlü mâsivâ alâkalarından temizlemektir. 

 

Hac, âhiret yolculuğuna benzer şekilde Hakk’a sefer etmektir. Zâhirde maksat Beytullâh’a varmaktır. Fakat bâtında maksat, beytin sahibidir. Hac, Müslümanlık hâlinin kemâlidir. Namaz, oruç ve hac, vücut nimetinin şükrüdür. Zekât, mal nimetinin şükrüdür.”

 

Kemal yolculuğunda olan mü’min; yaptığı ibâdeti şuurlu yapmalı, günlük yaşantısında muâmelâtı düzgün olmalıdır.

 

İrfânî Boyut: İhsan / İhsân Üzere Yaşamak

 

İhsan, Allâh’ı görüyormuş gibi yaşamaktır. İhsan; yaptığı işi iyi yapmak, güzel yapmak mânâlarına da gelir. Onun için mü’min; güzel amel işler, yaptığı işi de güzel yapar. Zira Allah güzel muamelede bulunanları sever. Âyet-i kerîmede şöyle buyurulur:

 

“Bu yüzden Allah onlara dünya nimetini de âhiret nimetini de fazlasıyla verdi. Allah işlerini iyi yapanları sever. (Âl-i İmrân, 3/148)

 

Hazret-i Âişe Vâlidemiz’in naklettiğine göre;

 

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir iş yaptığı zaman sağlam yapardı.” (Müslim, Müsafirîn, 141)

 

Bir namaz kıldığı zaman da onu tam kılar ve ona devam ederdi.” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, VI, 40)

 

Sevgili Peygamberimiz’in daha peygamberlik gelmezden önce başkaları tarafından da ikrâr edilen vasfı, güvenilir olmaktı. O, insanlar arasında; «Güvenilir Muhammed» diye tanınmıştı. Öyleyse; O’nun yolundan gitmeye çalışan mü’minler olarak bizler de bulunduğumuz ortamlarda, içinde yaşadığımız cemiyette; «Güvenilir Ahmet, Mehmet; Güvenilir Ayşe, Fatma» olmak durumundayız.

 

Çoğu zaman dîni sadece ibâdetlerden müteşekkil zannederiz. Hâlbuki doğru sözlü olmak, yalan söylememek, adâlet sahibi olmak gibi esaslar da dînin ana temellerindendir. Kâmil insan, doğru sözlü olur. Mü’min adâlet sahibidir.

 

İhsânın bir yansıması da edeptir. Edep aynı zamanda insanın süsüdür. Nitekim şair şöyle demiştir:

 

Edep bir tâc imiş nûr-i Hudâ’dan,

Giy o tâcı emîn ol her belâdan.

 

İhsan dînin rûhudur. Onun için şeklen insan olmak yetmez, rûhen de insan olmalıyız. Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri şöyle buyurur:

 

Şeklin insân eyledi,

Ehl-i îmân eyledi,

Bunca ihsân eyledi;

İhsânı bilmek gerek.

 

Îman, İslâm ve ihsan; bu üç esas, insân-ı kâmil olma yolunda üç müessir unsur olduğu gibi, İslâm medeniyetinin de temelini oluşturan temel dinamiklerdir. Bir başka ifade ile bu üç unsur; ferdî tekâmülün esasları olduğu gibi, İslâm medeniyetinin, erdemli toplumun da üç temel unsurudur.

 

Velhâsıl mükerrem insan; aşk ve şevk ile îmân eder, büyük bir teslîmiyet ve tevekkül içinde Allah ve Rasûlü’ne itaat eder. Mükerrem insan, yakînî bir imân edip dâimî bir kulluk içerisinde olur. İhsan kıvâmında bir hayat yaşayıp yaptığı işi güzel ve sağlam yapar. 

 

Mükerrem insan, aynı zamanda kalb-i selîm sahibidir. Mükerrem insan, ilim ve irfan sahibidir. 

 

Mükerremlik vasfı, insanın fıtratındaki aslî özdür, cevherdir. Hakikatte mükerrem insan, yaratılış gayesine uygun davranış sergiler.

 

Îman, İslâm ve ihsân ile donanan mükerrem insanın vasıflarını Ramazanoğlu Mahmud Sâmi Hazretleri; “Bazı çiftçilerin, ihtiyarlaşmış, zayıflamış öküzünü artık bir iş göremez diye kırlara; «Hoo!» diyerek bırakması gibi, sizler de öyle bırakıldınız mı sanırsınız?” sorusunu sorarak şöyle tavsif eder:

 

•«Mükerrem insan» bütün hayatının hesabını bir gün Allâh’a vereceğini hiç aklından çıkarmaz. Ve büyük hesaba çekilmeden, kendi nefsini hesaba çeker. 

 

•Mes’ûliyet hissi ve ümitle korku arasında olmak duygusu daima fikrini sarar. Bir an bile gaflete düşmemeye nefse ve şeytana uymamaya gayret eder.

 

•Gözlerini hakikati görmek için, kulaklarını doğruyu işitmek için, aklını doğruyu bulmak için kullanır.

 

«Mükerrem insan», yeryüzünün yüz akıdır. Eşref-i mahlûktur. İslâm’ın mümessilidir. Rahmete me’murdur. Her insanın, her şeyin iyiliğini düşünür. O, kötülere ve kötülüğünden dolayı derde düşmüşlere de duâcıdır. Âlemin hayrını isteyen bir karaktere sahiptir.

 

«Mükerrem insan»; İslâmî bilgisini artırır, hakkı bâtıldan temyiz melekesini kuvvetlendirir. Zekâsı, irfânı daima doğruyu ve hayrı seçer.

 

«Mükerrem insan»; Hak yolunda yürür, hataya düşmez, kendi fıtratını anlar, tabiî kanunların îcaplarına uyar, hakikatleri idrâk eder. Durumlara firâsetle âgâh olur.

 

•Ahlâk bakımından «Mükerrem insan» daima ihlâs ve takvâ, samimiyet ve hakikat aşkı ile Allâh’ın has kulu olarak vazife görür ve O’nun emirlerine uyar, rızâsını gözetir.

 

•Nefsi tezkiye, insana farzdır. (Dolayısıyla «Mükerrem insan», nefsini tezkiye etmeye çalışır.)

 

•Açlıkta kalp safâsı, hâfıza kuvveti; toklukta, ahmaklık, unutkanlık olur. (Dolayısıyla «Mükerrem insan» az yer, az konuşur, az uyur.) Onun için kâmil insanın sözleri hikmet ve esrâr, amelleri sâlihtir. 

 

Rabbimiz, cümlemize aşkla yaşanan bir îman; şuurla yaşanan bir İslâm; edep ve irfanla yoğrulmuş bir ihsan lutfesin inşâallah.

 

Rabbimiz, cümlemizi mükerrem insan olma şerefine nâil kılsın!

 

Âmîn…