MEVLİD-İ NEBÎ ve CAMİLER

Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

 

Efendim bilindiği üzere, kâinâta gelmiş-geçmiş En Güzel ve En Özel vasıfları üzerinde toplamış bulunan, değerine paha biçilemez, Son Peygamber Muhammed Mustafâ -aleyhissalâtü vesselâm-’ın doğumlarının vukû bulduğu Rebîülevvel ayındayız. Bizim için; O’nu yazmak, O’nu hatırlamak ve hatırlatmak çok değerli. Hepinize, bu güzel aydan lâyıkı veçhile, en kâmil istifadeler diliyoruz. 

 

En büyük dileğimiz, insanlığın «O Güzel Peygamber»i tanıması ve O’nu kendine model almasıdır. 

 

Bu ay, buna vesile olsun inşâallah. Yine bu günler, «Din Görevlileri Haftası» bu sebeple, «Peygamberimiz ve Cami-İrşad» konularıyla birleştirerek yazımızı bu minval üzere oluşturacağız nasipse, vira bismillâh;

 

Camiler o beldede, İslâm’ın var olduğunu anlatan kudsî mekânlardır. 

 

Minareler tevhîdin, ezanlar şahâdetin ifadesidir. 

 

Salâlar milleti ayağa kaldıran, dirilten güçlü sadâlardır. 

 

Minberler; ilim, hikmet ve mârifetin sunulduğu, hak ve hakikat kürsüleridir. 

 

Mihraplar, içimizi ve dışımızı istîlâ eden her türlü menfîliğin izâle edildiği yerlerdir.

 

Camiler; içindeki her bir mekânın ayrı özelliği bulunan gönül merkezlerimiz, âdeta can damarlarımızdır. Müslüman insanlar camilerde cem olarak; gönüllerini ihyâ eder, ruhlarını mânevî enerji ile doldururlar. 

 

Camiler; içimizin aydınlandığı, bizimle birlikte meleklerin teşrif ettiği, Allah Teâlâ’nın evleridir. Aynı zamanda camiler; bağımsızlığımızın ve İslâm’ın nişânesi olan ulvî, sükûn merkezleridir. Bu sebeple müslüman camisiz, camiler cemaatsiz düşünülemez. 

 

Camiler, pek çok faydasına binâen hayatımızın içinde olmalıdır.

 

Şanlı ecdat geçmişten bu yana, camileri dünya hayatının dışında tutmamıştır. Şehirlerin tam merkez yerlerine; camiler, medreseler, hanlar, hamamlar, kütüphâneler, ticarethâneler hattâ mezarlıklar inşâ etmişlerdir. Bu camilerin isimleri pek çok şehirde; «Merkez Cami» yahut; «Ulu Cami» olmuştur. Zira İslâm’da şehir medeniyetinin temelinde, camiler vardır. Ne güzel değil mi? 

 

Camiler; İslâm’da iyiliğin, güzelliğin, ahlâkın, dînin, îmânın anlatıldığı âdeta mâneviyat karargâhlarıdır. 

 

Camiler; ilmin ve irfânın konuşulduğu, Kitâb-ı Kerîm’in okunduğu ve okutulduğu kudsî mekânlardır. 

 

Camiler; iyiliğin emredildiği, kötülüğün nehyedildiği yani; «emr-i bi’l-mâruf nehy-i ani’l-münker»in yapıldığı hizmet merkezleridir. Buralarda tebliğ faaliyetleri icrâ edilir, mühim kararlar alınır, halka dînî bilgiler verilir. Dîni anlatmak, ulvî ve şerefli bir vazifedir. 

 

Bu ulvî vazifenin başkumandanı; en büyük tebliğci, Mevlid-i Nebî haftasının şereflisi, En Kâmil İnsan Modeli Hazret-i Muhammed Mustafâ -aleyhissalâtü vesselâm-’dır. 

 

O; insanların câhiliyye bataklığında çirkin günahlara daldığı ve daraldığı bir zamanda ortaya çıkmış bir merhamet elçisidir. O’ndan sonra başka peygamber gelmeyecektir. 

 

O, Hakk’ın Son Elçisi’dir. Nasıl geçmişte Hazret-i Peygamber -aleyhisselâm-; insanların bunaldığı her sıkıntıda, dertlere derman olup, ruhlara ferahlık getirdiyse, bugün de aynı güzellikler ancak ve ancak, O Güzeller Güzeli Peygamber -aleyhisselâm-’ın getirdikleriyle olacaktır. 

 

Çünkü Cenâb-ı Hak; 

 

“Ey Peygamber! 

 

Biz Sen’i gerçeğin bir temsilcisi, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı, herkesi Allâh’ın izniyle O’na çağıran bir davetçi ve nur saçan bir kandil olarak (gönderdik).” (el-Ahzâb, 45-46) buyuruyor. 

 

Ve yine yüce Kur’ân’da; 

 

“Biz Sen’i ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (el-Enbiyâ, 107) fermanı vardır.

 

En büyük tebliğci, O -aleyhissalâtü vesselâm-’dı. O; her dâim hak sözü anlatan, hep Hakk’ı konuşan, Hakk’ın âşığı, hakça davranışlar icrâ eden, şerefli bir hak eriydi. Hak ve hakikatleri anlatırken de; en güzel, en mâkul, herkesin anlayacağı bir lisân-ı leyyin ile tebliğ vazifesini yerine getirdi. 

 

Anlattıklarını yaşayan canlı bir Kur’ân olarak insanların önündeydi. Bu kudsî vazifeyi îfâ ederken, insanların gönüllerine giriyor, yürekleri fethederek yoluna devam ediyordu. 

 

O -aleyhissalâtü vesselâm-, dünyada Hakk’ın aynasıydı. İnsanlar da O’nun aynasında kendilerini seyredebilmek için var güçleriyle çalışıyorlardı. 

 

Gönüllerin Sultanı Peygamber -aleyhisselâm-; gelecek nesillere en kıymetli emânetler olarak, Kur’ân’ı ve sünnetlerini bırakmıştı. İki dünyada mutlu olmak adına, en güvenilir kılavuzlar bunlardı. Müslüman bu değerlerden uzaklaşamazdı. Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-, insanlara Hak davetini anlatmak için çok büyük fedâkârlıklara katlanmıştır. Uzak beldelere kadar İslâm’ı ulaştırabilmek adına, ashâbıyla yoğun ve çok zorlu gayretler sarf etmişlerdir. Neticede o güzîde şahsiyetler başarılı oldular ki, bin dört yüz küsur senedir İslâm devam etmektedir ve kıyâmete kadar da devam edecektir inşâallah.

 

Peygamber -aleyhisselâm- ve sahâbesi bu Hak dâvâyı insanlara anlatırken; camileri, hem farz ibâdetlerin îfâ edildiği hem eğitimin yapıldığı hem de önemli kararların alındığı asıl toplantı merkezleri olarak inşâ ettiler. Onlar çok maksatlı olan bu faaliyetleri icrâ ederken; hiçbir maddî beklenti içinde olmadan, sadece Hak rızâsı için bu kudsî vazifeleri yerine getirdiler. «Artık yorulduk, bu kadar yeter!» demeden; yıldırmalara pes etmeden; mescidlerin, camilerin kapılarını kapatmadan; gece-gündüz demeden; hasbîce, gayet hâlisâne, fedâkârca çalıştılar. Onca imkânsızlıklar içinde kaybolmadılar. Îmanla, ihlâsla her zorluğun üstesinden geldiler. Rabbü’l-Âlemîn de onlara zafer ihsan etti. 

 

Peygamberimiz -aleyhisselâm-; ashâbıyla beraber cami inşâsına çok önem vermiş, cemaatle namaza devam etmiş, müslümanların cemaatle namaz kılmalarının değer ve ehemmiyetini belirtmiştir. Kendisi de son demleri olan vefat ânında dahî, cemaate katılmaya gayret etmiştir. Peygamber -aleyhisselâm-; camileri, ümmeti yetiştirme gayesiyle kullandığı gibi; yeni kurulan «İslâm Devleti»nin yönetim ve askerî hususlardaki en ince detaylarını konuşmak üzere, toplantıların yapıldığı, kararların alındığı bir merkez olarak da kullanıyordu. 

 

Bunların yanı sıra camiler; her çeşit hayır hizmetlerinin icrâ edildiği, öksüz ve yetimlerin himaye edildiği, açların doyurulduğu, ferdî ve içtimâî sosyal problemlerin çözüme kavuştuğu, aile hukukuna dair bilgilendirme ve uygulamaların yapıldığı son derece aktif mekânlardı. 

 

Şimdi bugünün camilerinde de, doğrusu aynı faalliği görmek istiyoruz. Günümüzde camiler, sadece namaz kılmaya tahsis edilen yerler olmamalı. Gerçi üç-beş faaliyet var, ama bunlar asla yeterli değildir. Bizler uzun zamandır bu hususta ızdıraplıyız, dertlerimiz var. 

 

Bilhassa bu din görevlileri haftasında, bunlardan bahsetmeden geçemeyiz.

 

Camilerimiz; genelde, vakit namazları sırasında açılıp, ardından kapatılıyor. Namaz aralarında gelen cemaat için cami dışında küçük bir bölüm ayrılıyor; bu iyi oluyor, ama yetmez. Ortalık bu kadar bozuk fikir akımlarıyla kaynıyorken, insanlar inanç bunalımlarıyla oradan oraya yaprak gibi sürüklenirken, her gün artan intihar vakalarına şâhit olurken, neden camilerimiz boş kalsın, kapısı kapatılsın? 

 

Aşınan değerler, kaybolan güzellikler, yitirilen ahlâkî vasıflar hep aranıyor. Çocuklar, gençler bilinmez mecrâlara doğru sürükleniyor. Böylesi bir ahlâkî sefâlet tablosu varken, camiler neden kilitli kardeşlerim? 

 

Ey Diyanet yetkilileri! Siz sadece, vakit namazları kıldırmak ve cuma namazı için mi vazifelisiniz? 

 

O camiler bize göre; bunca ahlâkî savruluş karşısında, tamı tamına yirmi dört saat açık kalmalıdır. 

 

Her ihtiyaçlı, camiye gelmeli. Cami görevlisinin nasihatlerine, ilgisine, bilgisine muhtaç olan pek çok insanımız var. Camiler insan için olmalı, yalnızca namaz kıldırmak için değil. Camilerimiz -hamdolsun- pek çok güzel imkânları içinde barındıran, ferah, aydınlık mekânlar olarak, insanın rûhuna hitap eden mukaddes yerler… 

 

Oralarda neler yapılmaz? 

 

Vazifelileri çalışkan olan camilerde güzel faaliyetler olmuyor değil, ancak bu sayı ne kadar ki?

 

Biz istiyoruz ki; 

 

Nöbetli, vardiyalı, geceli-gündüzlü halkımıza, insanımıza dînî hizmetler verilsin. 

 

Biz istiyoruz ki; 

 

Eskiden meselâ Osmanlı’da olduğu gibi camilerde kitaplar okunsun, ders halkaları teşkil edilsin. 

 

Osmanlı’da üç «şerif» okunurmuş. Bunlar: 

 

Buhârî-i Şerif, 

 

•Şifâ-i Şerif, 

 

•Mesnevî-i Şerif

 

Aynen bunun gibi camiler arı gibi kaynamalı; her yaştan çocuk, genç, orta yaşlı, ihtiyar… her kesime hitap edici; erkek-kadın herkese ayrı ayrı hizmet halkaları oluşturulmalı. 

 

Cami görevlileri yan gelip yatmamalı, başka işleri olmamalı, yan uğraş yapmamalı. Onlar bu işin dertlisi olmalı. 

 

Diyanet de görevlilerini ona göre seçmeli, ihtiyaçları varsa gerekli elemanları almalı. Var olan elemanlarına da her türlü insânî iletişimi, bilgi ve teknolojik donanımı sağlamalı.

 

Kanaatimiz odur ki; camilerin namaz vakitleri hâricinde, böyle boş boş âtıl olarak bekletilmesi çok yönlü israftır. 

 

Fikrî, zihnî, ahlâkî olarak dağılan, savrulan bunca insan varken; rûhî sıkıntılara giren onca insanımız bulunuyorken, Diyanet; camilerini insanların yararına açmaz ise, Hak katında sorumlu olur düşüncesini taşıyoruz. 

 

«Bize bu kadar imkân tanınıyor; gerisi yasak, kanunlara aykırı» gibi sözlere de girilmesin lütfen. 

 

Kardeşim; sen bunun için dertlen biraz, araştırma yap, camileri daha çok insanların rûhî ihtiyaçlarını gidermek için sahaya sür, gerisi gelir. 

 

Hamdolsun, devletimiz bu hususta gerekeni yapıyor ve yapar.

 

Halkımızın içine düştüğü ahlâkî zâfiyetten, rûhî sıkıntıdan, aynı zamanda taklitçilikten kurtulması için Diyanet câmiasına çok vazifeler düşüyor. 

 

Zira bilindiği üzere; 

 

Diyanet’in imkânları ve kadrosu geniş, dolayısıyla halkımızın dînî hususlarda daha çok şuurlanması için her türlü faaliyeti yapabilecek konumdadır. Ancak bu husus, bilgiden ziyade şuur meselesidir. «Salla başını, al maaşını» mantığıyla bu iş yürümez. Şimdiye kadar yürümediği ortada! Halkımız camilere bilhassa cuma günleri büyük kalabalıklar hâlinde geliyor ve aynen geldiği gibi çıkıyor. Camide dinlenenler, anlatılanlar; insanlara sanki ninni gibi, masal gibi geliyor. Onların ruh dünyalarında güzel ve hoş gelişmeler olması beklenir ama nâfile! 

 

Niye böyle peki?

 

El-cevap: Bu iş aylıklı, maaşla yapılacak bir iş değildir. Bu iş, gönül işidir. Bunu söylerken; maaş alınmasın, demiyoruz. Onlar da evlerini geçindirecekler, elbette alınsın. 

 

Ancak bizim demek istediğimiz şudur: 

 

Din görevlisi kardeşimiz; dînini en güzel tarzda önce kendisi yaşayıp sonra da en sahici, en samimî bir şekilde ihlâsla halkımıza dînî vecîbeleri anlatma derdinde olmalıdır. Vazifeliler bu işe gönül koymalı, bu işin âdeta delisi olmalıdır

 

«Ne yapabilirim de, bu insanları din adına kazanabilirim?» diye sabahlara kadar sancı çekmeli… Yoksa biz görüyoruz… Müezzin efendi koşa koşa camiye geliyor, ezanı okuyor, hemen koşa koşa geri işine-gücüne dönüyor. İmam efendi de aynı. (Elbette hepsini katmak istemiyoruz, ama bir kısmı böyle maalesef…) Namazı kıldırıyor, tamam. Sonrasında bakıyorsun, jet hızıyla gitmiş; «Demin buradaydı, nereye kayboldu bu adam?» diyesiniz geliyor. 

 

Durum böyle olunca, ne yazık ki, istenen verim alınamıyor! 

 

Hani denir ya; 

 

«Bu iş atanmışlarla değil, adanmışlarla yapılır.» 

 

Ne doğru bir tespit!

 

Bazı camilerde haftada bir-iki vaaz oluyor. Vaizler avaz avaz bağıra çağıra; «Haramdır, yasaktır, günahtır…» diyerek anlatıyorlar. Peygamber -aleyhisselâm- böyle mi yapıyordu? 

 

Nerede «kavl-i leyyin?» 

 

Din görevlilerinin halkın gönlüne girmek gibi bir hedefleri yok. 

 

Ayrıca; insanı, geldiğine geleceğine bin pişman ediyorlar. Cemaat vaazı dinlerken azar işitmemek için camiye erken gelmiyor, son dakikada geliyor. Yine aynı cemaat tesbihâtı bile beklemeden derhâl çıkıp gidiyor. 

 

Bu durum cami görevlilerinin hiç gücüne gitmiyor mu? 

 

«Bu insanları camiye nasıl isteye isteye, seve seve getirtebiliriz?» endişesi taşımıyorlar mı? Eğer böyle bir dertleri yoksa tabiî yaptıkları o kudsî «emr-i bi’l-mâruf ve nehy-i ani’l-münker: Hakkı anlatma, yani iyiliği emredip, kötülükten nehy etme» vazifesi, sadece maaş için yapılmış oluyor. 

 

Bu sebeple, îfâ edilen bu güzîde vazife, gayesine ulaşamıyor. Yaptığın işin dertlisi olacaksın, gönül ve yürek koyacaksın, emek sarf edeceksin, yetmedi duâ duâ yalvaracaksın ki, o işten netice çıksın… 

 

Ahlâksızlık akan sokaklara baktığımızda, âdeta yüreğimiz ağlıyor, her türlü çirkinlik tıpkı Avrupa’daki gibi serbest. «Bu ne serbestlik?» diye uyaramıyorsunuz da, zira lince uğrarsınız. Bugünün yaşlıları dahî; «Gençlere ne karışıyorsunuz?» sözleriyle, utanmazlık seviyesinde umursamazlık sergiliyorlar. 

 

Bunlar acınası hâller… 

 

Çocuklarımız, gençlerimiz, insanlarımız ahlâksızlık furyası içinde kayboluyor, savruluyorlar. Haydi Millî Eğitim kadroları pek değerli (!) kanunların izindeler. Peki siz İslâm’ın anlatıcıları, vaaz hocaları, imamlar! Sizin hiç mi yüreğiniz titremiyor, size de mi bu ahlâksızlıklar normal geliyor? Haftada bir-iki kere verilen vaazlar, belli ki insanları düzeltmeye yetmiyor. O hâlde çalışmalar artmalı.

 

Din görevlileri bir araya gelerek; 

 

«Arkadaşlar! İnsanımızı kaybediyoruz. Diyanet olarak daha çok çalışmalıyız. Elimizdeki imkânları daha iyi ve akıllıca kullanmamız ve bize tanınan fırsatları, en ufak ayrıntısına kadar değerlendirmemiz lâzım. 

 

Bunun için neler yapılabilir?» diyerek kayda değer çalışmalar yapmalıdır, fikrindeyiz. 

 

Maaş bazlı çalışılmamalı. 

 

Diyanet çalışanlarıyla bu konularda istişâreler ederek; 

 

«Halkımıza dînî değerleri, en kâmil bir şekilde aktarma hususunda, nasıl daha verimli hizmet verebiliriz? Onları bu sahaya nasıl çekebiliriz?» diyerek, kafa yormak îcap ediyor. Diyanet kadroları bu konunun dertlisi olmalı. Dert olmazsa her gün her gün ezanını okur, namazını kıldırır, çekip gidersin. Din hizmeti bu mu?

 

Tabiî biz bu problemlerin faturasını sadece din görevlilerine yüklemiyoruz, ama onlar halkın dînî değerleri muhafazasında en tesirli vazifeyi icrâ etmekteler. Kim ne derse desin! Halkımızın dînî hassâsiyetlerinin daha fazla telef olmaması için; âcil ve hızlı tedbir çalışmaları yapılması gerekir. İnsanlar ve aileler ahlâkî yönden, en berbat sapkınlıkların kucağına düşmüş durumdalar. Elin oğlu, o sapkınlıklar (LBGT+&) için cesurca müslüman memleketinde salyangoz satma sevdasından vazgeçmiyor da, bizim elimiz niye armut toplasın? 

 

Diyanetin şu insanın içine huzur veren camileri, her türlü çalışmaya açık olmalı. 

 

Günde beş vakit namazların arkasından; tefsir, siyer, hadis, ilmihâl (fıkıh), Kur’ân (bu zaten yapılıyor), güncel soru ve cevaplar ile -şöyle bir saat- her gün böylesi çalışmalar yapılmalıdır

 

«Zaten yapılıyor!» demeyin. 

 

Haftada bir-iki kere yapılan vaazların ihtiyacı karşılamadığı ortada.

 

Fakat biz bekliyoruz ki; -toplum genelinde- yıllardır kimsesiz, öksüz ve boş bırakılan camilerimize gelen cemaat çoğalsın, camilerde insanları, bilhassa da gençleri irşad çalışmaları gerçekleştirilsin. 

 

Gençler arasında «ateizm, satanizm ve son günlerde iyice artan deizm» sapkınlıkları yaygınlaştı. 

 

Diliyor ve istiyoruz ki; camilerde engin, aydın, geniş bilgi donanımına sahip vazifeliler tarafından yapılacak fikir aydınlatmalarıyla, gençlerdeki bu sapkınlıklar bitirilsin, izâle edilsin. 

 

Genç; rûhu zenginleştiren, gönle huzur veren caminin mânevî atmosferi ile hemhâl olsun. Zihnindeki bütün menfî fikirlerden arınsın, İslâm’ın güzellikleriyle tanışsın. Gençler; koşarak, isteyerek, büyük bir aşk ve şevk ile camiye gelsin. Camiler; ilim, irfan, mâneviyat yuvaları olsun. Camilerimizde halka ve gençlere açık; «tefsir, siyer, hadis okumaları» yapılsın. 

 

Camilerin kapısı asla kapalı kalmasın. Camilerimiz her dâim problemi olan, sorusu bulunanın gelebileceği nezih zeminler olsun. 

 

İmamlar, hoca efendiler canla başla bu vazifelerini îfâ etsinler. Biz bunu istiyoruz… 

 

Din görevlileri; bu konuda modern hayatın getirdiği her türlü teknolojik kazanımlardan faydalanarak, yepyeni çalışmalar gerçekleştirmeliler. 

 

İnsan rûhu boşluk kabul etmez. 

 

Bu hususta bütün müesseseler özellikle Diyanet; bahsedilen alandaki boşluğu giderici, olumlu, iç ferahlatıcı faaliyetlere yönelmeli değil mi? Bunun vakti çoktan geldi de geçiyor. 

 

Ancak tabiî bu önemli irşad vazifesi için önce her hususta ehil donanıma ve kâmil bir ahlâka sahip din görevlilerinin olması elzemdir. Bu çalışma en kısa zamanda yapılmalı ve halka inilmelidir vesselâm.

 

Camilerimiz harıl harıl insanlarımızı ahlâksızlık furyasından kurtarıcı, klâsiğin dışında yeni hizmet çalışmaları geliştirmeli. 

 

Hamdolsun istikameti doğru cemaatlerin ihlâslı çalışmalarıyla camilerimize namaza gelen epeyce genç var. 

 

Onlarla neler yapılmaz? 

 

Kimseyi zorlamadan camilerde böylesi bir hizmet için, tıpkı okullar gibi çalışmalar yapılmalıdır. Bunu Diyanet yetkililerine teklif ediyoruz. 

 

Hak rızâsı için bu işe kafa yorun, gönül koyun! 

 

Camileri ve görevlilerinizi daha çok çalıştırın, onları camide tutun, halka hizmet versinler. İnsanlar sadece camilerin güzelliğini seyretmeye gelmesinler. 

 

Mü’minler camide alacakları derse ellerinde kâğıt-kalemle gelsinler ve notlar alsınlar. 

 

•Kur’ân’ın kendilerine neler dediğini merak edip, hocalardan tefsir dinlemeye koşsunlar. 

 

•Peygamberimiz’in hayatını, ehil ağızlardan dinlesinler. 

 

Meselâ 40 dakika siyer dersi yapılıp, arkasından 10 dakika hadis verilse; hattâ günün hadîsi diye ezberlense, ne güzel olur! 

 

Böyle hadis çalışmaları, bazı camilerde; ucundan, kıyısından, çalışkan görevliler tarafından yapılıyor belki, ama bu, devede kulak bile değil. Sistemli bir şekilde bütün camilerimiz bu işlere tahsis edilmeli. 

 

Bunca sapkınlıklar etrafta ayyûka çıkmışken; nedir bu tembellik, korkaklık, ürkeklik… 

 

İnsanımız ciddî mânâda elden gidiyor. 

 

Hâl böyleyken camiler süs mekânları gibi tutulamaz. 

 

Camilerimiz, halkı dînî yönden şuurlandırma merkezleri olmalıdır. Her camide, her gün, günde beş vakit namaz arkasından; yetkili ve etkili vazifeliler tarafından verilen, halka açık, bahsettiğimiz türden din dersleri olmalıdır.

 

Müslüman kardeşlerimiz, camilerimizde; ehil eller tarafından abdest, namaz, gusül, zekât ve diğer davranış bilgilerini doğru kaynaklardan öğrenmeliler. 

 

Yaşı 60’ı geçmiş insanlar, daha gusül abdestinin nasıl alındığını bilmiyor. 

 

Güncel konular ilgililere sorulup, rahatlıkla cevaplar alınarak halk şuurlanmalıdır. 

 

Sadece fetvâ nöbetleri yetmez. 

 

Kulaktan dolma bilgi kırıntılarıyla, ahlâkî bozukluğun had safhada olduğu bir zamanda, insanımızın kendini muhafazası gerçekten zordur. 

 

Elbette; 

 

Bu bilgiler, Diyanet’in seçtiği sahih kaynaklardan verilmeli. Her sorumlu kafasına göre değil tabiî, vazifeler istikamet üzere yürütülmeli. Vazifeliler; zümre toplantıları ve hizmet içi seminerleriyle eğitilmeli? 

 

İnsan iletişimi, kalp kazanma incelikleriyle ilgili donanımlar olmalı. 

 

Evet, neden bunlar yapılmıyor? Halk ahlâksızlık girdabında bocalarken, hocalarımızın vicdanı sızlamıyor mu? 

 

Diyanet yetkililerinden âcilen; «hizmette yarış kampanyası» gibi bu istikamette şuurlu çalışmalar icrâ etmesini bekliyoruz.