Mesnevî’den Beyitler -31- BANA SENİ GEREK SENİ!..

Z. Özlem ABAY o.abay@hotmail.com

 

“Âşıkta aşkın elemine tahammül yoksa / O, kanatsız bir kuş hâline gelir.”

 

Herkes tarafından bilinen bir gerçek vardır ki; kim aşk-ı mecâzî ile tutuşursa, meyli o yöne olur. Gece-gündüz aklında sevdiği, baktığı her yerde cemâli vardır. Âlemin her zerresi sevdiğini hatırlatır. Kısaca bütün kâinat, sevgiliden ibaret olur. Hattâ öyle bir noktaya gelir ki kendini sevgiliden ayırt edemez. Mecnûn’un dilinden Leylâ’ya hitabında olduğu gibi;

 

Gel sen sen isen, neyim men-i zâr.

 

Sûrete olan aşk, insanı bu hâle getirirse; bütün mevcûdâtın yaratıcısı olan Allâh’a olan aşk, insanı kim bilir ne hâle getirir! İnsana yaratılıştan verilen aşk duygusu, fânî sûretten hakikî aşka yani Allâh’a meyletmezse; rûhu kemalât yolunda kanatsız kuşlar gibi kalır ve uçamaz. Fânî sûrette takılı kalır, mâneviyat yolunda ilerleme olmaz, ulvî âlemlere yükselemez. Hazret-i Pîr böyle kimselere; 

 

“Vay böyle bir kimsenin hâline!” der ve bir beytinde bunu ifade eder:

 

“Âşıkların, can fedâsıyla olan âşıklığı, güzel bir hevestir. Ey oğul! Aşk kanattır; geri kalanı bâd-ı hevâdır.”

 

Kulun bu dünyada kemâle ermesi için; aşk sadece kelâmda kalmamalı, bir hayat biçimi olmalıdır. O zaman can fedâ etmeye hazır olan âşığın hâli gerçek olur. Allâh’ı sevdiğini söyleyen bir kişinin hayatında ibâdet ve tâatlere yer yoksa söylediği ne kadar gerçek olabilir. Ne kadar can fedâya hazır olabilir. Önemli olan dil ile telâffuz etmek değil, yaşamaktır. Yoksa sadece hevesten ibaret olur.

 

Âşık olan kişi; aşkın zahmetine, elemine, kederine, sabır ve tahammül göstermelidir ki aşkı inandırıcı olsun ve sevgilinin cemâlini görmeye mazhar olsun. Bunun gibi aşk-ı ilâhîde de; kul, belâ ve imtihanlara sabrederse ve bunu ihlâs ile yaparsaHakk’a vâsıl olur. 

 

Âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: 

 

“Allah; mü’minlerden, kendilerine vereceği cennet karşılığında canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar; Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler.” (et-Tevbe, 111) 

 

Aşkın hevâ ve hevesten ibaret olmaması için, niyet çok önemlidir. Eğer gaye Allâh’ın rızâsını kazanmak içinse; o zaman Allah uğrunda maldan, candan ve evlâttan geçmenin bir anlamı vardır. Çünkü kul burada Allâh’a koşmaktadır. Yüzü Allâh’a dönüktür. Dünyayı gerisinde bırakmıştır. Yüklerinden kurtulmuş, aşk bedenine kanat olmuştur. Hakikî menzile uçmaktadır. Aşk kanadı ile uçmayan kimse, dünyaya ve geçici zevklerine bağlanıp kalmıştır. Değil can fedâ etmek, bir gecelik uykusundan bile ferâgat edemez. Uçmak için hafiflemek gerekir. Nefse mahkûm olup şehvetlerinin kölesi olan bir kimse için, bu kolay değildir. Allâh’ın cemâline ve kemâline vâsıl olmak isteyen kulun, ten kafesinden kurtulması gerekir. Dünyaya bağlı kalarak, aşka kanat açmak mümkün değildir. Ayaklarını bağlayan zincirler seni dünyaya çeker ve aşkın rüzgârı seni göklere kanatlandıramaz. Aşkın kanatlandırdığı kullar âyet-i kerîmede şöyle tavsif ediliyor:

 

“Geceleyin yanları yataklardan uzaklaşır, azâbından korkup rahmetini umarak Rablerine yalvarırlar.” (es-Secde, 16)

 

Burada aşka kanat açmanın bir alâmetinin de, seherlerde namaz kılmak ve Rabbin mağfiretini umarak yalvarmak olduğunu görüyoruz. 

 

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kendisine;

 

“–Yâ Rasûlâllah! Bana, cennete girmemi sağlayacak ve beni cehennemden uzaklaştıracak bir amel söyle!” diye talepte bulunan Muâz bin Cebel radıyallâhu anh-’a şöyle buyurmuştur:

 

“–Sana iyiliklerin kapılarını göstereyim mi: Oruç bir kal­kandır, sadaka suyun ateşi söndürdüğü gibi günahı söndürür. Ki­şinin geceleyin namaz kılması da bu iyilik kapılarından biridir.” 

 

Efendimiz bunun ardından Secde Sûresi’nin 16-17. âyetlerini okumuştur. (Tirmizî, Îmân, 8; İbn-i Mâce, Fiten, 12)

 

Mâlik bin Dinar -kuddise sirruhû- der ki:

 

“Dünyanın özü çürüdü, onda bir tat kalmadı; yalnız şu üç şey hariç: 

 

Kardeşlerle karşılaşmak ve onlarla sohbet,

 

Teheccüd namazına kalkmak ve onda doya doya Kur’ân okumak,

 

İçi boş bir ev ve orada Allah Teâlâ’yı zikir.” (Velîler Ansiklopedisi, I, 117-118)

 

Kulun bu hayatta saâdeti bulması, ancak Allah ile beraberliği yaşadığı zaman mümkün olacaktır. Diğer türlü geçici hazlarla geçici mutluluklar yaşayarak ömrünü tüketir. Bu yüzden ilâhî aşka vâsıl olmak isteyen kul için, riyâzat ve mücâhede çok önemlidir. Bu da;

 

Az yemek,

 

Az uyumak,

 

Az konuşmak, 

 

Halktan kalben uzaklaşmak ve 

 

Daimî zikir hâlinde bulunmakla olur.

 

Kul, Hakk’a vâsıl olmak isterse; sadece ilim yeterli olmaz ve kalbi sükûn bulmaz. Bunun için mutlaka amel-i sâlih ve daimî zikir hâlinde bulunmak gerekir ki füyûzat kalbe insin. Diğer türlüsü, tıp kitabı okuyan herkesin ameliyat yapmaya kalkışmasına benzer. Bir eğitim almadan, nasıl muayene ve ameliyat yapılacağını öğrenmeden, ameliyat yapmaya kalkmak sadece hamâkattir. Bunun gibi Hakk’a vâsıl olmak isteyen kulun da mutlaka bu yoldan daha önce geçmiş; yolun imtihan, belâ ve inceliklerini bilen bir mürşid-i kâmile bağlanması gereklidir. Kendi başına yapılan riyâzat, mücâhede ve zikir; Hakk’a vâsıl olmak isterken, belki ayak kaydırıcı bir istidrac olabilir. 

 

Mü’min kulların bu dünyada nihâî hedefleri Hakk’a vâsıl olmak ve rızâsına kavuşmak; «Allah!.. Allah!..» diyerek cânı teslim edip ebedî âleme göçebilmektir. Bunun için de Rabbimiz’e her dâim son nefes selâmeti için duâ etmeliyiz. 

 

Bizi bu âlemde ve öteki âlemde kanatlandıracak aşka kavuşmamız duâ ve niyazı ile yazımıza Yûnus Emre Hazretleri’nin mısraları ile son verelim: 

 

Aşkın aldı benden beni,

Bana Seni gerek Seni!

Ben yanarım dünü günü,

Bana Seni gerek Seni!

 

Ne varlığa sevinirim,

Ne yokluğa yerinirim,

Aşkın ile avunurum;

Bana Seni gerek Seni! 

 

(Yûnus Emre Hazretleri)