KUDÜS FATİHİ

H. Kübra ERGİN hkubraergin571@gmail.com

 

2 Ekim tarihi, İslâm tarihinin en mühim hâdiselerinden birinin yıl dönümüdür. 1187 yılının Ekim ayında Salâhaddin Eyyûbî’nin Kudüs’ü 88 yıllık haçlı işgalinden kurtarması, unutmamamız gereken hâdiselerden biridir. Bilhassa Mescid-i Aksâ’nın düşman çizmeleri altında ezildiği bugünlerde, İslâm dünyasının bu hâdiseyi gerektiği gibi gündemde tutmaması çok acıdır. 

 

Bilindiği gibi peygamberler şehri Kudüs’ün müslümanlar için ehemmiyeti çok büyüktür. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in İsrâ ve Mîrac mûcizelerinin gerçekleştiği Kudüs şehri, ilk defa Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- döneminde fethedilmiş ve o günden 1099 yılına kadar müslümanların elinde kalmıştı. Bu tarihte bölgeyi istîlâ eden haçlı orduları, hem müslümanlara hem yahudilere yönelik günlerce süren katliâmlar gerçekleştirmişler ve bölgede irili ufaklı haçlı devletçikleri kurmuşlardı. Bunlardan biri de Kudüs’te kurulmuş olan Kudüs Haçlı Kontluğu’ydu.

 

İslâm dünyasını yasa boğan bu hâdise, bütün şuurlu müslümanlar gibi Büyük Selçukluların Halep Atabeyi Nûreddin Zengî için de büyük bir üzüntü kaynağıydı. Hattâ Kudüs’ün yeniden fethedilmesi, onun hayatının gayesi olmuştu. Bunun için fethedildiği zaman Mescid-i Aksâ’ya konulmak üzere, sanat değeri yüksek bir ahşap minber yaptırmıştı ve Halep’te yanında tutuyordu. 

 

Musullu Molla Ömer -rahmetullâhi aleyh- adlı bir şeyhe intisâb etmiş olan Nûreddin Zengî, onun dergâhından istifade eden zühd ve takvâ sahibi bir müslümandı. 

 

Salâhaddin Eyyûbî de onun kumandan ve valilerinden biri olarak aynı idealleri taşıyan bir mücâhiddi. 

 

“Kudüs işgal altındayken, ben nasıl gülebilirim?” diyen Salâhaddin Eyyûbî’nin, haçlı işgaline son verip yeniden Kudüs semâlarında ezan okununcaya kadar güldüğü görülmemiştir. 

 

SALÂHADDİN EYYÛBÎ KİMDİR? 

 

Salâhaddin Eyyûbî; İslâm tarihinin yetiştirdiği, insanlığın semâsını süsleyen yıldız şahsiyetlerden biridir. Müslümanların gönüllerinde taht kurup, silinmez izler bırakan Salâhaddin Eyyûbî, önde gelen bir ailenin çocuğu olarak mîlâdî 1138 yılında Tikrit’te doğdu. Ailesinin kökeninin Yemen Araplarına dayandığı, Basra’dan Azerbaycan’a göç eden bu ailenin önce Kürt aşîretleriyle kaynaşıp sonra Türkmenlerle evlilikler yaptığı bilinmektedir. 

 

Babası Necmeddin Eyyûb’un, Selçuklu atabeyi İmâdeddîn Zengî’nin çağrısına uyarak Suriye’ye göçmesinden sonra, Salâhaddin de buranın mânevî atmosferinde yetişti. Babasının vali olarak atandığı Ba‘lebek ve Şam’da büyüyen Salâhaddin, tam bir şehzâde gibi yetiştirildi, iyi bir tahsil aldı. 

 

Askerî eğitimin yanı sıra dînî derslere meraklıydı. Sanatla, ayrıca mantık, felsefe, sosyoloji ve tarih ilimleri ile de meşgul oldu. Bilhassa Şam’daki Dâru’l-Hadis (Hadis Üniversitesi)’nden mezun oldu. Arapça, Farsça, Kürtçe ve Türkçe dillerini biliyordu.

 

Salâhaddin Eyyûbî iyi bir komutan olan amcasının yanında, haçlılara karşı yapılan savaşlara katıldı. Mısır seferlerinde başarı göstererek, iyi bir kumandan ve devlet adamı olarak ön plâna çıktı. 

 

O dönemde Mısır’da, Fâtımî idaresi hüküm sürüyordu. Büyük Selçuklu Devleti’nin en büyük hedeflerinden biri, İslâm âleminde birliği sağlamaktı. 

 

Nûreddin Zengî; müslümanları tek çatı altında toplayabilmek ve yine haçlılara kalıcı darbeler indirebilmek için, Mısır’daki Şiî-Fâtımî Devleti’ne son verilmesi gerektiğini düşünmekteydi. Çünkü Mısır’daki idare; içeride ehl-i sünnet mensuplarına göz açtırmadığı gibi, dış siyasetini de ehl-i sünnet mensubu devlet ve beyliklere zarar vermek üzere kurmuştu. Gerektiğinde bu uğurda haçlılarla iş birliği yapabilmekteydi. 

 

Bu sıralarda I. Haçlı Seferi sonucunda kurulan Kudüs Krallığı, gözünü Mısır’a dikmişti. O dönemin şartları, Mısır’ın haçlılar tarafından ele geçirilmesi noktasında çok tehlikeliydi. Mısır’daki Fâtımîler Devleti’nin iç siyaseti, karışıklıklar içindeydi. 

 

Fâtımî idaresinin veziri Şâver, bir saray darbesi neticesinde rakibine yenilip vezirlikten olunca; gizlice Şam’a, Nûreddin Mahmud Zengî’nin yanına gitti ve ondan yardım istedi. Nûreddin Zengî bu olayı fırsat bilerek İslâm dünyasındaki iki başlılık problemini halledip müslümanları yeniden tek çatı altında birleştirmeye karar verdi. Salâhaddin Eyyûbî’nin amcası Şîrkûh’u kumandan olarak bölgeye gönderdi. 

 

İSLÂM BİRLİĞİNİ SAĞLADI 

 

Salâhaddin Eyyûbî bu sırada idarecilikten ziyade, dînî ilimler ve tasavvufla ilgilenmek istiyordu. Ancak kaderi onu vazife başına çağırıyordu. 

 

Fâtımî idaresi, Selçuklu Sultanı’ndan çekinerek bölgeye gönderilmiş olan Şîrkûh’u vezirliğe kabul etti ve böylece Şîrkûh hem Fâtımîlerin hem Selçukluların tayin ettiği bir devlet adamı olarak göreve başladı. Amcası Şîrkûh’un ölümünün ardından aynı göreve Salâhaddin Eyyûbî tayin edildi. Bu dönemde nâib sıfatıyla, Mısır’ı müstakil bir hükümdar gibi yönetmeye başladı. 

 

Haçlılar Mısır’ı ele geçirmek üzere Avrupa’dan ve Bizans’tan takviye kuvvet istediler. Salâhaddin Eyyûbî ise, haçlılara karşı Selçuklulardan yardım istedi ve Mısır’a saldıran haçlıları geri çekilmeye mecbur bıraktı. 

 

Fâtımî halîfesi ölünce idareyi tamamen eline alan Salâhaddin Eyyûbî; tekrar harekete geçip, İskenderiye’ye çıkarma yapan haçlı ordularına karşı büyük zafer kazandı. Mısır’daki hâkimiyetini güçlendiren Salâhaddin, orduyu yeniden teşkilâtlandırdı; sünnî medreseler ve müesseseler kurdu. 

 

Tarih 1171 yılını gösterdiğinde ise Nûreddin Zengî’nin emri ile Fâtımî hilâfetine son vererek İslâm birliğini sağladı. Salâhaddîn’in haçlılara karşı başlattığı cihad hareketi, bölgedeki bütün müslüman halkların onun etrafında birleşmesine yardımcı oluyordu. 

 

Bağdat’taki Abbâsî halîfeliğine bağlılığını ilân eden Salâhaddin Eyyûbî, Mısır’ın tek yöneticisi durumuna geldi. Böylece İslâm dünyasındaki iki başlılık son bulduğu gibi, haçlılara karşı savaşta müslümanlar birliğe kavuşmuş oldu.

 

Bu sırada Selçuklu atabeyi vefat etmiş ve Suriye’de iç karışıklıklar başlamıştı. Kudüs’ü ellerinde tutan haçlılar bundan yararlanarak Humus’u kuşatmıştı. Salâhaddin Eyyûbî Humus önlerine geldiği sırada, haçlılar şehri ele geçirmişti. 

 

Salâhaddin, sağlığı boyunca Selçuklu atabeyi Nûreddin Mahmud Zengî’ye bağlı kaldı. Vefat etmesi üzerine dul eşi İsmetüddin Hâtun ile evlenen Salâhaddin Eyyûbî, bölgedeki düzensiz kuvvetleri birleştirerek, disiplin altına aldı ve askerî güç dengesini kendi lehine çevirdi.

 

Onun cihad gayretini gören Abbâsî Halîfesi, 1175’te saltanatını tasdik etti. Bundan sonra Salâhaddin, halk arasına yayılmak istenen sapık îtikad ve fırkalarla mücadele ederek ehl-i sünnet akîdesini yerleştirdi. Kuvvetli bir idare kurunca, haçlılara karşı, Filistin Seferi’ne çıktı. Yaptığı askerî harekâtlarla pek çok haçlı reisini esir aldı. Adım adım bölge kalelerini zaptetti. 

 

Salâhaddin Eyyûbî, Orta Doğu’dan haçlıları söküp atmak için, 1180’de büyük bir faaliyet içine girdi. Mısır’dan ve Suriye’den de asker toplamaya başladı. 

 

1186’ya değin Suriye, Kuzey Mezopotamya, Filistin ve Mısır’daki bütün müslüman topraklarını kendi bayrağı altında birleştirmeye çalıştı. Bu arada müslümanların maddî ve mânevî açıdan güçlenmelerine büyük katkı sağladı. Bundan sonra bütün gücüyle, Lâtin haçlı krallıklarına karşı cihâda yöneldi.

 

Haçlılar da büyük bir ordu topladılar. Salâhaddin Eyyûbî, 1187’de Taberiye şehrini fethetti. Hattin’e gelen haçlıları, büyük bir bozguna uğrattı.

 

Nihayet Salâhaddin Eyyûbî, Birinci Haçlı Seferi’nden beri haçlıların işgali altında tutulan Kudüs şehrine doğru yola çıktı. Şehrin muhasarasında mancınık gibi savaş teknolojileri kullandı. Haçlılar, 1187 Ekim’inde teslim olmaya mecbur kaldı.

 

Bu askerî seferler sırasında, yalnızca birkaç hafta içinde 52 şehri fethetti ve 20 Eylül 1187’de Kudüs’ü kuşattı. Mîrac mûcizesinin yıl dönümü olan 2 Ekim 1187 Cuma günü Kudüs fethedildi.

 

Salâhaddin Eyyûbî, Kudüs şehrini teslim alınca; haçlıların yaptığı gibi katliâm yapmadı. Zengin haçlıları kurtuluş akçesiyle serbest bırakıp, fakirlerini affetti. Kudüs’te kalmak isteyenlere de, cizye ödemek şartıyla müsaade etti. Haçlı kral ve ileri gelen reislerinin çoğunu esir aldı. Yıllardan beri müslümanlara çok zulmeden haçlı kumandanlarını cezalandırdı.

 

Kudüs’ün 88 yıl sonra tekrar müslümanların eline geçmesi, İslâm âlemini çok sevindirdi. Fethin ardından Kubbetü’s-Sahra’daki haç indirildi ve 88 yıl okunmayan ezan, yeniden Kudüs semâlarında yankılanmaya başladı.

 

Salâhaddin Eyyûbî, haçlılarca tahrip edilen Mescid-i Aksâ’yı kendi elleriyle süpürdü; gül yağı katılmış sularla yıkadı. Haçlıların tahrip ettiği şehri, yeniden îmar etmeye başladı. Haçlı katliâm ve tahribâtının izlerini silmeye çalıştı. 

 

BÖLGENİN MÂNEVÎ ÎMARINA GİRİŞTİ 

 

Kısa hayatına uzun ve fazîletli faaliyetler sığdırarak insanlığın yüz akı olan Salâhaddin Eyyûbî; her bakımdan fazîlet timsâli olan müstesnâ büyüklerden birisiydi. Yalnızca başarılı bir kumandan değil, aynı zamanda örnek bir devlet adamı olan Salâhaddin Eyyûbî; ilmin ve âlimlerin, sanatın ve sanatkârların koruyucusuydu. Aynı zamanda, düşmanına bile şefkatle davranacak kadar gönül ehliydi.

 

Salâhaddin Eyyûbî Hazretleri; gerek Mısır’da gerek idaresi kendisine nasip olan diğer yerlerde, müslümanların zühdden, ibâdetten uzaklaştıklarına şâhitlik ediyordu. Bölgede zenginler ve üst kademe memurların Ramazan ayında geceleri hıristiyanlarla içki içip, gündüz yemek yediği, zinâ ve diğer günahlara daldığı biliniyordu. 

 

Salâhaddin Eyyûbî bu manzara karşısında, bölgenin yeniden mânevî ihyâsı için babası ve ailesini yanına çağırdı. Halkı içine düştükleri bu hâlden kurtarmak için; Mısır’ı medreselerle donatıp, medreselerin yanı başına da sûfîler için hankâhlar (dergâhlar) inşâ ederek bu yozlaşmaya karşı ilim ve mâneviyat erlerinden oluşan bir yapıyla tedbir aldı. 

 

Salâhaddin Eyyûbî -rahmetullâhi aleyh-; Mısır’dan sonra Şam’ı da medrese ve hankâhlarla donatmış, Kudüs’ü fethettikten sonra Mescid-i Aksâ’nın yanı başındaki Saint Anna Kilisesi’ni medrese yapmış, yanı başındaki patrik evini ise sûfîler için dergâha çevirmişti.

 

Bununla birlikte Salâhaddin Eyyûbî Hazretleri; tasavvuf adına bâtınî sapmalara, tasavvufu karmaşık bir felsefe hâline getirenlere alabildiğine karşıydı, onlar için alabildiğine tavizsizdi. Onun taraf olduğu tasavvuf; toplumu ıslah eden, bâtınîlikten uzak, ehl-i sünnet yolundaki tasavvuftu.

 

Hemen hemen bütün ömrü cihad meydanlarında geçen, Orta Doğu’dan haçlıları söküp atan ve İslâm dünyasının kudretini bütün Avrupa’ya gösteren Mücâhid Sultan, ilk defa gideceği hac yolunda vefat etti. Şam’da vefat ettiğinde, arkasında kabrini yaptıracak bir servet bırakmamıştı. 

 

Allah Zülcelâl şefaatine nâil eylesin. Bu ümmetin başına yeniden Salâhaddinlerin geçmesini ve Mescid-i Aksâ’nın yeniden hürriyetine kavuşmasını nasip eylesin. 

 

Âmîn…