KÜRSÜLER BOŞ KALMASIN!

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

 

Eğitim yılının sonunda ve yenisinin başlangıcında her zaman yaşadığımız bir hâdise var:

 

Okullar; mezunlarının hangi üniversitelere yerleştiklerine dair istatistikler, rakamlar ve listeler neşrediyorlar. Bu, aynı zamanda okullarının meziyetlerini ifadeye yarıyor. 

 

İmam hatip liseleri de böyle listeler yayınladılar. 

 

İlâhiyat hocaları, idarecileri ve İslâmî mevzularda yazıp çizen insanlardan oluşan internet gruplarında bu listeler değerlendirildi. 

 

İmam hatip liselerinin, bilhassa mâruf, meşhur, yüksek puanlarla talebe alan güzîde mekteplerimizin mezunlarının tercihlerinin, ilâhiyattan uzaklaştığından endişe ediliyor. 

 

Her ne kadar kanuna karşı hile şeklinde meslek okulu olarak kurulmuşsa da, imam hatip liselerinin, esasen dînî eğitimi de barındıran bir ortaöğretim müessesesi ihtiyacını karşıladığı mâlûm. Yani bütün mezunlarının illâ imam veya hatip olması beklenmiyor. Lâkin bütün canlılar gibi, müesseselerin de bir nesil endişesi olmalı. Önce kendi hayatiyetini sürdürmeyi hedeflemeli değil mi? 

 

İlâhiyat tercihlerinin bile azaldığından bahsediyoruz. 

 

Yazımızda çerçeveyi biraz daha genişletelim: 

 

İlâhiyat tahsilinin, ekseriyâ ya Diyanet teşkilâtındaki vazifelere ya Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi öğretmenliği kadrolarına götüreceğini tahmin edebiliriz. Fakat birçok mezunun alan içi STK’lar ve alan dışı siyâsî, ticârî ve benzeri faaliyetlere yöneldiğini de biliyoruz. 

 

Hâlbuki; 

 

İmam hatip liselerimizin, talebelerini yönlendirebilecekleri, çok daha geniş bir ihtiyaç var: 

 

Her sahada öğretmenler yetiştirmek… 

 

Kız imam hatipler için, hanım…

 

Erkek imam hatipler için, erkek… 

 

İmam hatip lisesinin doğduğu vasatın, bir tarih anlayışı var. 

 

Onun tarih öğretmeni de özel yetişmeli. Millî tarih felsefesine sahip olmalı…

 

Onun edebiyat mualliminin mihveri; tevhidler, naatlar ve hilyeler olmalı… 

 

Onun Türk dili öğretmeninin, kelimelerin asâletine dair bir endişesi olmalı…

 

Onun felsefe öğretmeni, felsefeyi artısıyla eksisiyle tahlil edebilmeli… 

 

Onun İngilizce öğretmeni; bu lisânı, bu dilin ana dil olarak konuşulduğu ülkelerin mülevves kültürüne bulaştırmadan, tebliğ şuuru aşılayarak öğretebilmeli…

 

Onun beden öğretmeninin, bize ait çizgileri, sınırları olmalı…

 

Espri değil;

 

İmam hatip lisesinin coğrafya öğretmeni; kıblenin nasıl bulunacağını, ru’yet-i hilâl ve kutuplarda namaz meselelerini bilmeli değil mi?

 

İmam hatipler ilk açıldığında, talebeleri bile bazen hoca seviyesindeydi. Medrese mezunu talebeleri vardı. Bazı hocaları, üniversite hocaları seviyesindeydi. 

 

İleriki yıllarda bu seviyeyi nisbeten de olsa koruyabilmek için, beslemek lâzımdı. Araya bir 28 Şubat inkıtâı da girdi. Demek ki bugün muallimliğe teşvik için fazladan bir destek verilmeli. 

 

“İlmin mânii çoktur.” denilir. Fakat bu mâni çokluğuna mukabil, teşvik bolluğu da lâzım değil mi?.. Hayret edilen husus; bu sahada bir teşvikin, bir plânlamanın bile göze çarpmaması… 

 

İktisâdî sebepler, maaşların mahdutluğu, kiralık ev bulma güçlüğü, talebe seviye ve ahlâkında yaşanan erozyon vb. sebepler, yeni nesilleri öğretmenlik mesleğine karşı soğutabilir. 

 

Fakat bu mesleğin ulvî ve kudsî bir vazife olarak telâkkîsi, nesillerimize mühim bir teşvik unsuru olmalı. 

 

Cihânın en güzîde insan terbiyecisi, Peygamber Efendimiz’in; 

 

“Ben ancak muallim olarak gönderildim.” (İbn-i Mace, Sünnet, 1) buyurması şeref olarak kâfî değil mi? 

 

Yeni birçok İmam hatiplerimizin; teknoloji, müzik, sanat gibi yan uğraşlarla desteklendiğini, zenginleştirildiğini biliyoruz. Bunlar elbette çok güzel. Lâkin, esas gaye kelimenin iştikakında bile olan «imam / önder» oluş ve «hatip / kitleleri yönlendirecek bir hitabet mazhariyeti» değil midir? 

 

İmam Hatip Neslinin Dâvâ ve Şuur Mefkûresi adlı çalışmanın hazırlanışına katkı sağlarken de gördüğüm üzere; bu müesseselerin kuruluş yıllarında, ondan beklenen en büyük gaye, gelecek nesillerin irşâdıydı. İmam hatip marşlarında, şiirlerinde, albüm ve eserlerinde daima bu temennî ve hedefin terennüm edildiği görülebilir. 

 

İmam hatiplerin bu gayeyi tahakkuk ettirme idealinden bir nebze uzaklaşmasında, tabiî ki, umumî olarak dünyevîleşmemizin tesiri var. Geleceğin mesleği diye gösterilen yazılım mühendisliği vs. sahalara; evlâtlar kadar, anne-babalar da düşkün ve hevesli. Hâlbuki, yapay zekânın bazı meslekleri hızla ortadan kaldıracağı konuşuluyor. 

 

Buna karşılık;

 

Salgın döneminde gördük ki, bire bir eğitimin yerini uzaktan eğitim alamıyor. Bakanlığın, hususen son sınıflarda «Açık Lise»ye akışı durdurma çabasını da bu hakikatin bir te’yîdi olarak anlayabiliriz. 

 

Demek ki; 

 

Muallimlik, öğreticilik ve öğretmenlik daima alternatifsiz olarak var olacak. 

 

Hattâ o mesleği de robotlar işgal edecek olsa, bunu biz kendi mahallemize sokmamakla mükellefiz. 

 

Çünkü bizde tâlim ve terbiye, duygu ve hâl intikaliyle gerçekleşir. Makine, âlet-edevat, eğitim malzemesidir. Eğiticinin kendisi değildir. Üstâdın fem-i muhsini, öpülesi eli ve satırları yaşayan sadrı, eğitim için olmazsa olmazdır. 

 

Bilhassa din kültürü dışındaki branşlarda öğretmenin nerede yetişeceği hususunda, muhafazakâr ailelerin kaygılarının olacağı tabiîdir. Burada da son yıllarda artan vakıf üniversitelerine büyük vazife düşüyor. Bir imam hatipli lider sayesinde üniversiteleri yöneten mütedeyyin rektörlere büyük iş düşüyor. Eğitim kadrolarını yetiştirecek «helâl ortam»lar hazırlamalı ve sisteme dâhil etmeliler. 

 

Son cümle olarak:

 

Her şeyiyle ideal İmam hatip şuuruna sahip bir İHL, sadece meslek hocalarının değil, bütün branşlardaki hocalarının yetişmesine emek verebilen, kendi neslinin endişesine sahip bir İHL olacaktır. 

 

Başarabilirsek ne mutlu!..