Mesnevî’den Beyitler -30- EY ZAVALLI ÂŞIK! BAK DA DERECENİ GÖR!

Z. Özlem ABAY o.abay@hotmail.com

 

 

 

 

 

“Her şey mâşuktan ibarettir; âşık ise perde, / Diri olan sadece sevgilidir; âşık ise ölü.”

 

Mâşuktan murad, Cenâb-ı Hak; âşıktan murad ise, cümle mevcûdat ve mevcûdâtın en fazîletlisi olan insandır. Zira Hakk’ın esmâsı, cümle mevcûdatta zâhir olmaktadır. 

 

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-’a;

 

“–Allâh’ı gördün mü?” diye sorduklarında;

 

“–Görmediğim Allâh’a secde etmem.” demiştir.

 

“–Nerede gördün?” diye sorduklarında ise;

 

“–Olmadığı yerin gösterin!” diye cevap vermiştir.

 

Kâinatta tek yaratıcı ve yarattıklarına hayat bahşeden Allah’tır. Tüm kudret ve kuvvet O’na aittir. Hayy ve diri olan yalnız O’dur. Yarattıkları birer gölge hükmündedir. Kâmil mü’minler; Allâh’ın esmâ ve sıfatlarının tecellîsi ile Hak’ta fânî olmuşlar, mevhum varlıklarından kurtulmuşlardır. Bu yüzden, konuştuklarında Hakk’ı anlatırlar. Fiilleri hep Hakk’ın rızâsını kazanmak içindir. Tek arzuları Hakk’ın dostluğunu kazanabilmektir. Gönüller sultanı Mevlânâ Hazretleri öyle bir aşk ve vecd ile yaşamıştır ki; bugün bunu anlatmakta kalemler âciz kalmaktadır. Mesnevî-i şerif Hazret-i Pîr’in aşkını anlatmada bize rehberlik yapmaktadır. Biz de bu rehberlik ile; aşkın peşinde, bir nebze olsun hisse alabilmek için koşuyoruz. 

 

Kim bir güzeli severse; bütün âlem, ona sevdiğini hatırlatır. Gece-gündüz bir elem içinde kıvranır. Sevdiğine vâsıl olabilmek için neyi varsa fedâ etmeye hazırdır. Hazret-i Pîr Mesnevî-i şerifte bize, sevdiğine her şeyini fedâ etmeye hazır Hazret-i Hamza’yı anlatır:

 

“Hazret-i Hamza Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in amcası idi.  Âhir ömürlerinde harbe zırhsız girerler idi. Halk sordu:

 

«–‘Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın!’ (el-Bakara, 195) âyet-i kerîmesini okumadın mı? Neden harbe zırhsız girersin? Sen gençliğinde; güçlü kuvvetli iken, zırhsız harbe girmezdin. Bu ihtiyar hâlinde neden arslanlar gibi öne atılırsın?» 

 

Hazret-i Hamza halka cevap verdi:

 

«–Ben delikanlı iken; bu cihanın terkini, ölüm olarak görürdüm. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in nûru ile kalbim tanıştıktan sonra; Hakk’ın âlem-i melekûta mahsus ordularını, O’nun nûruyla dolu görüyorum. Bendeki bu ölüm vehmi izâle oldu. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- beni bu gaflet uykusundan uyandırdı.»” 

 

Savaşta ölümü tehlike olarak gören kimse; “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın!” (el-Bakara, 195)  emrine dört elle sarılır. Savaşta ölüm kimin için tehlikeli ise, onun kendini tehlikeye atmaması gerekir.  Bu âlemi terk edip yeni bir âleme uyanacağı gerçeğini idrâk edenler ise, Hakk’ın takdiri erişmeden ölmeyeceğini bilir. Çünkü Hâkim-i Mutlak Allah’tır. Hak âşıkları ölümü bir vuslat olarak görürler. Cisim sadece bir perdedir. Bu yüzden kul nasıl bir hayat yaşadı ise ölümü öyle tadar. Hazret-i Pîr bu konuda şöyle der:

 

“Oğul! Herkesin ölümü kendi rengindedir. Düşman olanlara düşman, dost olanlara dosttur.” (Mesnevî-i şerif, beyit: 11101)

 

Ölüm Allâh’a vâsıl olmak, kavuşmaktır. Mü’min için Allâh’a kavuşmaktan daha sevimli bir şey yoktur. Kim Allâh’a kavuşmayı isterse, Allah da ona kavuşmayı ister. Bir hadîs-i şerifte Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurmuştur ki:

 

Hazret-i Enes -radıyallâhu anh- anlatıyor:

 

«Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

 

‘–Kim Allâh’a kavuşmayı isterse, Allah da ona kavuşmayı ister. Kim de Allâh’a kavuşmaktan hoşlanmazsa, Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz.’ buyurunca ben; 

 

‘–Yâ Rasûlâllah! Hiçbirimiz ölmekten hoşlanmayız.’ dedim. Bunun üzerine şöyle buyurdu:

 

‘–Bu, ölümden hoşlanıp hoşlanmama meselesi değildir. (Anlatmak istediğim şudur:) 

 

Mü’min ölüm ânında Allah’tan (af, cennetle ilgili) müjde aldığında, artık onun için Allâh’a kavuşmaktan daha sevimli bir şey olmaz. Onun o andaki iştiyâkına mukabil Allah da ona kavuşmak ister. 

 

Fâcir (günahlara batmış, tövbe etmemiş fâsık) ve kâfir olan kimse; ölüm ânında -biraz sonra karşılaşacağı- kötü durumları gördüğünden ötürü, Allâh’a kavuşmak istemez. Onun bu hoşnutsuzluğuna karşılık Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz.’»” (Mecmau’z-Zevâid, 2/320)

 

Allah ve Rasûlü’nün sevgisi ile dolu gönüller için, ölüm bir son değil başlangıçtır. Çünkü kul, bâkî olan âleme gözünü açmıştır. Artık sevgili ile kavuşma zamanıdır. Rabbimiz âyet-i kerîmede buyurmuştur:

 

“Rabbinizin bağışlamasına ve genişliği göklerle yer kadar olup takvâ sahipleri için hazırlanmış bulunan cennete birbirinizle yarışırcasına koşuşun.” (Âl-i İmrân, 133)

 

Rabbinin mağfiretine kavuşmak isteyen ve cennette Cemâlullâh’ı müşâhede etmek isteyen mü’minler için ne güzel bir yarıştır bu. Ezan okunduğunda camiye yetişmek, cihâda çağrıldığında cihâda koşmak, ihtiyaç sahibinin ihtiyacını gidermek için cömert olmak ve dilini de her dâim istiğfar ile temizleme gayretinde olmak takvâ sahiplerinin özelliklerindendir. Onlarda Allâh’ın esmâsı ve sıfatları zâhir olmuştur. Kalpleri Allâh’ın nûru ile dolmuştur.  Kur’ân-ı Kerim’deki her âyeti kendi kalplerine inmiş gibi okur ve amel ederler. İşte bu mü’minler kendi varlıklarından geçmiş, Allâh’ın boyası ile boyanmışlardır. Allâh’ın nûru ile kalpleri dirilmiş, kendileri Hak’ta fenâ bulmuşlardır. 

 

Âşık; kuldur. Mâşuk ise Rabbimiz’dir. Bu yüzden kulun; kendinde olan kötü hasletlerinden arınarak, Allâh’ın ahlâkı ile ahlâklanması elzemdir.  Kul Rabbine vâsıl olmak isterse, âb-ı hayat feyziyle dirilmelidir. Âb-ı hayat bize Kur’ân-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sünnetleridir. Kemal sahibi Hak dostlarının sohbetleridir. Âşık olduğunu iddia eden kişi, ne ile meşgul olduğuna bakmalıdır. Çünkü her iddia ispat ister.

 

Biz bu hayatta ne ile meşgulüz? 

 

Günümüzü televizyon, sosyal medya, eş-dost muhabbeti ile mi harcıyoruz? Yoksa Rabbim bana Kelâm-ı Kadîm’inde ne buyuruyor, ne emrediyor diye Kur’ân-ı Kerîm’i anlayarak okumaya mı çalışıyoruz? Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hadîs-i şeriflerini öğrenmeye, yaşamaya gayret mi ediyoruz? Sâlihlerin meclislerinde bulunmaya mı uğraşıyoruz? Âcizlerin, miskinlerin, muhtaçların yardımına mı koşuyoruz? Elimizle, dilimizle İslâm’ı anlatmak için gayret mi sarf ediyoruz? Ölümümüzün nasıl olacağını ve Hak katındaki derecemizi mi merak ediyoruz? 

 

Bu sorulara, Hazret-i Pîrin beyti ile cevap verelim ve yazımızı nihayete erdirelim:

 

“Âşığın derecesi sevilene (mâşûka) göredir. / Ey zavallı âşık! Bak da dereceni gör!”           

 

_____________

 

* Mevlânâ Hazretleri (Âriflerin Menkıbeleri, s. 278)