KUŞBAZ

Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com.tr

 

Konsun yine pervazlara

Güvercinler;

«Hû hû»lara karışsın

Âmînler…

Mübârek akşamdır;

Gelin ey Fâtiha’lar, Yâsîn’ler!*

 

 

 

Yağmurlu bir kasım ikindisi, Üsküdar Kaptan Paşa Camii’nin loş bir köşesinde, gaz lâmbası ışığında, üç kişi bağdaş kurmuş ikindi namazını beklerken, bir taraftan da sessizce sohbet ediyorlardı. 

 

Her ne kadar sessiz konuşsalar da sesleri kubbede yankılanıyor, caminin tavanından tabanına her köşesinden fısıltı olarak işitiliyordu:

 

“–Bizim Macıların Recep’in oğlu askere gidecekmiş, haberiniz var mı?”

 

“–Ben de duydum muhtar emmi; durumları pek iyi değil, nasıl yapsak, ne etsek?..”

 

“–Anaları da hastaymış, yanlarında kalıyormuş.”

 

“–Doğrudur imam efendi; bir de üç çocuk, zar zor geçiniyorlar.”

 

Sohbet bu minvalde sürerken; namaz vakti yaklaştıkça, cemaat yavaş yavaş toplanmaya başladı.

 

Ertesi gün yine aynı ekip, aynı saatte, aynı yerde sohbetlerine devam ediyorlardı:

 

“–Haberiniz var mı, Kürüklerin Hasip’in kızı evlenecekmiş, borçları da çokmuş, kızın çeyizini tamamlamaya çalışıyorlar, nasıl yapsak, ne etsek?..”

 

Sonraki günlerde de mahallenin muhtarı, ihtiyar heyetinden Hacı Ahmed Efendi ve imam efendinin bu sohbetleri devam etti.

 

“Haberiniz var mı Şemşitlerin Remzi ameliyat olacakmış, paraya ihtiyaçları varmış, nasıl yapsak, ne etsek?”

 

“–Haberiniz var mı, Uzungillerin Hasan’ın çocuğu çok hastaymış, ilâç paraları çok tutuyormuş, nasıl yapsak, ne etsek?”

 

Onlar böyle mahallenin, cami cemaatinin dertlerini dert ediniyorlardı. Ellerinden geldiğince yardım etmeye çalışsalar da imkânları derde devâ olmaya yetmiyordu. Derken günler birbirini kovaladı. 

 

Bir gün Hacı Ahmed Efendi telâşlı bir şekilde camiye girdi ve muhtar ile imam efendinin yanına ilişerek; 

 

“–Arkadaşlar haberiniz var mı? Birisi Macıların Recep’in evinin kapısına, paket içerisinde bir miktar para bırakmış…” 

 

“–Allah!.. Allah!.. Kim ola ki, kim bırakmış acaba, paraya ihtiyacı olduğunu nerden biliyorlarmış, siz mi söylediniz arkadaşlar?..”

 

“–Yok, biz hiç kimseye bir şey söylemedik, böyle durumlar anlatılmaz, söylenmez biliyorsunuz.”

 

Ertesi gün imam efendi aynı şekilde camiye girdi:

 

“–Arkadaşlar haberiniz var mı? Birisi Kürüklerin Hasip’in kapısına, paket içerisinde bir miktar para bırakmış…”

 

“–Allah Allah!.. Kim ola ki bu esrarengiz kişi?” deyip iyice şaşırdılar.

 

Sonraki gün bu sefer muhtar emmi camiye telâşlı bir şekilde girdi:

 

“–Arkadaşlar o esrarengiz kişi, bu sefer Şemşitlerin Remzi’nin kapısına paket içinde bir miktar para bırakmış…”

 

“–Remzi bana geldi. Kapının tık tıklandığını, kapının önüne çıkıldığında gazete kâğıdına sarılı bir paket gördüklerini, paketi açtıklarında içinde ihtiyaçlarını giderecek kadar para olduğunu…” söyledi. Bir de; “Paketin içinde, paraların yanında, bir kuş tüyü vardı.” dedi.

 

 “–«Muhtar emmi, bir tek senin haberin vardı durumumuzdan. Biliyor musun kim bu hayırsever?» diye sordu, bilmediğimi söyledim.” 

 

“–Arkadaşlar ya aramızdan biri bu durum ile ilgili bir şeyler biliyor ya da bizi gizlice dinleyen biri var.”

 

Sonraki günlerde Uzungillerin Hasanların kapısında ve diğer ihtiyacı olan insanların kapısında da aynı şekilde gazete kâğıdına sarılı bir paket ve içerisinde yeterli miktarda para ve yanında kuş tüyü bulundu. 

 

Durumdan herkes memnun, bir taraftan da esrarengiz yardımseveri merak ederken; 

 

Yardımlar birdenbire kesildi.

 

Bunun üzerine muhtar, Hacı Ahmed Efendi ve imam efendi oturup düşünüp taşındılar:

 

«Her şeyi anladık da, neden yardımlar birden kesildi? Neden paketin içinde kuş tüyü var?

 

Bunu bilse bilse Diyarbekirli kuşbaz Yûsuf Efendi bilir!» deyip hep birlikte Yûsuf Efendi’nin güvercinlerle dolu evine gittiler. 

 

Tabiî, kuş tüyünü de yanlarında götürdüler.

 

Kuşbaz Yûsuf Efendi, nev‘i şahsına münhasır bir adamdı.

 

Kuş tüyünü evirdi çevirdi;

 

“–Bu benim kaybolan güvercinimin tüyü, kuşumu buldunuz mu yoksa? Nereden buldunuz bu tüyü?” dedi.

 

Durumu bir bir ona anlattılar.

 

Kuşbaz Yûsuf Efendi;

 

“–Bu durumları sizden başka kim biliyordu?” dedi.

 

“–Üçümüzden başka kimse bilmiyordu.”

 

“–Peki, nerede sohbet ediyordunuz?”

 

“–Camide.”

 

“–Hadi camiye gidelim o zaman.” 

 

Hep birlikte camiye gidildi.

 

Kuşbaz, camiyi araştırmaya başladı.

 

“–Son zamanlarda camide bir tadilât, bir tamirat yaptınız mı?”

 

İmam Efendi:

 

“–Evet; cemaatten biri gösterdi, kubbenin oradaki camlardan biri kırılmış soğuk geliyor!” deyince camı değiştirdik. 

 

“–Peki, bir merdiven var mı?”

 

Hemen müştemilâttan merdiven getirildi, Kuşbaz Yûsuf Efendi yukarıya çıktı ve değiştirilen camın dibinden küçük bir kuş yuvasıyla aşağı indi, yuvanın içinde güvercin tüyleri vardı.

 

Herkes birbirinin yüzüne bakakaldı, kimse işin içinden çıkamadı. 

 

Onların bu şaşkınlığını görünce Kuşbaz Yûsuf gülümseyerek şu âyet-i kerîmeyi okudu: 

 

“Allah onu (İsa’yı) İsrailoğulları’na bir peygamber olarak gönderecek (ve o da onlara şöyle diyecek)

 

«Şüphesiz ben size Rabbinizden bir mûcize getirdim. Ben çamurdan kuş şeklinde bir şey yapar, ona üflerim. O da Allâh’ın izniyle hemen kuş oluverir. Körü ve alacalıyı iyileştiririm ve Allâh’ın izniyle ölüleri diriltirim. Evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer mü’minler iseniz bunda sizin için elbette bir ibret vardır.” (Âl-i İmrân, 49)

 

“–Benden bu kadar!” dedi ve çekip gitti.      

 

____________

 

* Ârif Nihat ASYA (Naat)