İKİNCİ TUZAK

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

 

Bir asır evvel; «tek dişi kalmış canavar» demişti Âkif… 

 

O diş hâlâ bizi kemirmeye devam ediyor. 

 

Mevcut dünya düzenini uzun ömürlü yapan nedir? 

 

Faşizm ve komünizm gibi hareketler, daha düz ve nisbeten dürüst davrandıkları için fikriyatlarını tatbike koydular ve âkıbetlerini tez elden getirdiler. 

 

Meselâ komünizm dîne açıktan cephe aldı ve yıkıldı. Hâlbuki batıdaki kardeşi, sekülerizm ile dîne komünizmden daha beter zarar verdi. Fakat o bunun faturasını üstlenmedi. 

 

Faşizm, ırkçı ve soykırımcı davranışlarıyla nefreti üzerine çekti ve yıkıldı. Hâlbuki hayattaki ikiz kardeşi liberalizm, soykırımın âlâsını yapsa da, süslüyor, adını değiştiriyor, bazen aktörü değiştiriyor ve hayatta kalıyor. 

 

Ayakta kalmasının bir sebebi de, alternatifli çalışmaları. 

 

•En ağır Siyonizm Amerika’da. Fakat en ağır anti-siyonist kitaplar da bu ülkeden dünyaya yayılıyor… 

 

•En ağır bilimcilik ABD’de… Fakat düz dünyacıların da anavatanı orası… 

 

•Modern tıbbın merkezi de orası, ona şüpheyle yaklaşmanın da… 

 

•Çevreyi katletmek de onlarda, çevreci aktivizmi îcat edip gelişmekte olan ülkelerin başına belâ etmek de… 

 

•Kadını en pespâye şekilde metâlaştırmak da onlarda, feminizm pazarlayıp kadınları geleneklere düşman ettirmek de… 

 

•En katı akılcılık, maddecilik, şüphecilik de orada. En bayağı spiritüalizm ve inanç istismârı da orada… 

 

•Âlemi kaostan devşirilmiş bir atom yığını, insanı evrimle, gayesiz mutasyonlarla evrilmiş bir hücre yığını, bir hayvan olarak gören ateizm de orada… Rüya, duygu, algı vb. zannî şeylere dayanarak insan rûhu üzerinde fikir yürütmeye çalışan psikoloji ve akrabaları da orada… 

 

Tuzakların en can alıcısı, ikincisidir. Yani, bir tuzağı atlatan kişi; tuzaklar bitti zannederek, emniyet hissine kapılırsa, işte o zaman tuzağın tam ortasına düşebilir. 

 

Hak ve hakikatin karşısında kurulan bâtıl tuzaklarında da böyle iki kapılı, iki yapılı sistemler göze çarpıyor. 

 

Maddede bunalan, varlıkta bir mânâ ve gaye arayan, rûha inanan, fiziğin ötesine, metafiziğe kapı aralayan kabiliyetteki kişileri oyalayacak, sistemin dışına düşürmeyecek oyunlar… 

 

•Âlemlerin Rabbi yerine, evrenin rûhu…

 

•Yüce Sanatkâr yerine, tabiat ana…

 

•Zühd ve riyâzat yerine, minimalizm, veganlık veya vejeteryanlık…

 

•Anne-babaya ömür boyu hürmet yerine; anneler günü, babalar günü… 

 

•Yetim bakmak yerine, evlât edinmek…

 

•Ahlâk terbiyesi yerine, değerler eğitimi…1

 

Yazımızda sahte mâneviyat akımlarından birine, daha yakından bakacağız:

 

•İLÂHÎ KADER SIRRI YERİNE KARMA… 

 

Karma, Uzak Doğu dinlerinde, «eden bulur» diye hulâsa edebileceğimiz bir anlayış. Fakat kökü karanlık. Reenkarnasyonla içli dışlı. Kişinin bu dünyadaki kaderi, güya «önceki» dünyaya gelişlerinde yaptığı hatalarının bedeli imiş… 

 

Ehl-i dünya; ülkemizde de maalesef artan şekilde; “Kul hakkından kaçının!” yerine; “Aman karma yaratmaktan kaçının!” gibi sözleri kullanabiliyor.

 

Tehlikeyi görmezseniz; “Neticede, aynı şey!” diyebilirsiniz. Hâlbuki açıklamaya çalışacağımız üzere, zaten en büyük tehlike hak ve bâtılı aynı şey görmek ve göstermek… 

 

Hakikat iki türlüdür:

 

Mutlak ve İzâfî… 

 

Âhiretin varlığı, Allâh’ın birliği, Peygamberimiz’in vahye mazhar oluşu ve son peygamber olması, namazın farziyeti, ribânın haramlığı… Bu gibi inanılması zarûrî maddeler, mutlak hakikattir. 

 

İzâfî hakikat; daha ziyade, muhtelefün fîh dediğimiz, hakkında mezhep âlimlerinin vs. de ihtilâf ettiği teferruat kabîlinden şeylerdir.2 

 

Mutlak hakikat sahasında; “Bu da doğru olabilir.” gibi şeyler söylemek asla kabul edilmez. «Ya hep ya hiç» kaidesine tâbî olan îmânın makbuliyetini yok eder. 

 

Aile karması dedikleri ise, İslâm’ın bir başka prensibiyle çelişiyor: 

 

Kimse bir başkasının yükünü çekmez. 

 

Ama aile karmasına göre; siz, amcanızın veya nenenizin bir suçunu taşıyor olabilirmişsiniz. Onu çözmeliymişsiniz vs. 

 

Hâlbuki İslâmî yaklaşım; böyle bir irtibat tesadüfen kurulsa bile, kişinin kendi kaderini, Allâh’ın kendisi için yazdığı bir kader olarak görmesidir. 

 

Evet; «haram para yemek, bedduâ almak, bir başkasını nefsânî olarak kınamak» gibi menfî şeyler, hayatlarda ve nesillerde bazı imtihanlarla karşılaşılmasına sebebiyet verebilir. Ama bu, alt soy için bir ceza değildir. O kişi, yine kendi kaderini yaşar. 

 

Tabiî ki bundan ibret alır. Meselâ; 

 

“Demek ki dedemizin haramdan kazandığı paralar haydan gelip huya gitti. Biz helâlden şaşmayalım!” diyebilir… 

 

Bizim kelimelerimiz, bizim mefhumlarımız kul hakkından sakınmak olmalıdır. Bundan asıl uzak durmamızı sağlayacak duygu ve düşünce ise, âhiret olmalıdır. Dünyada bizim veya evlâtlarımızın başına gelebilecek bir zarar değil. 

 

Hattâ, diyebiliriz ki; bir müslüman, haram lokma veya bedduânın cezasına dair bu dünyada karşılaştığı menfî bir hâdiseyi, henüz telâfî imkânı varken gelen uyarıcı bir rahmet, Bediüzzaman’ın tabiriyle bir şefkat tokadı olarak görmelidir. 

 

Karmanın, Uzak Doğu menşeli olduğunu söylemiştik. Bu bölgedeki bâtıl dinler, kâinâtı ezelî ve ebedî görürler. Tıpkı bazı ateist bilimciler gibi. 

 

“Kalpleri nasıl da benzeşiyor!”3

 

Böyle olunca; sonsuza doğru öylesine akıp giden bu âlem tasavvurunu; abeslikten, anlamsızlıktan kurtarmak için «karma»ya sığınılmış. 

 

Hâlbuki, İslâmiyet açıkça, imtihan yurdu olan bu dünyanın fânîliğini vurgular. Âhiretin ebedî olacağının altını çizer. İmtihan yurdu süreli, karşılık (ceza veya mükâfat) yurdu ebedîdir. Gerçek tesellîyi ve derin bir rahatlamayı, şaşmaz adâletin ve kusursuz mükâfâtın yurdu olan âhiret inancı sağlar. Gerçek caydırıcılığı da sağlayacak âhirettir. 

 

İslâm’da kader bir sırdır. Kaderdeki olumlu veya olumsuz diye addedilen şeyler, İslâm’ın nazarında olumlu veya olumsuz değildir. 

 

Meselâ fakirlik kaderse; aslında bu kötü de değildir, ceza da değildir. Sadece imtihandır. Zenginlik de öyledir. Hattâ belki daha ağır bir imtihandır. “Niçin a şahsına x kader verildi?” kısmı ise tam bir ilâhî sırdır. Her şeyi bilen ve hikmetle yaratan Zâtın sırrıdır. 

 

İnsanlara; “Kaderindeki zorluk, önceki senden veya dedenden kaynaklanıyor.” demek; 

 

•Gaybı taşlamaktır. Asla ispatlanamayacak bir uydurmadır. 

 

•Kişiyi asla rahatlatmayacak, kedere boğacak bir husustur. 

 

•Asıl mes’ûlü olduğu, kendi hayatına odaklanmak yerine, hiçbir şekilde elinde olmayan geçmişle kavgaya tutuşmasına yol açacak bir saplantı üretimidir. Nefse bahane üretmektir. 

 

•Hıristiyanlıktaki aslî günah gibi, insana doğumundan itibaren bir yük yüklendiğini iddia etmektir. 

 

İslâmiyet’te asla reenkarnasyon inancına yer yoktur. Maalesef, bu dünyadan deist bir şekilde göçüp giden modernist ilâhiyatçı Yaşar Nuri ÖZTÜRK, bazı âyetleri istismâr ederek, Kur’ân’da reenkarnasyonun var olabileceği iddiasını ortaya atmıştı. Hâlâ bu iftirayı ona dayanarak tekrarlayanlar var. 

 

Kur’ân’da; bazı mücrim kulların; öldükten sonra, mahşer yerinde vs. dünyaya dönmeyi, yeniden bir kere daha imtihan edilmeyi isteyecekleri bildirilir. Fakat bunların hiçbirinde, bu isteklerin kabul edildiğine dair bir beyan yoktur. (el-Bakara, 167; es-Secde, 12; eş-Şuarâ, 102)

 

Açıkça reddedildiği, hattâ âdeta imkânsızlığı vurgulandığı hâlde (el-Mü’minûn, 99-100), «geri dönmenin istenebiliyor olması»nı bile reenkarnasyona delil olarak ileri sürmek, ahmakçadır. 

 

Elbette ki; 

 

Allah her şeye kādirdir. Sonunda ölmeyi, yok olmayı bile isteyecek olan cehennem ehli, her şeye kādir olan, zaman üstü olan Allah’tan, yeniden imtihan edilmeyi istemektedir, o kadar… Bu da reddedilmektedir. 

 

Yine Kur’ân lisânında, yaratılışımızdan önceki safhamıza, bizim adem / yokluk diye adlandırdığımız devreye «mevt» denilmesini de Yaşar Nuri gibileri istismâr etmektedir. (Bkz. el-Bakara 28; el-Mü’min, 11)

 

Reenkarnasyonu çürüten daha birçok hakikat vardır:

 

•Nüfus artışı… 

 

Bugün dünya üzerinde yaşayan insan sayısı, geçmiş asırların binlerce katıdır. Bu ruh enflâsyonunun sebebi nedir acaba? 

 

•Hatırlanamayan mâzîden elde edilemeyen fayda!..

 

Hatırlanmayan -sözde- önceki hayatın, insana ne gibi bir dersi ve hissesi olacaktır?

 

Bazen dünyada üretilen bu tür sahte mâneviyat ürünlerine kapılan, bunları müslümanlara iyi niyetle sunmak isteyen kişiler oluyor. Bunlar maalesef doğru dürüst bir ilmihâl bilgisine sahip olmadıklarından, kendi inançlarını da müşterilerinin inancını da sakatlayabiliyorlar. 

 

Bunlar yukarıda ifade ettiğimiz üzere; batı tarafından, alternatif, ikinci bir tuzak olarak pazarlanan şeyler olduğu için, câzip ve süslü de görünmektedir. 

 

Kur’ân’ın veya diğer dînî metinlerin çeşitli şekillerde te’vil edilebilir, sağa-sola çekilebilir olmasını da istismâr edebiliyorlar. Meselâ Kur’ân’da; “O, Şîrâ’nın da Rabbidir.” (en-Necm, 49) buyuruluyor. Allah Teâlâ, muhatapları arasında bazı Arapların ulûhiyet nisbet ettiği bir yıldızın, ancak kendi kulu olduğunu bildiriyor o kadar… 

 

Bunlar ise; 

 

“–Demek ki Sirius yıldızı çok mühim ki Allah ona yemin etti.” diyorlar. Sirius zamanı dedikleri birtakım günlerde ritüeller uyduruyorlar. 

 

Maalesef spiritüalistler, İslâmî değerleri yağmalayarak çok garip şeyler ileri sürebiliyorlar. 

 

Tesettürden habersiz kadınlar, esmâ-i hüsnâ zikri ve virdi dağıtıyor. Duâ öğretiyor! Şifâ üretiyor! Enerji yayıyor! Taşlar, tütsüler, birtakım rakamlar… 

 

Papazların uygun bir ücretle günah çıkarttığı gibi, bunlar da uygun bir bedelle karma temizliyorlar!

 

Bunların hepsi, en az ateizm ve deizm kadar tehlikelidir. Çünkü ikinci tuzaktır. Tuzaktan kurtuldum, sananların düştüğü tuzaktır. 

 

İslâm haktır, gerisi bâtıldır. 

 

Dosdoğru yol, ehl-i sünnet ve’l-cemaat yoludur. Buna hangi kılıkta olursa olsun, bir şeyler karıştırmaya asla müsaade edilmemelidir. 

 

____________________________

 

https://www.yuzaki.com/2022/09/bir-pansuman-degerler-egitimi/ 

 

Usûl-i fıkıhta aslında bu sahada da hakikatin tek olduğunu, meselâ iki içtihaddan birinin doğru olduğunu, diğer içtihâdın sadece rahmet-i ilâhiyye sebebiyle affedildiğini söyleyen âlimler vardır.

 

https://www.yuzaki.com/2020/01/kurandan-iktibas-ilhamlar-37-benzeyen-kalpler/