HAFTALIK BAYRAMIMIZ

Dr. Ahmet Hamdi YILDIRIM 

 

CUMA İBÂDETİMİZ

 

Peygamberimiz; Medîne-i Münevvere’ye hicret etmeden önce, şehirde yahudiler cumartesi, hıristiyanlar da pazar gününü toplanma ve ibâdet günü olarak değerlendiriyorlardı. Müslümanlar da böyle bir günleri olsun arzu ediyorlardı. 

 

Peygamberimiz’in hicretiyle ilk cuma namazı kılındı. 

 

Müslümanların; toplanma, içtimâîleşme, birbirlerinin hâlini sorma ve en mühimi de, Peygamberimiz’in hutbelerini dinleyerek dînî bilgilerini tazeleme imkânı oldu. 

 

Âyet-i kerîme inzâl oldu:

 

“Ey îmân edenler! Cuma günü namaza çağırıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allâh’ı anmaya koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız, elbette bu, sizin için daha hayırlıdır.” (el-Cum‘a, 9)

 

Rasûlullah Efendimiz buyurdu:

 

“Cuma namazına gitmek, bülûğa ermiş olan herkese farzdır.” (Nesâî, Cum‘a, 2)

 

Medine’de müslümanların arasında görünen münafıklar vardı. Kalbinde hastalık bulunanlar, münafıklara kulak kabartanlar, onların güdümüne girenler vardı. Şehirde yahudi pazarı da cuma günü kuruluyordu. Cuma namazına gelmeyenleri Rasûlullah Efendimiz şöyle îkaz etti:

 

“Birtakım insanlar ya cuma namazını terk etmeyi bırakırlar yahut da Allah onların kalplerini mühürler, artık gafillerden olurlar.” (Müslim, Cum‘a, 40); 

 

“Her kim önemsemediği için üç cumayı terk ederse, Allah onun kalbini mühürler.” (Ebû Davûd, Salât, 212)

 

Bu îkazlar seferî olmak hasebiyle cumayı kılamamayı kapsamaz. Lâkin çok özel durumlar dışında, bir müslüman yolculuklarını da böyle üst üste cumayı kılamayacak şekilde plânlamamalıdır. Çünkü cuma hassâsiyetini kaybettirecek bir davranış doğru olmaz. 

 

İbâdetler, bir noktada alışkanlıkla alâkalıdır. İtiyâd edinmek, mûtat hâle getirmek lâzımdır. 

 

Namaz hususunda gevşek bir zâta demişler ki:

 

“−40 gün namaz kılsan, namazın tadını alırsın. Namazı bir daha bırakamazsın.”

 

O zât da demiş ki:

 

“−Kolaysa kardeşim sen 40 gün namaz kılma da ondan sonra bir daha namaz kılabiliyor musun bakalım!”

 

Buradan anlaşılıyor ki insanlar bir şeyi âdet hâline getirdiklerinde onu tekrar tekrar yapmaları kolaylaşıyor. Ama bir şeyi de artık bıraktıklarında; o mesele onlar için, tekrar başlaması güç hâle geliyor.

 

Dolayısıyla üç defa cumayı sebepsiz, mazeretsiz yere terk etmekten kasıt, Cuma namazı kılmayı hafife almak anlamına gelir. 

 

Toplumumuzda ise cuma namazının önünde; nefsin tembelliği, gevşekliği dışında da birtakım başka engeller var.

 

İBÂDET HÜRRİYETİ

 

Dînimizde hafta tatili diye bir mecburiyet yoktur. Ancak bu ibâdetin huzurla edâ edilebilmesi için, en azından namazın öncesinde ve esnasında tam bir ibâdet hürriyetinin sağlanmış olması îcâb eder. Bu sebeple ülkemizde de, 1935’e kadar hafta tatili, cuma günü idi. Ancak 1935’te meclise getirilen bir teklifle, dünyayla entegresyon bahanesiyle, hafta tatili pazara alındı. 

 

Gönülleri dilhûn eden bu karara bir şair;

 

Bize bir nazar oldu,

Cumamız pazar oldu,

Başımıza gelenler;

Hep azar azar oldu.

 

diye acı bir not düşmüştür. 

 

Maalesef, dîni, hayatın dışına itmeye çalışan kesimler, cuma saatine ders koydular, imtihan koydular, mülâkat koydular. İş yerlerinde cuma namazı izni vermediler. İnanç ve ibâdet hürriyetine engel oldular. Böylece insanların bam tellerine basmak ve onların dindarlıklarını âdeta sınamak ve ölçmek istediler. Bazı gafiller, kendini Firavun zannedenler;

 

“−Bakalım muhatabımız Allâh’ı mı önceleyecek yoksa işi mi önceleyecek?” diye iş görüşmesini inadına cuma saatine koymaya kalktılar.

 

Bu imtihanda maalesef, bazı insanlarımız Allâh’ın emri yerine, kulların emrini seçtiler. «İşimden olurum, vazifemden olurum.» diyerek cuma namazlarını terk ettiler. Bu sefer, üç cuma terk edenleri kalp mühürlenmesiyle tehdit eden hadîs-i şerîfin muhtevâsıyla karşı karşıya kaldılar. 

 

Bir müslüman asla rızık endişesiyle böyle bir tercihte bulunmamalıdır. 

 

•Arayabiliyorsa, mutlaka ibâdet hürriyetini talep etmelidir. 

 

•Bu hakkı vermek istemeyen, bu hususta nazlanan gafillere; hizmet etmemeyi de tercih etmelidir. 

 

Bizim için en önemli mesele Allâh’a kulluktur. Allâh’a kulluğun dışında hiçbir meselenin bizim için bir ehemmiyeti yoktur. Hiçbir mesele, ölüm-kalım meselesi değildir. Meselâ staj mı yapacağız. Şu işyerinde olmaz başka yerde staj olur. O meslek olmaz da başka bir meslek olabilir. Bunlar çok da büyütülecek şeyler değildir. Ama Allâh’a kulluğumuz yeryüzündeki varlığımızın sebebidir. Sadece bizim fert olarak değil, bütün bir varlık âlemi olarak varlığımızın sebebi Allâh’a kul olmamızdır.

 

TEVBE: GÜNAHI FIRSATA ÇEVİRMEK

 

Kişi, geçmişte böyle bir hataya düşmüşse; «Artık kalbim mühürlendi!» dememeli, derhâl tevbe ve istiğfâr etmelidir. O vakitler için öğle namazı kazâsı kılmalıdır. Bir daha böyle bir hataya düşmemeye karar vermelidir. Affı için tasaddukta da bulunabilir.

 

Lâkin; 

 

“−Ben üç defa cumaya gitmedim. Artık kalbim mühürlendi. Bundan sonra benden bir hayır sâdır olmaz. Ben bir hayır işleyemem, benim tövbem kabul olmaz.” diye câhilâne bir tutum içerisine de girmemelidir.

 

Bu gibi sakındırıcı hadisleri yanlış anlayıp, nefsin işine gelecek şekilde telâkkî edenler olabiliyor. Meselâ; «İçki içenin kırk gün ibâdeti kabul olmaz!» (Nesâî, Eşribe, 44) meâlindeki hadîs-i şerifleri namazdan uzak durmaya sebep kılmak gibi. Hâlbuki bir kişi gaflet edip içki içse, derhâl tevbe etmeli, sarhoşluğu geçer geçmez de namaz vazifesini yerine getirmelidir. Bu hadîs-i şerifler; içmeye devam edenin, tevbe etmeyenin ibâdetleri kabul olmaz şeklinde şerh edilmiştir.

 

Cenâb-ı Allah son nefesimize kadar tevbemizi kabul eder. Fakat tevbenin tevbe gibi olması gerekir. Yani Cenâb-ı Allâh’a tam bir yönelişle yönelmemiz gerekir.

 

Bir başka ifade ile;

 

Günahları bir fırsata çevirmemiz gerekir. İnsan, hatasız olmaz. Hepimiz hata işleriz. Hataları fırsata çevirmemiz lâzım. 

 

Bir yere gideceksiniz. Normal yürürken bir hata işlediniz, yarım saat oyalandınız; ondan sonra ne yaparsınız? Mesafeyi kapatabilmek için daha hızlı hareket edersiniz. Böylelikle de normalde hiç duraksamadan bir saatte gideceğiniz yere 5 dakika duraksadınız, aradaki zaman kaybını telâfi etmek için hızlandınız. 50 dakikaya düşürdünüz. Ne oldu? Dezavantajı avantaja çevirmiş oldunuz.

 

Günahları, yanlışları da böyle görmek lâzım. Kul, günahsız olmaz. Fakat bir günah işlediğimizde, hata işlediğimizde; öyle samimî bir şekilde Allâh’a yöneleceğiz ki eskiden kıldığımız namazlar gelişigüzel iken, tövbe ettikten sonra daha şuurlu, daha kaliteli namaz kılmaya başlayacağız.

 

Bir menkıbe anlatılır. 

 

Sâlih bir zât, bir gün sabah namazına kalkamaz. Çok üzülür, gözyaşları içinde tevbe eder. Tevbesini sâlih amellerle tescil eder. Zikrettiğimiz tabirimizle, hatayı fırsata çevirir. 

 

Sonra bir başka zaman yine namazı kaçıracak gibi olduğunda, bu sefer onu bizzat şeytan namaza kaldırır. Hazret, şeytana; 

 

“–Bu ne iştir?” diye sorunca; İblis;

 

“–Geçen sefer o kaçırdığın namaza çok ağlayıp inlediğin için, çok sevap kazandın. Yine öyle olmasın diye namazı kaçıracağından korktum!” der. 

 

CUMANIN İHYÂSI

 

Cuma namazını idrak hususunda da bazı mülâhazalar dile getirelim:

 

Günümüz tabiriyle, bu namaz için camide geçirdiğimiz vakti nitelikli bir vakit hâline getirmeliyiz. Yani namazda bedenen bulunmak değil; rûhen ve aklen bulunabilmek. Ön hazırlığıyla beraber bulunabilmek. Sonrasıyla beraber bulunabilmek.

 

Cuma bizim için farklı bir gün hâline dönüşmeli. 

 

Rasûlullah Efendimiz buyurur:

 

“Üzerine güneş doğan en hayırlı gün cuma günüdür…” (Müslim, Cum‘a, 10)

 

•Cuma ezanından bir saat önce, mümkünse güzel bir gusül almalı, değilse güzelce abdest almalı. En güzel elbiselerimizi giyip, güzel kokular sürünüp, camiye erkence gitmeye gayret etmeli. 

 

•Giderken mümkünse bir tasaddukta bulunmalı… 

 

•Oturmalı, Mushaf-ı Şerîf’i açıp Kehf Sûresi’ni okumalı. 

 

•Bol bol salât ü selâm getirmeli. 

 

•Sohbet varsa sohbeti sanki ona hayatı boyunca en lâzım olacak bilgileri hoca efendi veriyormuş gibi dikkatle dinlemeli. 

 

Maalesef bugün artık, sohbet dinleme kültürümüz bitti. 

 

Hoca efendiler usûlen çıkıp kürsüden vaaz ediyor. Garibanım orada nefes çatlatıyor. Kimsenin hocayı dinlediği yok. Hattâ bazılarının; «Hoca çok uzattın, yeter artık!» dedikleri oluyor. Kimisi hocayı dinlememek için ezan okunana kadar içeri girmeyi geciktiriyor. Bunlar nasipsizlik alâmetleridir. 

 

Bir insan çok âlim olabilir. Bir insan yüzlerce kitabı ezberlemiş olabilir. Ama Cenâb-ı Allah kim bilir sana o vaazla neyi ulaştırmayı murâd etmiştir? 

 

Sen o hoca efendiyi; «Allâh’ın kelâmını bana anlatıyor.» niyetiyle dinle! «Hazret-i Peygamber -aleyhisselâm- Efendimiz’in sözlerini bana naklediyor.» niyetiyle dinle!

 

İstifade etmek için dinle!

 

Dolayısıyla cumayı hakikaten farklı bir güne çevirmemiz lâzım. 

 

Cuma, memleketimizde kanayan bir yaramızdır. Cuma ibâdet günü olmalıdır. En azından cuma saati öncesi ve sonrası dokunulmaz olmalıdır. 

 

Hâlâ birçok kardeşimiz; kaçak-göçek, patronundan izin alacak, âmirinden izin alacak, ancak o şekilde cumaya gidebilecek durumdadır.

 

Son zamanlarda tekrar gündeme geldi. Diyanet İşleri Başkanlığı cuma namazında ibâdet hürriyetinin sağlanması hususunda çağrıda bulundu. Müslümanlar haklarını talep etmekte daha cesur olmalı. 

 

Ümit ederiz ki inşâallah en kısa zamanda cuma hasretimiz de son bulur. Talebeler, çalışanlar, memurlar, kimseye sormadan, kimsenin ağız kokusunu çekmeden; «O mu, bu mu?» gibi ikilemlere düşmeden camiye gidip cuma bayramını ihyâ edebilmeli. 

 

Rabbim ihsân eylesin.