Medine’de İLK İCRAATLAR -5-

Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr 

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-, daha hicret yoluna çıkmadan önce, Hazret-i Berâ bin Ma‘rûr el-Ensârî, Kubâ’da vefat etmişti. Medine’ye hicretten sonra da, Mescid-i Nebî inşaatı esnasında Hazret-i Külsûm bin Hidm vefat etti. Ondan kısa bir süre sonra da Hazret-i Es‘ad bin Zürâre vefat etti.1

 

Hazret-i Berâ bin Ma‘rûr,2 Medine’deki Hazrec kabîlesinin Selime koluna mensuptu. Annesi Rebâb bint-i Nu‘mân, Evs kabîlesinin reisi ve büyük sahâbî Sa‘d bin Muâz’ın halasıydı.

 

Hazret-i Berâ, Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın Medine’ye varmasından bir ay önce vefat etmişti. Rasûlullah -aleyhisselâm-; hicret edip de onun vefatını öğrenince, kabrine gidip cenâze namazını kıldı ve ona duâ etti. Kendisine verilmesini vasiyet ettiği malları da Hazret-i Berâ’nın vârislerine iade etti. 

 

Hazret-i Külsûm bin Hidm,3 Rasûlullah -aleyhisselâm-, Kubâ’ya geldiği zaman, O’nu evinde misafir eden büyük sahâbî olup, hicret sırasında çokça sahâbîleri de misafir etmişti ki, bunların biri de Hazret-i Ali idi. O sıralarda bir hayli yaşlı olan Hazret-i Külsûm, vefat edinceye kadar İslâm’a hizmetten geri kalmamıştı. Cömert ve sâlih bir zât olan Külsûm bin Hidm, Rasûlullah -aleyhisselâm- tarafından Hazret-i Hamza ile ihvan/kardeş ilân edilmişti.

 

Hazret-i Es‘ad bin Zürâre,4 İslâm’ın Medine’de yayılıp güçlenmesinde en büyük payı olan büyük bir sahâbî olup, ensârın da önde gelenlerindendi.

 

Hazret-i Es‘ad, Hazrec kabîlesinin Neccâr Oğulları kolundan olup, kabîlesinin lideriydi. Kardeşi Sa‘d bin Zürâre de sahâbîdir. Medine’nin ilk müslümanlarından olan Hazret-i Es‘ad, Akabe Bey‘atları ile öncesi ve sonrasında, çok büyük hizmetlerde bulunmuştu.

 

Hazret-i Es‘ad bin Zürâre vefat edince, yahudiler ile münafıklar ileri geri konuşmaya başladılar. Hattâ bunlardan bazıları çok daha ileri giderek, oldukça çirkin sözler söylüyorlardı:

 

–O adam eğer gerçekten Allâh’ın Rasûlü olsaydı, arkadaşını iyileştirir, bu ölüme bir çare bulurdu! Medine’ye bu kadar çok hizmet etmiş arkadaşının ölümünü engelleyemeyen biri, nasıl olur da Allâh’ın Rasûlü olduğunu iddia eder!5

 

Daha neler demiyorlardı ki! Zihinleri bulandırmak, müslümanları tahrik etmek için daha da ileri gidenler vardı. Bu çirkinlikler karşısında Peygamberimiz -aleyhisselâm- şöyle buyurdu:

 

Sübhânallah! Ben bir beşerden (insandan) başka bir şey miyim ki! Ben arkadaşımın bu durumuna karşı, bir fayda veya bir zarara kādir değilim! Ben de sizin gibi bir insanım! Ancak bana vahiy geliyor!6

 

Burada gözden kaçmaması gereken çok özel bir durumu, iyice gözler önüne sermek istiyoruz. Rasûlullah -aleyhisselâm-, kendini hiçbir zaman toplumunun üstünde ve ayrıcalıklı görmemiştir. “Ben de sizin gibi bir insanım.” sözü, çok meşhur olup, bütün kaynaklarımızda kayıtlıdır. Ancak bu veciz sözün devamını görmezsek, mevzu maksadının dışına çıkar! Çıkaranlar da var maalesef. Rasûlullah -aleyhisselâm-’ı sıradanlaştırmak cehâleti, gafleti ve ihâneti meşhurdur! Rasûlullah -aleyhisselâm-; “Ben de sizin gibi bir insanım.” buyurmuştu! Devamında ise; “Ancak bana vahiy geliyor.” diye de buyurmuştu! Vahiy sıradan insanlara gelmez! Ancak ve ancak peygamberlere gelir! Bu ince ve hassas ayrıntıyı iyi görüp anlamak gerekiyor.7 Göz önündekini görmeyene kör denir malûm!

 

Hazret-i Es‘ad bin Zürâre’nin vefatı bütün herkesi çok üzmüştü. Rasûlullah -aleyhisselâm- başta olmak üzere sahâbîler gözyaşlarına boğulmuşlardı.

 

Mescîd-i Nebevî inşaatı devam ederken, hastalanan Hazret-i Es‘ad, önceleri belli etmemeye çalıştı. Kutlu inşaatın bir an önce bitmesini istiyordu çünkü. Bunun için canını dişine takmıştı. Fakat tâkatten kesilince, onu inşaat alanından alıp, evine götürmüşlerdi.

 

Peygamberimiz -aleyhisselâm- başta olmak üzere, bütün sahâbîler, bir an önce sağlığına kavuşması için, ellerinden geleni yapmışlar, ancak Hazret-i Es‘ad gittikçe ağırlaşmış, birkaç gün içinde eriyip gitmişti âdeta.

 

İslâm’ın Medine’ye girişi ve yayılışı, bu büyük sahâbî vesilesiyle olmuştu. İslâm’ı anlatması, Kur’ân okuyup öğretmesi ve buradaki müslümanlara hocalık yapması için, Peygamberimiz -aleyhisselâm-’dan yetişmiş bir sahâbî göndermesini isteyenlerin başında yine o vardı.

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın temsilcisi olarak yanlarına gelen Hazret-i Mus‘ab, onun evinde kalmıştı. Bu kutlu ev Dâru Es‘ad Müessesesi hâline gelmiş, İslâm eğitimi buradan yapılıp yönetilir olmuştu.

 

İşte bütün bunlardan ve çok daha fazla sebeplerden dolayı, Hazret-i Mus‘ab bu aileye çok önem veriyordu. Hazret-i Es‘ad hastalanınca, çok üzülmüştü. Onun şifâ bulup iyileşmesi için elinden geleni yapıyordu. Ama bu arada ömür takviminin bitmekte olduğunu da büyük bir hüzünle görüp izliyordu.

 

Hazret-i Es‘ad; hastalığın verdiği acıyla kıvranarak, yine ziyaretine gelen Rasûlullâh’a bakıp, içini kavuran endişesini zoraki dile getirmişti:

 

–Ailem, özellikle de sevgili kızlarım ne olacak yâ Rasûlâllah! Sevgili kızlarımı Sana emânet ediyorum! Ailem Sana emânetim olsun ey Allâh’ın Rasûlü!

 

Peygamberimiz -aleyhisselâm-; bu güzel insana duâ ederek, onları merak etmemesini söylemişti. Ailesine, özellikle de sevgili kızlarına bizzat kendisinin sahip çıkacağını O’nun ağzından da duyan Hazret-i Es‘ad, rahat bir nefes almıştı.8

 

Hazret-i Es‘ad, öncelikle kendi kabîlesinin başkanıydı. Birinci Akabe görüşmesinde altı kişinin başkanıydı. Medine’nin ilk müslümanı olarak, îman ve İslâm konusunda da ayrı bir başkanlık kazanmıştı. İkinci Akabe Bey‘atı esnasında yine kabîlesinin başkanıydı. Bu arada seçilen bütün başkanların üzerine, Rasûlullah onu başkanların başkanı yani genel başkan olarak tayin etmişti.9

 

Tâziye evine üç gün yemek götürmek, Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın tavsiyelerindendir. Hazret-i Es‘ad bin Zürâre için, bu üç gün bitmiyordu bir türlü. On günü geçtiği hâlde, bu eve yemek taşımaya devam ediyorlardı. Hazret-i Mus‘ab, yine bunların başında geliyordu.

 

Hazret-i Es‘ad vefat edince, bir süre sonra Neccâr Oğulları kalkıp, heyet hâlinde Peygamberimiz -aleyhisselâm-’a gelip, haklı isteklerini dile getirdiler:

 

–Ey Allâh’ın Rasûlü! Bildiğiniz gibi, Hazret-i Es‘ad bizim temsilcimizdi (nakîbimiz, başkanımız idi). Allah ona rahmet etsin. Bize yeni bir temsilci tayin ediver.

 

Peygamberimiz -aleyhisselâm-, bu haklı isteklerine bir üstüyle cevap verdi: 

 

Siz benim dayılarımsınız (annesinin dayıları idiler). Bundan dolayı sizin temsilciniz bundan sonra benim!10

 

Neccâr Oğulları buna sevindikleri gibi hiçbir şeye sevinmemişlerdi. Öyle ya, bundan büyük şeref olur muydu?

 

–Allah Sen’i başımızdan eksik etmesin yâ Rasûlâllah!

 

Peygamber Efendimiz hepimiz için ne güzel bir örnektir.

 

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…- 

 

________________

 

1İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 86, 154; İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 3, s. 619; Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 2, s. 256-257-1328; İbn-i Abdilberr, el-İstiâb fî Mârifeti’l-Ashâb, c. 3, s. 1328; Süheylî, Ravdu’l-Unûf, c. 4, s. 253.

 

البراء بن معرور Hazret-i Ebû Bişr el-Berâ bin Sahr el-Hazrecî el-Ensârî. Hac mevsiminde Rasûlullah -aleyhisselâm-’ı Medine’ye davet etmek üzere gizlice Mekke’ye gelen heyetin arasında Berâ da vardı. Akabe’de yapılan geceki görüşmede, bey‘at şartlarını seve seve kabul ettiğini heyecanla belirterek ilk bey‘at eden o oldu. Medineli müslümanları temsil etmek üzere orada seçilen on iki nakîb arasında yer aldı. Müslümanların Kudüs’e doğru namaz kıldığı günlerde, Kâbe varken bir başka yöne doğru namaz kılmayı içine sindiremedi ve Kâbe’ye yönelerek namaz kılmaya başladı. Müslümanların uyarması üzerine, durumu Rasûlullah -aleyhisselâm-’a arz etti. Kendisine bir müddet daha bu uygulamaya devam etmesi emredilince, tekrar Kudüs’e yönelerek namaz kıldı. Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın hicretinden bir ay önce vefat edeceğini hissedip, na‘şının Mekke’ye dönük olarak defnedilmesini vasiyet etti. Bir diğer vasiyeti de mallarının üçe taksim edilerek birinin Rasûlullâh’a verilmesi, birinin Allah yolunda harcanması, birinin de çocuklarına bırakılması idi. Daha geniş malûmat için, bakınız lütfen: İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 439-440, 442, 443, 447; İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 3, s. 618-620, c. 8, s. 315; Belâzürî, Ensâbu’l-Eşrâf, c. 1, s. 271; Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 2, s. 360-364; İbn-i Abdilberr, el-İstiâb fî Mârifeti’l-Ashâb, c. 1, s. 136-137; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 1, s. 207-208; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, c. 1, s. 267-268; İbn-i Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 1, s. 144.

 

كلثوم بن الهدم Ebû Kays Külsûm bin el-Hidm bin İmrüilkays el-Amrî el-Evsî el-Ensârî. Evs kabîlesinin kollarından Amr bin Avfoğulları’na mensuptur. Hicretten önce İslâmiyet’i kabul ettiği, Kubâ’da yaşadığı, Kays adlı bir oğlu, Ümeyre adlı bir kızı ve Hilâl bin Ümeyye’nin annesi Uneyse adlı bir kız kardeşinin olduğu bilinmektedir. Hazret-i Külsûm hakkında daha geniş malûmat için bakınız lütfen: İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 137-138, 494; İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, s. 233, c. 3, s. 9, 22, 44, 47-49, 161, 165, 404, 407-408, 410, 415, 417-418, 623-624, c. 8, s. 349; Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 2, s. 382, 397; İbn-i Abdilberr, el-İstiâb fî Mârifeti’l-Ashâb, c. 3, s. 1327-1328; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 4, s. 495-496; Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 174, 197, 229, 235; İbn-i Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 3, s. 305; Semhûdî, Vefâü’l-Vefâ bi Ahbâri Dâri’l-Mustafâ, c. 1, s. 244; Şâmî, Sübülü’l-Hüdâ ve’r-Reşâd, c. 3, s. 379-383.

 

أسعد بن زرارة Ebû Ümâme Es‘ad bin Zürâre bin Udes el-Ensârî (1/623). Hazret-i Es‘ad, Medine’de «ilk müslüman» arkadaşlarıyla başladığı İslâm’ı yayma faaliyetlerine daha sonra Hazret-i Mus‘ab bin Umeyr ile devam etmiş, bunun sonucunda Medinelilerin ileri gelenlerinden Hazret-i Üseyd bin Hudayr ile Hazret-i Sa‘d bin Muâz’ın da aralarında bulunduğu, birçok kimse müslüman olmuştu. Yaptırdığı mescidde beş vakit namazın cemaatle kılınmasında çok büyük yeri vardı. Medine’ye vazifeli olarak gelişinden sonra Hazret-i Mus‘ab, Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın emriyle bu mescidde hem beş vakit namaz ve hem de Cuma namazı kıldırmış, onun bulunmadığı zamanlarda Es‘ad onun yerine bu vazifeyi îfâ etmişti. Hazret-i Es‘ad hakkında ayrıntılı malûmat için, bakınız lütfen: İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 86, 88, 89, 100, 121, 122, 138, 153, 154; İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 3, s. 608-612; Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, c. 4, s. 138; İbn-i Abdilberr, el-İstiâb fî Mârifeti’l-Ashâb, c. 1, s. 82-84; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 1, s. 86-87; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, c. 1, s. 299-304; İbn-i Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 1, s. 34-35.

 

Biz burada hâdisenin tamamını anlatmayacak, hâdisenin sadece bir boyutuna değineceğiz. Yaşanan bu hâdisenin bütün boyutları için, bakınız lütfen: Âdem SARAÇ, Bir Okul ve Bir Ekol Hazret-i Mus‘ab, c. 3, s. 42-49.

 

Taberî, Târihu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 2, s. 257.

 

Kur’ân-ı Kerîm, Kehf Sûresi, 18/110; Fussilet Sûresi, 41/6; Mustafa Âsım KÖKSAL, İslâm Târihi, c. 3, s. 60-61, 112-113.

 

İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 154.

 

İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 3, s. 602-603; Belâzürî, Ensâbu’l-Eşrâf, c. 1, s. 254.

 

10 İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 3, s. 611.