ZORLU TERCİH

Sami GÖKSÜN

 

Dünya imtihanı deriz, bu imtihanın özü tercihtir.

 

Nasıl dünya imtihanlarından sonra tercihler yapılır, neticeler açıklandığında kimi sevinir, kimi üzülür. Kimisi, yıllar sonra tercihine yanar, hayıflanır. Kimisi daima o tercihindeki isabet ettirdiğinden dolayı Rabbine şükür içinde olur. 

 

Mahşer yeri de, böyle bir hüzün ve sevinç yeri olacaktır. 

 

Dünyayı seçenler dizlerini dövecek, büyük bir hüsrânı tercih ettiklerine yanacaklardır. 

 

Dünya ve âhireti; îman ve amel ile huzurlu bir şekilde geçirip, neticesinde sıkıntılardan ve elemlerden uzak kalarak dünyevî ve uhrevî hâllerini ihyâ edenler; «İyi ki nefsin ve şeytanın yahut avenelerinin sözlerine aldanmadık.» diye mutlu olacaklardır. Aslında dünyaya gelmiş birisi olarak; dînimiz İslâm’ı yaşayarak, âhireti tercih etmiş oluyoruz.

 

Bu bakımdan;

 

Rabbimiz’in çizdiği dünya gerçeğini ana çizgileriyle önümüze koyan şu mukaddes tabloyu, sık sık ve pek ciddî bir şekilde tefekkür etmek mecburiyetindeyiz:

 

“Bilin ki, dünya hayatı; ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlât sahibi olma yarışından ibarettir. (Nihayet hepsi yok olur gider). 

 

Tıpkı şöyle: 

 

Bir yağmur ki, bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurumaya yüz tutar da sen onu sararmış olarak görürsün. Sonra da çer çöp olur. 

 

Âhirette ise (dünyadaki amele göre ya) çetin bir azap ve(ya) Allâh’ın mağfiret ve rızâsı vardır. 

 

Dünya hayatı, aldanış metâından başka bir şey değildir.” (el-Hadîd, 20)

 

Ebedî hakikati açıklayan bu Kur’ân tablosunu; ebedî olan Musavvir’ine inanarak inceleyen
mü’minler, pek tabiîdir ki dünya hayatını, hakikî çehresi ve fânîliği içerisinde görürler ve hayatı îman hakikati ile değerlendirerek âhiret aşkını, dünya sevdasına üstün tutarlar.

 

Evet; ölümden sonra diriltilme, Allâh’ın huzûrunda muhakeme olunarak mükâfat veya ceza görme hakikatlerine bütün kalpleriyle îmân eden mü’minler, temas ettiğimiz aşkla, âhiret hayatını dünya hayatına tercih ederler.

 

Huzurumuz ve ebedî saâdetimiz için zarurî olduğu âyet ve hadislerle ispatlanan bu tercihin anlamı nedir ve nasıl gerçekleşebilir?

 

İşte asıl bilinmesi gereken husus budur. Çünkü her an bitebilecek olan bir hayatın geçiciliği ve bir anlamda değersizliği, inançlı ve inançsız her kişi için âşikâr bir hakikattir.

 

Yüce dînimize göre, âhiret hayatını dünya hayatına tercih etmenin mânâsı;

 

İslâm nizamını, bu düzenle çatışan diğer inanç sistemlerine ve yaşayış şekillerine üstün tutmak ve tam bir îman ve aşkla yaşamaktır.

 

Âhireti dünya hayatına tercih etmekle mükellef olan mü’minler; dünyamızı, ebedî geleceğin hazırlık yeri olarak değerlendirecekleri için bilâkis hayatı sevecekler, derin bir aşk ve sönmeyen bir heyecanla yaşayacaklardır. İslâmî istikamette teşebbüslerde bulunacak, hayat mücadelesini vicdânî bir hazla sürdüreceklerdir. Çünkü İslâm dîni; insanların bir tarafta dünya hayatı için çalışmaları, diğer tarafta da âhiret hayatı için ibâdet etmeleri şeklinde bir ayrım yapmamış, ömrü farklı gayeli iki bölüme ayırmamıştır.

 

Çünkü;

 

İslâm nizamında dünya ve âhiret hayatı bir bütündür. Aralarında bir ayrılık yoktur. Âhiret mutluluğuna götüren yol, dünya saâdetine ileten yolun aynısıdır.

 

Dînimiz İslâm, dünya ve âhiret mutluluğunu gaye edinen bir tek hayat yolu sunmuştur. O da;

 

“Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibâdet et.” (el-Hicr, 99) meâlindeki Kur’ân kanunu ile çizilen kulluk yoludur, ibâdet ömrüdür. 

 

İbâdet; ömrün son ânına kadar iş ve hareketi, son nefese kadar faaliyeti emreder. Çünkü ibâdet; Allâh’ın ve elçisi Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ferdî, ailevî ve sosyal hayatı kuşatan bütün emirlerine ve nasihatlerine itaat etmek, bildirdikleri yasaklardan kaçınmaktır. Bu itibarla mü’minin İslâm nizamına bağlanması hâlinde; ibâdet rengini taşımayacak, âhireti hedeflemeyecek hiçbir sözü, işi ve davranışı düşünülemez.

 

Mü’minin; İslâm nizamının namaz, oruç, zekât, hac, ilim, adâlet ve Hakk’a çağrı gibi emirlerinden, cemiyetin mutluluğu ve gelişimi için koyduğu diğer bütün ferdî ve içtimâî vasıftaki kanunlarına kadar, mükellef kılındığı vazifeleri yapması ibâdettir. 

 

Kezâ mü’minin İslâm yasaklarına boyun eğerek; fâiz, karaborsacılık, rüşvet, içki, kumar, zinâ, yalan, sözünde durmama, hileli satış ve imalât gibi davranışlardan, haramlardan ve günahlardan kaçınması da ibâdettir, kulluktur.

 

Âhireti dünya hayatına tercih etmesinin biricik yolu olan ibâdetin, yani Allâh’a kulluğun; dînimizdeki sınırları o derece geniştir ki; 

 

Nafaka için çalışmak, 

 

Mahlûkata merhamet etmek, 

 

Yaratılanları Yaratan’dan dolayı sevmek, 

 

Hayır duyguları beslemek, 

 

Fertlere ve topluma zarar vermemek gibi olumlu olan bütün sözler, yararlı olan bütün işler, güzel olan bütün davranışlar da birer ibâdettir, kulluğun muhtevâsındadır.

 

Hulâsa;

 

Dînimiz İslâm, hayatın bütününe bir kudsiyet kazandırmıştır. Tekâmül dolu dünyevî bir istikbal sağlayacak, çalışmalarımızı ebedî geleceğimize ışık tutacak faaliyetler olarak tanzim ettiği gibi, yalnız âhiret saâdetimizi hedefler gibi görünebilecek bütün söz, iş ve davranışlarımızı da dünyevî mutluluğumuza yardımcı olabilecek bir şekilde düzenlemiştir.

 

Bunun içindir ki mü’min; İslâmî yaşayışı diğer hayat tarzlarına üstün tuttukça, özetle ifade edersek;

 

Namaz ehli olmayı bî-namazlığa, 

 

Toplum için fedâkârlığı ferdiyetçiliğe, 

 

İlmcehâlete, 

 

Sevgiyi kine, 

 

Diğergâmlığı hodgâmlığa, 

 

Tevâzukibre… 

 

Yani madde madde her hayrı mukabili olan şerre tercih ettikçe; o, ibâdet hayatı yaşamış olacağından âhireti dünya hayatına tercih etmiş olacaktır ki, dînimizde âhireti dünyaya tercih etmenin mânâsı tam da budur.

 

Şunu da belirtmek isterim ki; 

 

Bütün sapık ihtirasların, menfî davranışların, gayesiz yaşayışların anası olan dünya sevgisini âhiret aşkına üstün tutmak, âhiret gününe inançsızlığın ilk tezâhürü, felâketin de ilk habercisidir.

 

Bâtıl yaşayış şekillerini İslâm nizamına tercih eden dünyacıların her birinin; elemli bir hüsrana, azaplı bir geleceğe dûçâr olacağını Rabbimiz şöyle açıklıyor:

 

“Kim dünya hayatı ve onun ziynetini istiyorsa, orada onlara işlerinin karşılığını eksiksiz veririz; orada onlar hiçbir zarara uğratılmazlar. Onlar, âhirette paylarına ateşten başka bir şey düşmeyen kimselerdir. Dünyada ürettikleri boşa gitmiştir; yapıp ettikleri de geçersizdir.” (Hûd, 15-16)

 

“Onlar, âhireti verip dünya hayatını satın alan kimselerdir. Artık bunlardan azap hiç hafifletilmez. Onlara yardım da edilmez.” (el-Bakara, 86)

 

Bu ulvî hedefe tek başına gitmek kolay değildir. 

 

Öyleyse şunu da ilâve etmeliyiz:

 

Dînimizdeki derin mânâsıyla âhireti, dünya hayatına tercih etmekle mükellef olduğumuz gibi; hayâtî faaliyetlerimizi ortaklaşa yürüttüğümüz ve münasebetler kurduğumuz çevremizi de bu tercihi yapabilenlerden kurmakla vazifeliyiz. Bunun içindir ki Rabbimiz bizleri şöyle irşâd ediyor:

 

“Öyle ise bizim zikrimizden (Kur’ân’dan) yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimselerden yüz çevir!” (en-Necm, 29)

 

Rabbim; cümlemize, âhireti dünyaya tercih edecek bir firâset ve basîret nasîb eylesin. Bu idrakte bir çevre nasîb eylesin. Ebedî saâdete nâiliyeti lütuf buyursun.

 

Âmîn…