RESİM, ÇİZİM, FOTOĞRAF…

Dr. Ahmet Hamdi YILDIRIM 

TASVİR YASAĞI

 

Güzel dînimizin en çok üzerinde durduğu husus tevhiddir. 

 

Allah’tan başka ilâh yoktur! 

 

Geçmişte; putperestlik, çok tanrıcılık, şirk ve muharref dinler hep aynı yoldan geçti: Resim ve heykel. Önce anmak, hatırlamak için denilerek; heykeller yapılır, resimler çizilir. Sonra zaman içinde o resimlere tâzim edilmeye, önlerinde mum yakılmaya başlanır. Heykeller puta dönüşür. Muharref Hıristiyanlık bu hususta taviz verince, kiliseler Meryem Vâlidemiz ve Hazret-i İsa adına çizilmiş resimler ve heykellerle doldu. Uzak Doğu’da Hindû tanrılarının tasvirleri, Buda heykelleri… 

 

Bu sebeple İslâmiyet tasvir / sûret meydana getirme işini yasakladı. Kur’ân-ı Kerim’de dikili taşların (heykellerin) şeytan işi pislikler olduğu bildirildi. Peygamberimiz, musavvir / tasvir ehline şu gibi ağır îkazlarda bulundu: 

 

“Her tasvirci cehennemdedir. Yaptığı her sûrete karşılık orada bir kişi yaratılır ve o kişi ona cehennemde azâb eder.” (Müslim, Libâs ve Zînet, 99)

 

Burada «Tasvir nedir?» suâli âlimleri meşgul etmiştir: 

 

Üç boyutlu, yani heykel şeklinde olanından ibaret midir? Eğer böyle ise çizimler yasağın dışında kalır. 

 

İki boyutlu yani resim, çizim şeklinde olanı da tasvire dâhil midir? Tevhid gayesini, resimlerin de ihlâl ettiğini biliyoruz. Dolayısıyla heykelden ehven de olsa, resimde de mahzur olduğunu kabul etmeliyiz.

 

Fotoğraf makinesinin icadından sonra; “Çekilen fotoğraflar da tasvire girer mi?” suâli de gündeme girmiştir. Fotoğraf bir gölgenin tespitinden mi ibarettir? Öyleyse tasvir yasağındaki «bir varlık yaratmaya kalkmak» iddiasının fotoğrafta bulunmadığını söyleyebiliriz. Fakat tâzim meselesi, çizimde olduğu gibi fotoğrafta da mevcuttur. 

 

Öyleyse tasvir yasağındaki hikmeti ele almak gerekir. Önce özetleyip sonra tafsil edelim:

 

Tasvirlere tâzim edilmesi haramdır. 

 

Oyuncak, eğitim malzemesi olan animasyonlar, 

 

Tâzim için asılmayan, fakat albümlerde saklanan hâtıra fotoğrafları, 

 

Halı-minder deseni gibi tâzim edilmeyen tasvirler haram değildir.

 

Fakat daima dikkat edilmelidir.

 

TÂZİM YASAK!.. 

 

İster heykel, ister çizim, ister fotoğraf olsun, bir sûreti saygı göstermek için duvara asmak dînimizde câiz görülmemektedir. Maalesef aile büyüklerinin resimlerini asanlara rastlıyoruz. Bu bizim medeniyetimize ait bir davranış değildir. 

 

Her hâlükârda fotoğraf çektirmek; eğer hüviyet, ehliyet ve benzeri birtakım vesikalarda kullanılmak üzere ispat vasıtası olarak kullanılıyorsa, bunda bir sakınca olmadığında âlimlerimiz görüş birliği içerisindedirler. 

 

Yine asılmamak, duvarlarda bir gösteriş unsuruna çevrilmemek veya bir saygı, bir tâzim hâline gelmemesi şartıyla hâtıra olarak da fotoğrafların saklanabileceği yönünde bazı âlimlerimizin kanaatleri söz konusudur. Hâtıra defterinizde durabilecek bir şekilde, bir kenarda çektirdiğiniz bir fotoğraf belki masum olabilir ama; «Ben bunu duvara asayım. 60 x 70 çerçeve yapayım.» diye bir düşünce masum bir düşünce olmaz. 

 

Son zamanlarda bazı cenâzelerde vefât eden kişinin resmini cenâzeye katılan kişilerin yakasına asmak gibi bir âdet görülüyor. Ölüm; fenâyı, yokluğu ifade eder. Bu dünyanın fânî olduğunu gösterir. Yağla, balla beslediğimiz bedenimizin, vücudumuzun toprak olacağının alâmetidir ölüm. 

 

Ölüm hakikatini idrâk ettiğimiz bir merasimde; hâlâ ölen merhumun fotoğrafının yakalarda taşınması sûretiyle onun fânî olmadığını, ölmediğini, bir yönüyle de kalbimizde, omzumuzda yaşadığını îmâ etmek gibi bir âdet, müslümanca bir davranış değildir. Böyle bir şey müslümanların âdetleri arasında da yoktur. Gayr-i müslimlerden bize gelmiş olan bir âdettir. Birilerine para kazandıran bir bid‘attır. Bir müslümanın bu tür şeylerden uzak durması gerekir.

 

Bu noktada bir müslümanın hassas olması, hassâsiyet göstermesi gerekir. Öyle bir cenâzeye hasbelkader bir insan katılmış olsa; kendi yakasına böyle bir resim asılması söz konusu olduğunda, bunu reddetmeli, kabul etmemelidir.

 

Müslüman; dünyanın, dünya hayatının fânî olduğunu, dünyada her şeyin yok olacağını, asıl olanın Allâh’a kulluk olduğunu bilen insandır. Binâenaleyh resimlerin duvarlara asılması hele de bir insanın kendi resmini duvarlara asması veya aile büyüklerinin, devlet büyüklerinin fotoğraflarını duvarlara asması müslüman kültürüyle, müslüman ahlâkı ve âdâbıyla bağdaşmayan bir davranıştır. Bunlar kabul edilebilecek şeyler değildir. Tevhid dîni İslâm’ın rûhuna aykırı şeylerdir bunlar.

 

“–Ben duvara asıyorum ama tâzim etmiyorum.” gibi sözlere itibar edilmez. Duvara asmak tâzimin, perestişin yolunu açar.

 

Yine bu âdetleri savunmaya çalışanlar;

 

“−Efendim, bundan 1500 sene önceki veya dünyanın farklı ilkel kabîlelerinin olduğu yerlerde yaşayan insanlar, belki heykellere tapınırlar ama artık 21’inci asrın medenî insanının heykele tapınması diye bir şey yoktur.” şeklinde bir iddiada bulunabilirler. Ama yaşadığımız, gördüğümüz hâdiseler bunun böyle olmadığını gösteriyor.

 

Nitekim hem ülkemizde hem dünyada heykel yapmanın bir medenîleşme göstergesi olarak ileri sürüldüğü, bu yönüyle de insanların her şeyin heykelini yapmaya gittikleri, bir müddet sonra da yaptıkları heykellerin önünde tâzime durdukları, saygı duruşunda bulundukları âşikârdır.

 

Hattâ heykelleri bırakın; resimlerin bile önünde secde edildiği, küçücük çocukların secdeye kapandırıldığı görülüyor. Bunlar Hazret-i Peygamber -aleyhisselâm- Efendimiz’in tevhîdi koruma gayesiyle yapmış olduğu îkazların ne kadar yerinde olduğunu bizlere gösteriyor.

 

Demek ki;

 

Tasvir hususundaki endişe haklıdır. Tedbir de aynen devam etmelidir. 

 

Bizim medeniyetimizde, duvara sûret değil mânâ asılır. Âyet-i kerîmeler, hadîs-i şerifler, hilye-i şerîfeler, hikmetli nasihatler, mânâlı beyitler ve kelâm-ı kibar en güzel hat ile yazılıp, tezhip ile süslenip duvarlar bu levhalarla tezyin edilir. Okuyanlar tefekkür eder. Zihinlere ve kalplere, sûretler ve suratlar değil, mânâlar kazınır. 

 

EĞİTİM VASITASI OLARAK

 

Çocukların oynaması için, onların zihnî gelişimlerini sağlamak için; birtakım oyuncaklar, çizimler, animasyonlar, çocuk kitaplarında da tasvirler kullanılmakta. 

 

Kız çocuklarının annelik hissiyâtının gelişmesi için; daha çocukluktan onların cinsiyetlerinin belirginleşmesi için -ki bunların çok önemli şeyler olduğunu bugünlerde daha iyi anlıyoruz- kız çocuklarına kız bebeklerinin verilmesi, onlarla oynamaları, onlara bir anne gibi bakmaları, daha çocukluktan itibaren, onlardaki anaç tarafın ortaya çıkmasına katkı sağlayan önemli eğitim materyalleri olarak değerlendiriliyor.

 

Asr-ı saâdette de çocukların; bebek, at gibi oyuncaklarla oynadığı, Peygamberimiz’in buna mâni olmadığını görüyoruz. 

 

Bununla beraber; «Nasıl olsa eğitimde kullanılmasının bir sakıncası yok!» diye çocukça çizimleri aşarak, profesyonel çizgilerle bir portre oluşturmanın, duvara evlâdiyelik gibi asılacak, çerçeveye yönelik bir üretim yapmanın doğru olduğu anlaşılmamalıdır.

 

Binâenaleyh çocuklar için gündelik olarak kullanılabilecek genelgeçer birtakım çizgilere ruhsat verilmiştir. 

 

Nitekim ecdâdımız minyatüre de cevaz vermiştir. Bu minyatürler küçük birer çizimdir ve kesik çizgilerle yapılan çizimler olduğu için bunlar, yaşayacak bir varlık sûretinde değillerdir. Minyatür asılmak için değil, kitap içi anlatılan tarihî hâdiseyi veya hikâyeyi tasvir için değerlendirilmiştir. Bazen yüz kısımları boş çizilmiştir. Minyatürde bütün sîmâlar aynıdır. Yani ana hatlarıyla bir çizimdir.

 

ÇİZMEK CÂİZ Mİ?

 

Buraya kadar, daha ziyade, toplumda var olan fotoğraf, desen gibi malzemeleri söz konusu ettik. Yani tüketme noktasını anlattık. Şimdi bir de üretme noktası var. 

 

Kişide çizim kabiliyeti var. Böyle biri, bir meslek hâlinde çizim yapabilir mi? Ressam, karikatürist veya illüstratör olabilir mi? 

 

Şu rivâyete rastlıyoruz:

 

Bir adam Abdullah İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ-’ya gelerek mesleğinin tasvir olduğunu söyledi ve fetvâ istedi. İbn-i Abbâs Hazretleri, sakındırıcı hadisleri naklettikten sonra;

 

“–Sen mutlaka bunu yapmak zorunda isen, ağaç veya cansız şeylerin resmini yap!” dedi. (Nevevî, Şerhi Sahîh-i Müslim, XII, 93)

 

Tabiat, dağ, orman, çiçekler ve tarihî eserlerin çizimi gibi resimler mubah olacaktır.

 

Bazı âlimler, bu ikazdan hareketle; bir vücut bütünlüğü sergilemeyen, kesik çizgilerden meydana gelen, bir kısmı kasten eksik bırakılan çizimlere cevaz vermişlerdir. 

 

Şurası da unutulmamalıdır ki;

 

Çizim kabiliyeti olan kişi, bir resmi yaptıktan sonra onun nerede nasıl kullanılacağı hususunda endişe duymalıdır. Sen kitabın arasına konacak diye çizdin; ama çıkarıp astılar, vebâli sana yine de ulaşır. 

 

Karikatür vb. çizimlerde muhtevâ da devreye girer. Müstehcenlik veya gayr-i İslâmî propaganda vb. bir muhtevâya hizmet edecek bir projede çalışmak câiz olmaz. 

 

MÂNEVÎ BÜYÜKLERİ ÇİZMEK

 

Peygamber Efendimiz’i, diğer peygamberleri, ashâb-ı kirâmı tasvir edici çizimler ise neticede insanları doğrudan tâzîme götüreceğinden tamamen haramdır. Bu bâbdaki haramlık, evleviyetle bu sahadadır. Ehl-i kitap bu noktada -hâşâ- Allâh’ı dahî yaşlı bir adam sûretinde çizmeye kalkmıştır. 

 

Fakat bir siyer-i Nebî kitabında; Efendimiz’i asla çizmeden, yol, çöl, mescid, kuyu, mağara vb. cansız maddeleri tasvir ederek, sâir insanları da kesik çizgilerle ve ana hatlarıyla çizmek câiz görülebilir. 

 

Maamâfih böyle çizimleri yaptıktan sonra; kişinin, dînine, diyânetine, fıkıh bilgisine güvendiği bir hoca efendiye; 

 

“–Ben şöyle bir şey yaptım hocam. Bunun içerisinde sizin vicdanınızı, gönlünüzü yaralayan, zedeleyen bir şey var mı? Resimlerde bir yanlış çizim görüyor musunuz?” diye kontrol ettirmesinin uygun olacağı kanaatindeyim.

 

Çünkü nihayetinde bazı şeyler fetvâya yönelik şeylerdir. Genelgeçer ifadelerle ortaya konulması mümkün olmayan şeylerdir.

 

Allah Teâlâ bir kabiliyet vermişse, bunu hayırda kullanmalı. Fakat mayınlı bir arazide dolaştığını da unutmamalı. 

 

Niye? Çünkü bu sanatların avantajlarının yanında dezavantajları da var. Her hayrın yanında bir şer de bulunur kaidesince, bazen gizli bazen âşikâr olumsuzluklara dikkat etmek gerekir. Dînimizin umumî yaklaşımı; mefsedeti, dezavantajı gidermeyi, menfaati elde etmekten önde tutmaktır. 

 

Namaz kıldıktan sonra da istiğfar ediyoruz. Niye? İbâdet yapmış olsak bile; eksiğimiz gediğimiz vardır, istiğfar etmek lâzımdır. Bu mayınlı arazide çalışan kardeşlerimiz de bol istiğfarlı, dikkatli ve istişâreli davranmalıdır ki, daha sonra geri dönüşü zor yahut imkânsız olan birtakım tehlikeli mecrâlara girilmiş olmasın.

 

Cenâb-ı Hak bizleri tevhîdin nûrânî yolundan ayırmasın.